Dr. Yunus Şahbaz / Açık Görüş
1970'lerden 2000'lere CHP'de değiş(e)meyenler
2023 seçimlerine doğru süreç hızla ilerlerken muhalefet henüz aday ya da adaylarını belirlemiş değil. Mevcut durumda aday olmaya ve diğer muhalefet partilerini ikna edebilirse ortak aday olmaya en istekli ve yakın isim Kemal Kılıçdaroğlu görünüyor. Ancak Kemal Bey de henüz kendi parti tabanında ve muhalif entelektüel ve siyasî çevrelerde adaylığına ilişkin bir konsensüs sağlayabilmiş değil. Özellikle son dönemlerde yaptığı çıkışlardan sonra bu çıkışlardan pek de memnun olmayan çevreler Kemal Bey'in adaylığına daha fazla karşı çıkmaktadır. Bu karşı çıkış sürecinde zaman zaman Kemal Bey'e yönelik çok sert yazılar yazılmakta ve tepkiler gösterilmektedir. Sadece aday olmaması telkin edilmemekte; 12 yıllık CHP genel başkanlığı toptan masaya yatırılmaktadır. Bu 12 yıllık süreçte de Kemal Bey birkaç istisna dışında çoğunlukla başarısız bir siyasî figür olarak ele alınmaktadır. Hatta CHP'nin başına 'paraşütle indiği/indirildiği' gibi ağır ifadelerle kendisine yüklenilmektedir.
Öte yandan tüm bu olumsuz geçmiş ve mevcut duruma rağmen Kemal Bey'in aday olmadaki ısrarı tam olarak anlaşılamamaktadır. İlk etapta farklı saiklerle aday olmaması, iktidarın etnik ve dini konuları manipüle edeceği vs. dillendirilirken artık açıktan Kemal Bey'in siyasî profili masaya yatırılmakta ve açıkça hedef alınmaya başlandığı bile görülmektedir. Dolayısıyla şu ana kadarki Kemal Bey'in adaylık söylemi onu desteklemeyen muhalif kesimde adeta bir hayal kırıklığına dönüşmüş durumdadır. Birkaç istisna dışında bu durum onun danışman çevresine, CHP 'politbürosuna' vs. bağlansa da bu hayal kırıklığının merkezine gün geçtikçe Kemal Bey'in kendisi yerleşmektedir.
Hayal kırıklığının sebebi
Kemal Kılıçdaroğlu'nun son dönemde ortaya koyduğu siyaset pratiğinin muhalif çevrelerde böyle bir hayal kırıklığı yaratmış olması bence yanlış ve hatalı bir kurgudan kaynaklanmaktadır. Kemal Bey'in 2017'den itibaren nispeten partisi adına ortaya koyduğu siyaset biçimi, yerel seçimlerdeki büyükşehirleri kazanma stratejisi, 6'lı masayı toplaması vs. hep takdir gören hareketlerdi. Ancak Kemal Bey hanesine yazılan bu başarılar onun üzerinden spekülatif bir kurgu inşa edilmesine de sebep oldu. Bu kurguya göre Kemal Bey adeta bir 'aziz' mertebesine yükseltiliyor ve siyasette hiçbir politik hırs ve beklentisi olmayan bir figür olarak kodlanıyordu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığından da beslenen bu konfigürasyonda Kemal Bey ılımlı, naif, uzlaşmacı bir siyasetçi olarak öne çıkarıldı.
Ancak Kemal Bey'in adaylık konusundaki ısrarı ve hatta inadı, diğer potansiyel adayları diskalifiye etmeye çalışması ve gelen iç ve dış baskılara rağmen geri adım atmaması onun üzerinden bir kurgu inşa edenleri hayal kırıklığına uğratmış görünüyor. Mevcut durumda muhalefet çevreleri bir yandan Kemal Bey'in son dönemdeki siyaset biçimini tekrar anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırken diğer taraftan da onu adaylıktan vazgeçirmeye çalışıyor. Bunu yaparken Kemal Bey'e tenkitlerindeki artan sertlik tonu aslında yaşadıkları hayal kırıklığından ileri gelmektedir.
