25 Kuruşluk Poşetin Seçim Sonuçlarına Etkisi

RIDVAN KAYA

31 Mart yerel seçim sonuçlarına ilişkin tartışmalar sürüyor. Genel manada oyunu korumuş görünmekle birlikte İstanbul ve Ankara’da ortaya çıkan sonuçların AK Parti’de ciddi bir sarsıntıya yol açtığı açık. Sorunu ‘sandık darbesi’, ‘organize hırsızlık’ ve benzeri komplo teorileriyle ‘izah’ yoluna gidip, özeleştiri ihtiyacını perdelemeye yeltenen kimi profesyonel amigoların içtenlik ve ciddiyetten yoksun tutumlarını bir kenara koyacak olursak, 31 Mart gecesinden bu yana yaşanan kayıpların tahlil ve değerlendirmesine dair kapsamlı bir tartışmanın sürdüğünü görmek mümkün.

AK Parti’nin bu nisbi gerilemesinde etkili olan faktörler sıralandığında ortaya uzun, epeyce uzun bir liste çıkıyor. Burada bunları tekrar etmeyeceğiz. Ama pek gündeme gelmeyen bir konu üzerinden iktidarın karar ve politikalarının vatandaşı nasıl etkilemiş olabileceğine dair bir değerlendirmede bulunacağız.

İnsanları daha fazla gerecek, kızdıracak adımlardan kaçınmak gerekmez miydi?

AK Parti iktidarı bu yılbaşından itibaren plastik poşetlerin paralı olmasını zorunlu hale getiren bir yasayı yürürlüğe soktu. Plastik poşetlerin çevreye verdiği zararı minimuma indirmek için başlatılan bu uygulama ile marketlerde daha önce satıcıların müşterilerine parasız verdiği poşetlerin asgari 25 kuruştan satılmasına başlandı. Günlerce iktidara yakın televizyon kanallarında kendilerine mikrofon uzatılan vatandaşların bu uygulamanın gerekliliğine, faydasına, hatta geç kalmışlığına dair beyanlarını izledik ama gerçekte durum resmedilenden çok farklıydı, ciddi bir tepki vardı.

Bugüne kadar bedavaya aldıkları bir hizmet için 25 kuruş da olsa insanlar para vermeyi hiç hoş karşılamıyor, uygulamadan rahatsızlıklarını çeşitli biçimlerde dile getiriyorlardı. Marketlerde kasiyerlerle vatandaşlar arasında yaşanan tatsız diyaloglar, sokaklara yansıyan garip görüntüler aslında rahatsızlığı gayet bariz biçimde ortaya koyuyordu. Ama dalkavukluğu meslek edinmiş medya organlarının açtığı pencereden dünyaya bakanların gerçeği görmesi elbette kolay değildi!  

Yanlış anlaşılmasın, AK Parti’nin seçimlerde gerilemesini paralı poşet uygulamasına bağlıyor ya da bu uygulamanın seçim sonuçlarında çok belirleyici olduğunu söylüyor değiliz. Şüphesiz olay bu kadar basite indirgenemez. Ama önemsiz gibi görünen bir kararın, sıradan addedilen bir uygulamanın zaten belirginleşmekte olan olumsuz algının büyümesine, tepki birikimine önemli bir katkı yaptığının görmezden gelinmemesi gerektiğini ifade ediyoruz.

Düşünün ki, ülkede zaten ekonomik krizin insanları ciddi oranda mutsuz ettiği, huzursuz kıldığı bir atmosfer mevcut. Ve böylesi bir ortamda bu huzursuzluğu pekiştirecek adımlar atmanın maliyeti hesap edilmiyor, edilemiyor. Gereksiz yere insanlar sıkıntıya sokuluyor, rahatsız ediliyor ve şikayetçi durumuna düşürülüyor. Bu basiretsizlik değil midir?

