18 Yaşıma yeni yeni adım atmıştım. En heyecanlı, en coşkulu, en hırçın, en kararsız çağımı yaşıyordum beklide…
O gün benim için diğer günler gibi sıradan bir gündü aslında. Sabahleyin kalkacak evde yapmam gereken işleri yaptıktan sonra çarşıya çıkacaktım. Birkaç kitap bakıp, bir iki dosta uğrayıp sonra eve dönecektim.
Oysa hayatımı değiştireceğim, hayatımı bir mektebe dönüştüreceğim günlerin ilkine adım attığımı nerden bilebilirdim ki?
Yıl 1996…
Havanın yağmurlu olduğu bir gündü. Amcamı iş yerinde ziyaret edip biraz harçlık kopardıktan sonra kendimi kitapçıya atıvermiştim.
Rafta duran kitaplara göz gezdirip, ne okuyabileceğim konusunda kitapçıdan fikir edinip ve birkaç kitap satın alıp ödememi yapıyordum. O sırada yüzünü ilk defa ve son defa gördüğüm 40’lı yaşlarda bir abi bana yaklaşarak “okumayı seviyorsun” dedi? “Yani, işte..” diyerek geçiştiriverdim. Daha sonra elime bir dergi tutuşturdu “hediyem olsun” dedi. Aslında o gün bana sadece bir dergi değil acısıyla tatlısıyla bir hayat hediye edilmişti.
Teşekkür edip ayrıldım. Elimde kitaplar ve içerisin de ne olduğunu bilmediğim bir dergi hızlı adımlarla otobüse yetişmeye çalışıyordum. Eve geldiğimde ilk işim derginin sayfalarını açmak oldu. Şubat 1996 yılı 68. Sayılı Haksöz Dergisi…
Derginin arasından Filistin Kartpostalları çıkmıştı. Çok mutlu olmuştum. Heyecanlanmıştım. Odamın her köşesini Filistin kartpostallarıyla donatmıştım. Ve beklide beni, içinde anlamakta zorlandığım kelimelerin, upuzun ve karmaşık cümlelerin geçtiği bu dergiye bu kartpostallar ısındırmış, bir köprü olmuştu adeta. Birde edebiyat sayfaları. Okurken anladığım en iyi sayfalar olmasından kaynaklanıyordu belki…
18 yaşında bir şeyler okumak isteyen ama ne okuyacağını bilmeyen bir insan için biraz ağır gelmişti Haksöz. Çoğu yazıyı iyice anlayabilmek için sık sık sözlüğe bakıyordum. Ne bileyim sistem, demokrasi, emperyalizm, cunta, Siyonist, ideoloji gibi kavramlar daha farklı anlam taşıyordu bu dergide. Kur’ani kavramlar bile bambaşka anlama bürünmüştü sanki. Sabrın suskunluk olmadığını öğretiyordu mesela… Şehit vahyin tanıklığını yapan, yaşayan insana deniliyordu. Cemalettin Afgani, Seyyid Kutup, Fethi Şikaki, Kadızadeliler, Şah Veliyullah Dehlevi vs.. vs… Ya çok az duyduğumuz, az tanıdığımız yada hiç duymadığımız ama tarihe imza atmış kahramanlardı hepsi…
Dershane’de edebiyat öğretmenimiz Haksöz okuduğunu söyleyince kendimi ona yakın hissetmiş bir anda en sevdiğim ders edebiyat olmuştu.
Daha sonra eniştem sayesinde daha yakın oldum Haksöz’e… Özellikle 28 Şubat Darbesi ile daha bir içine çekti beni. Ve benim için bir mektep, bir yol, bir hayat oldu HAKSÖZ…
Arka sayfalarda yer alan kısa kitap tanıtımları zamanla okuma listem olmuştu. Filistin’den, Cezayir’den, Çeçenistan’dan, Afganistan’dan, Bosna’dan haberleri Haksöz’den alıyordum.
Ve bir de daha önceden çıkmış sayılarına ulaştım bu derginin. Kur’an’la ilgili ufuk açıcı yazıları ve açıklık getirilen Kur’ani kavramlar yeni bir okuldu benim için. “Kur’an Hayatımızın Neresinde?” yazısı, çocukluğumdan beri sürdürdüğüm Kur’an ile ilgili okuma ve ayetlerini ezberleme serüvenime yeni bir bakış açısı ve yeni bir yaşam rengi kattı.
Sahih din anlayışımın oluşmasında büyük emeği var Haksöz’ün. Bana öğrenmeyi öğretti her şeyden önce… Sonra inanmayı… Ve sonra direnmeyi… Ağzımıza slogan olan bilgi, inanç, eylem denkleminde yol almayı… Sonra Tevhid, Adalet, Özgürlük şiarı…
Ve bugün 2010 yılının Nisan ayındayız. 14 yıl önce bana kucak açan Haksöz 20 yaşında. Dile kolay. 20 yıllık bir çabanın, emeğin, özverinin ve Allah’a kulluk görevini yapma gayretinin bir ürünü. Haksöz’ü 20 yılına taşıyan, vahyin tanıklığını üstlenen ve bize biz olma bilincini hatırlatan tüm Haksöz emektarlarına teşekkür ediyorum. Yolunuz hep aydın ve açık olsun…
Haksöz’ün 100. sayısında “Sözü hak olanın, yüzü ak olur” diyor Metin Mengüşoğlu Haksöz için. Bende bu sözü bugün bağıra bağıra tekrarlıyorum
“Rabbim sözümü hak, yüzümüzü ak eyle.”
“Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve "Gerçekten ben müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (FUSSİLET/33)