Öte yandan Türkiye'nin yakın siyaset tarihi ve özellikle CHP tarihine biraz yakından bakılırsa aslında Kemal Bey'in bu tavrını anlamlandırmak daha kolay olacaktır. Böylelikle inşa edilen kurgunun yanlışlığı daha iyi anlaşılabilir ve aynı zamanda hayal kırıklığının tonu biraz daha düşebilir. Bunun için de bence 1970'lerin CHP lideri Bülent Ecevit iyi bir mukayese örneği teşkil edebilir. Ecevit'in Kemal Bey'le mukayesesinde özel bir durum daha var. Zira Kemal Bey ilk göreve geldiğinde hep Ecevitvari bir tarza bürünmüş; kongrede kasket takmış, güvercin uçurmuş ve Rahşan Ecevit'ten de destek almıştı. Siyasî planda da CHP'yi 'ulusalcı' diye tabir ettiğimiz bir çizgiden daha sosyal demokrat bir partiye dönüştürmeye çalıştı. Tüm bunlar Ecevit ve Kılıçdaroğlu arasında yapılan müspet karşılaştırmalardı. Ancak Ecevit'in özellikle 1970'lerdeki siyasî portresi tüm yönleriyle ele alınsaydı Kemal Bey'in son dönemdeki tavrı daha anlaşılabilir olurdu.
Karaoğlan'ın etkili olduğu yıllar
Türkiye siyasetinde 1970'ler Bülent Ecevit'in 'Karaoğlan' lakabıyla siyasette en etkili olduğu yıllardır. 12 Mart Muhtırası sonrası kurulan teknokrat hükümete bakan vermeyi kabul eden dönemin CHP genel başkanı İsmet İnönü'ye tepki olarak CHP genel sekreterliğinden istifa eden Ecevit 1972 yılındaki kongrede CHP'nin başına genel başkan olarak geri dönecektir. 1973 seçimlerine Bülent Ecevit liderliğinde giren CHP sandıktan birinci parti çıkmış ancak tek başına iktidar olabilecek parlamento çoğunluğunu elde edememiştir. 1974'ün hemen başında kurulan CHP-MSP (Millî Selamet Partisi) koalisyonu ise hem '70'lerin hem de Türkiye siyasetinin en ilginç hükümetlerinden biri olmuştur. 1974 yılındaki Kıbrıs Müdahalesi de bu CHP-MSP koalisyonu zamanında yapılmıştır.
Bülent Ecevit'in siyasî hayatındaki esaslı dönüm noktalarından biri Kıbrıs Müdahalesi sonrasına tekabül eder. Kamuoyunda oluşan milliyetçi havayı ve kendisine gösterilen teveccühü oya çevirmek isteyen Ecevit her ne pahasına olursa olsun erken seçime gitmek üzere bir strateji belirler. Bu yüzden CHP-MSP Koalisyonu Ecevit'in bile isteye gayretleri sonucunda bozulur. Zira Kıbrıs Müdahalesinin yarattığı milliyetçi bir hava vardır ve Ecevit Kıbrıs Müdahalesinin Başbakanı olarak en çok öne çıkan siyasetçidir. Müdahale sonrası kendi lehine oluşan bu havayı kullanmak isteyen Ecevit bu şartlar altında bir erken seçime giderse tek başına iktidar olacağının hesaplarını yapıyordu.