Ortada en azından net bir zamanlama hatası olduğu açıktır. Ama bu durum görülmemiş, daha doğrusu görmezden gelinmiştir! Mantık şudur: Biz konuyu yetkili mercilerle tartıştık; yapılması gerekeni en güzel biçimde tespit ettik ve şimdi de en doğru tarzda atılması elzem olan adımları atıyoruz! Yani halkın hissiyatını dikkate almaya, gerekirse geri adım atmaya ne hacet, yapılması gerekeni bizden daha iyi bilen mi var?! 

Buyurgan tutum kısa vadede güç, uzun vadede tepki doğurur!

Burada öncelikle üzerinde durulması, tartışılması gereken husus ise paralı poşet uygulamasına geçme kararının yansıttığı buyurgan tutumdur ki, bu tutumun izlerini pek çok hükümet icraatında görmek mümkündür.

Mesela yeni bir köprüyü hizmete açıyorsunuz ve ardından tüm ağır tonajlı araçları burayı kullanmaya ve yüksek miktarlarda ücret ödemeye mecbur ediyorsunuz. Hadi gündüz saatlerinde trafik yoğunluğunu azaltmak için bu uygulamaya mecburen başvurduğunuzu kabul edelim, peki en azından gece saatlerinde diğer köprülerin kullanımını neden yasaklıyorsunuz? Sebze-meyve fiyatlarındaki fahiş artışı tartışırken, nakliyeciler için belirlediğiniz güzergahların maliyetlere etkisini de hesaba katıyor musunuz? 

Özel eğitim kurslarının kapatılmasına yönelik karar bu tutumun başka bir örneği. Eğitimde fırsat eşitsizliğine yol açıyor iddiasıyla özel teşebbüsü yasaklıyor, binlerce insanın işsiz kalmasına yol açacak bir uygulamayı dayatıyorsunuz. Bu şekilde çocuklarının iyi bir üniversite eğitimi alması kaygısıyla hareket eden aileleri özel ders aldırmaya mecbur bırakıyor, yani eğitimde fırsat eşitsizliğini derinleştiriyorsunuz.

Bunlar gündelik hayat içinde basit gibi görünen ve bilhassa da çok daha ağır sonuçlar doğuran siyasi-hukuki dayatmalara nispetle küçük sorunlar. Ama sonuçta can yakıyor, birilerini huzursuz ediyor, tepkiselliği besliyor. Köklü sorunlar yanında bunları konuşmak bazılarına abesle iştigal olarak da gelebilir ama yanlışları doğuran mantığın aynı eğilimden beslendiği aşikar!

Kibirle değil, istişareyle!

AK Parti iktidarı maalesef bir müddettir “ben yaptım oldu” mantığıyla hareket eden, karar süreçlerinde istişareyi dikkate almayan ve halkın beklentilerini, duygularını pek önemsemeyen bir tutum içinde. Şüphesiz iktidar politika belirlerken, adımlarını atarken kendince birtakım maslahatlar, zorunluluklar gözetebilir. İlla da her adımının halkın desteğini alması, kitlelerin sevinçle karşılayacağı nitelikte olması gerektiği de söylenemez. Acı reçete diye de tabir edilen öyle kararlar vardır ki, halkın sağlığı açısından ya da ekonomik zorunluluk nedeniyle, güvenlik mülahazasıyla vs. mecbur kalabilirsiniz.

Mamafih bu tür zorunlulukların söz konusu olmadığı, en azından zamana yayılabilecek ya da ikna süreçlerinin işletilebileceği konularda zorlama-yasaklama tutumunun olumsuz tepkileri besleyeceği görülmek zorundadır. Basiretli bir tutum oy kaybı ya da siyasi desteğin azalmasından da önce, toplumsal yapıda huzursuzluğu besleyecek, mağduriyet duygusunu artıracak adımlar atmaktan kaçınmayı hedeflemelidir. Özetle, poşet deyip geçmemek lazım! Yanlış bir tutum ve olumsuz gidişattan kurtulabilmek için küçük-büyük demeden “nerede hata yaptık” sorusunun sorulması şarttır!