Türk Silahlı Kuvvetleri, 27 Mayıs kanlı darbesiyle arasına mesafe koymayı seçti. Bunu bir başka darbe 12 Eylül'le birlikte yaptı. Söz konusu tercihi darbeci kaprisi veya kıskançlığı sanmak yanıltıcı olur. Ordu, 27 Mayıs'ın faturasını daha fazla ödememek için o güne kadar kutlanan 'Hürriyet ve Anayasa Bayramı'nı kaldırdı.
1982 Anayasası'yla birlikte hayata geçen değişikliğe, müfredattan bir tatil günü eksilen öğrenciler dışında kimse üzülmedi. Darbenin 49. yılı münasebetiyle medya aynasında yansıyanlara baktığımızda bu tespiti doğrulayan kareler görüyoruz. Bir avuç sivil darbeci dışında kimse 27 Mayıs'ın faziletlerinden bahsedemiyor. Onlar da daha çok mevzilerini 26 Mayıs'a kuruyorlar. Demokrat Parti'nin, iktidarının son dönemlerinde demokrasi dışı uygulamalar yaptığı ve darbeyi hak ettiği tezini savunuyorlar. Daha doğrusu savunmaya çabalıyorlar. Doğu Perinçek'in Ulusal Kanal'ında marşlar eşliğinde yapılan yüceltme dışında ibre eleştiri yönündeydi. Çoğunlukla 'Ama'lı cümlelerle kendilerini kamufle etme ihtiyacı hissetmeleri bile önemli bir gelişme. Emin Çölaşan'ın eşi Danıştay Başsavcısı Tansel Hanım da emekli oldu, halkın darbeyi coşkuyla kutladığını savunan kimse kalmadı.
'26 Mayısçılar' cuntanın demokrasi trenini yeniden rayına oturtmak için mecburen harekete geçtiğini ileri sürüyor. Fakat karşı soruları cevaplamakta zorlanıyorlar. Mesela, TSK'nın darbeden zarar gördüğü gerçeğini reddedemiyorlar. Çoğunlukçu DP'ye karşı çoğulcu demokrasiyi inşa etmek üzere yola çıkan Milli Birlik Komitesi'nin hem kendi içinde hem de orduda yaptığı tasfiyeyi tevil etmekte zorlanıyorlar. Nasıl bir çoğulculuk aşkıysa kendi içindeki farklı seslere tahammül edemiyor ve 14 üyesini sürgüne gönderiyor. 235 general, 7.200 TSK mensubunu emekli ederek ordunun genetik yapısıyla oynamaya kalkışıyor. 26 Mayısçıların diğer tezleri de çürük. 1924 Anayasası'ndaki boşluklar ve ondan kaynaklanan iktidar şımarıklıkları darbe meşrulaştırıcısı olacaksa, İsmet Paşa'ya günde üç öğün darbe yapmak gerekirdi. İsmet İnönü 24 Anayasası'nı şahsi diktasının ikamesi adına kevgire çevirmişti. Cuntaların daha DP iktidarının ilk yıllarıyla birlikte teşekkül etmeye başladığı bilgisi de, 'demokrasi dışı uygulamalar tepki doğurdu' tezini doğrudan çöpe gönderiyor.
Cuntanın demokrasiye bağlılığının en iyi göstergesi herhalde Profesör Dr. Ali Fuat Başgil'in yaşadıklarıdır. Demokrasi havarisi(!) cunta, cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olmak isteyen Başgil Hoca'nın kafasına silah dayayarak açıkça tehdit etmişti. Çok övülen ve dünyanın en özgürlükçü anayasası olarak gösterilen 1961 Anayasası'na rağmen cuntacılığın devam etmiş olması da 26 Mayısçıları ters köşeye yatırıyor. Madem sorun Anayasa'daki boşluklar ve iktidar şımarıklığıydı; cuntalar nereden türedi?
Hukuk, her suçun cezasını ve uygulayıcılarını belirler. Demokratik rejimlerde iktidarlara cezayı halk keser. Onu iktidardan uzaklaştırır ve hatta yok eder. Yakın tarihimizde var olan birçok partinin bugün esamisi okunmuyor. Halk onları önce küçülttü, düzelmediklerini gördüğünde ise yokluğa mahkûm etti. Demokrasiyi ortadan kaldırarak koruyabileceğini iddia edenin aklından değilse bile demokratlığından şüphe duyulur. Hele ihtimalden hareketle icraatı meşrulaştırmak, samimiyet sorgusunu fazlasıyla hak ediyor. DP'li Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşlarının idamını, 'Bıraksaydık onlar birilerini idam edecekti' diye savunmak safsata bile değil. Eylemin karşısına niyeti dikerek haklılık taslayamazsınız. Hukuk ele bakar, kalbe bakmaz, baksa da göremez.
ZAMAN