Dışarıdan bakıldığında rasyonel bir plan gibi duran bu hesabın iki temel irrasyonel ve gerçekçi olmayan tarafı vardı. Bunlardan biri, CHP'nin ülkeyi seçime götürecek kararı aldırabilmesi için Meclis'te gerekli çoğunluğa sahip olmayışıydı. Bu durumda bulunabilecek en makul çözüm Meclis'teki partilerden biriyle CHP'nin yeni bir hükümet kurması ve bu hükümetin bir anlamda seçim hükümeti olarak ülkeyi erken seçime götürmesiydi. Nitekim Ecevit de bütün planını böyle bir strateji üzerine kurgulamıştı.
Ancak Ecevit'in bu planının farkında olan diğer siyasî partiler kesinlikle seçime gidilmesine taraftar olmadı. Bu yüzden de hiçbir surette CHP'yle koalisyon kurmaya yanaşmadılar. Sadece dönemin Adalet Partisi'nden ayrılan isimlerin kurduğu ve Meclis'te 45 sandalyesi bulunan Demokratik Parti CHP ile koalisyon kurmaya istekliydi. Ancak Demokratik Parti yeni kurulan bir partiydi. Gerek tabanı ve gerekse parti kadroları sağlam bir zeminde üzerinde değildi. Bu yüzden Demokratik Parti'nin bir süre iktidarda kalarak tabanını ve parti kadrolarını iktidar nimetlerinden yararlandırarak konsolide etmek gibi amacı vardı. Bu sebeple de CHP ile koalisyon kurmak ve iktidar olmak istiyor ancak kesinlikle bunun bir seçim hükümeti olmasını ve dolayısıyla erken seçime gidilmesini istemiyordu. CHP ve Demokratik Parti'nin koalisyon kurmada farklı saiklerden hareket etmesinden dolayı, Demokratik Parti'nin tüm istekliliğine rağmen Ecevit'in erken seçim şartı sebebiyle bir koalisyon kurulamadı.
Ecevit'in siyasi ikbali
Bülent Ecevit'in seçime gitme planının diğer bir irrasyonel tarafı ülkenin içinde bulunduğu hassas durumdu. Zira Kıbrıs Müdahalesi yeni olmuş, hemen akabinde Amerika'nın Türkiye'ye silah ambargosu başlamıştı. Yani Türkiye uluslararası şartları itibariyle hassas bir dönemdeydi ve böyle bir dönemde ülkedeki koalisyon iktidarının bozulması tartışma yarattı. Hatta CHP-MSP koalisyonun en çetin muhaliflerinden Erol Güngör gibi isimler, tenkitleri baki kalmakla beraber ülkenin içinde bulunduğu şartlar itibariyle bu koalisyonun en azından bir süre daha devam etmesi gerektiğini yazabiliyordu. Ancak Ecevit ülkenin gerçekleri ve gerekleri doğrultusunda değil kendi siyasî ikbali ve planı doğrultusunda hareket etti ve koalisyonu bozmak için elinden geleni yaptı. Böylelikle de tarihinin en hassas dönemlerinden birinde Türkiye Cumhuriyeti aylarca süren bir hükümet krizi yaşadı. Kasım 1974'te fiilen biten CHP-MSP koalisyonundan sonra ancak Mart 1975'te yeni bir koalisyon hükümeti kurulabildi.
CHP-MSP koalisyonunu sonlandırması aslında Ecevit'in 1970'lerdeki politik tutumuna uyan bir davranıştı. Zira Ecevit her ne kadar şair, yazar, gazeteci kimlikleriyle entelektüel bir profil olarak siyasete atılmış olsa da '70'lerde sert ve uzlaşmasız bir siyaset izlemiştir. Kendi amacına ulaşabilmek amacıyla birçok eksantrik olaya tevessül etmekten de kaçınmamıştır. Türk siyasî hayatının politik olarak en talihsiz girişimlerinden biri olan Güneş Motel olayında da yine Ecevit başroldedir. Zira bakanlık pazarlığıyla Adalet Partisi'nden istifa eden isimlerle Güneş Motel'de görüşen Ecevit bu isimlerin desteği ve karşılığında bunlara bakanlık verilmesiyle 42. Hükümeti kurabilmiştir. 12 Eylül'e giden süreçte de özellikle Süleyman Demirel'le adeta kişisel bir rekabete girişmiş ve Meclis'te Cumhurbaşkanlığı seçimleri dahil genel olarak uzlaşmasız ve tavizsiz bir siyaset izlemiştir.
Elbette Bülent Ecevit'in 1970'lerdeki siyasî serencamını ele alırken dönemin sert siyasî ve çatışmalı toplumsal iklimini göz ardı ediyor değilim. Aksine tam da bu şartlar içerisinde şekillenen ve kendisi de bu şartlara göre siyaset yapan bir siyasetçi profili ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Ancak sorun tam da burada tebarüz etmektedir; Bugünden geriye bakıldığında Ecevit bu politik mücadeleleriyle, hırsları, hamleleriyle değil entelektüel ve mütevazi vs. kişiliğiyle ele alınmaktadır. Böyle olduğu için de onun siyasal hayattaki mücadelesinin etraflıca ele alınmadığı görülmektedir. Bunun yerine çoğunlukla siyasî tarafı göz ardı edilen bir siyasetçi figürüyle karşı karşıya kalmaktayız.
Ecevit'ten Kılıçdaroğlu'na aynı yanılgı
Muhalif entelektüel ve siyasî elitlerin Kemal Bey konusunda da aynı yanılgı ve yanıltıcı hataya düştükleri görülüyor. Hatta bu hatanın Kemal Bey özelinde bir kat daha katmerli yapıldığı bile söylenebilir. Zira Ecevit siyasî hayattan çekilmiş ve merhum birisiyken onun hakkında seçmeci bir kurgu yapılmakta. Ancak Kemal Bey hâlâ aktif siyasette; ana muhalefet partisi olan CHP'nin 12 yıldır genel başkanı ve parti içerisinde adeta kuş uçurtmayan bir otoritesi var. Bu yüzden de Kemal Bey aday olsun ya da olmasın mevcut durumda muhalefet içinde Ecevit'ten bile güçlü bir konumda. Onun istemediği bir kişinin muhalefetin ortak adayı ya da CHP'nin adayı olması söz konusu bile değil. Hal böyleyken, Kemal Kılıçdaroğlu üzerine bina edilen kurgunun iflas etmesi kaçınılmazdı. Kemal Bey de şu ana kadar adaylık sürecindeki performansıyla bu kurguyu yıktığı gibi onulmaz bir hayal kırıklığına da sebebiyet vermiş görünüyor.
Son olarak şunu söylemek isterim; muhalif çevrelerin elitlerinin Türkiye siyasetini ve siyasetçileri değerlendirirken başka ülkelerle mukayeseler yapması son dönemde fazlaca popüler oldu. Macaristan ya da Brezilya gibi farklı coğrafyalardaki ülkelerden Türkiye siyasetine, iktidar ve muhalefet bloğuna dair çıkarımlar yapılmakta. Elbette karşılaştırmalı perspektifi çok önemsediğimi belirtmeliyim. Ancak Türkiye siyasetini kendi siyasî tarihi, siyasetçileri ve parti içi dinamiklerden bağımsız bir şekilde salt diğer ülke örnekleriyle anlamaya çalışmanın da gerçeklikten kopuk ve sınırlılıkları haiz olduğunu düşünüyorum. Şayet Kemal Kılıçdaroğlu siyaseti, sadece müspet yönleriyle değil menfi taraflarıyla da Bülent Ecevit örneği üzerinden anlaşılmaya çalışılsaydı bu denli büyük bir hayal kırıklığı yaşanmazdı. Dönemler, zamanlar ve zeminler değişebilir ancak Bülent Ecevit ve Kemal Kılıçdaroğlu örnekleri 1970'lerden 2020'lere CHP liderliğinde değiş(e)meyen unsurların var olduğunu göstermesi açısından son derece manidar örneklerdir.