Muğlalı Paşa'ya göre olay, Cumhuriyet devrimlerini içine sindiremeyen Nakşibendi Tarikatı'nın tertibiydi. Nitekim olay, dini kesimleri sindirmekte başarıyla kullanıldı.
Geçen hafta, 12 Ağustos-17 Kasım 1930 tarihleri arasında 98 gün boyunca CHF’ye korkulu anlar yaşatan Serbest Fırka’nın hikâyesini anlatmıştım. Serbest Fırka’nın Ankara’nın isteği üzerine kendini feshettiği günlerde, Manisa’da bir esrarkeş kahvehanesinde toplanan bir grup Nakşibendi, kâh zikir çekiyor, kâh halifeliğin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, fes yerine şapka giyilmesi gibi ‘Devrim Kanunları’ndan duydukları rahatsızlığı dile getiriyorlardı. Grubun lideri Giritli Derviş Mehmet, bir süredir İslami halk inancına göre ‘Deccal’a karşı mücadele etmekle görevlendirilen Mehdi’ olduğuna inanıyordu, çevresindekileri de buna inandırmıştı.
Yedi kişilik ‘Şeriat Ordusu’
Daha sonra mahkemede verdikleri ifadeye bakılırsa, Derviş Mehmet ve müritleri Tatlıcı Hüseyin’in evinde düzenledikleri dört günlük bir zikir seansından sonra, Derviş Mehmet’in mehdiliğini halka ilan etmek üzere Menemen’e gitmeye karar vermişlerdi. Planlarına göre, yolculuk sırasında, halkı dine davet edecekler, Menemen’de saygın Nakşibendi Şeyhi Saffet Hoca’nın vaazlarını dinledikten sonra, İstanbul Erenköy’de oturan ünlü Nakşibendi Şeyhi Erbilli Esat Hoca ve diğer önemli Nakşi şeyhlerine telgraflar çekecekler, ardından Ankara’yı işgal ederek, 1925’te kapatılan tekkelerin yeniden açılmasını sağlayacaklardı. Yedi kişilik ‘Şeriat Ordusu’nun hedefi büyüktü: Ankara’dan sonra Çin’e kadar her yeri Müslüman yaptıktan sonra Avrupa devletlerini dine davet edecekler, Derviş Mehmet’i de Halife ilan edeceklerdi!
Yine kendi ifadelerine göre 6 Aralık 1930 günü Derviş Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet, Emrullahoğlu Mehmet, Alioğlu Hasan, Nalıncı Hasan ve Çakıroğlu Ramazan adlı yedi kişi (ki son üçü 17-20 yaş arasındaydı), yanlarında köpekleri Kıtmir (ki adını inanışa göre Mehdi’nin yardımcısı olacak efsanevi Eshab-ı Kehf’in köpeğinden almıştı) ve iki silahla (ki biri Fransız filintası, diğeri bağ bıçağıydı) Menemen’e doğru yola koyulmuşlardı. Yolculuk sırasında Çakıroğlu Ramazan, durumun ciddiyetini anlayıp gruptan kaçmış ve Manisa’ya dönmüştü. Yolda Bozalan Köyü’nde konaklayan ve esrarlı sigaralar eşliğinde 15 gün aralıksız zikir çeken altılı, 23 Aralık 1930 günü sabahı Menemen’e girmiş ve doğruca Müftü Camii’nin önüne gitmişlerdi.
Sancak-ı Şerif açıldı!
Sabah namazı kılan cemaat camiden çıkarken, Derviş Mehmet mehdiliğini ilân etti. Nalıncı Hasan, caminin mihrabından (bazılarına göre yolda Musabey Köyü’nün camiinden) aldığı yeşil sancakla meydana daldı. Diğerleri zikir çekerken, ‘Mehdi’ Mehmet olan biteni şaşkınlıkla izleyen halkı etkilemek için, sınırda Halife Abdülmecid Efendi’nin komutasında 70 bin kişilik ordunun beklediğini, öğleye kadar Sancak-ı Şerif altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini haykırıyordu. Sonunda sancağın altında toplanan 100 kadar kişi, Belediye Meydanı’na seğirtmiş, Derviş Mehmet yolda Hoca Saffet Efendi’nin evini ziyaret etmiş, ancak daha sonra anlaşıldığı üzere Hoca kendisine destek vermeyince grup yola devam etmişti. Meydanda, oradan geçmekte olan Arabacı Hüseyin adında bir isçiyi çevirerek bir çukur kazdırmışlar ve camiden aldıkları bayrağı bu çukura dikmişlerdi. Grup, şapka giyenlerin kâfir olduğunu, yakında fes giyileceğini, şeriata dönüleceğini haykırarak bayrağın etrafında dönüyordu. Meydanda toplanan ahali de bu garip gösteriyi izliyordu.
Devletin olaya ilk müdahalesi jandarma yazıcısı Ali Efendi ve yanındaki dört jandarmanın Derviş Mehmet’e ne istediğini sormasıyla gerçekleşti. Derviş Mehmet jandarmalara, kendisine top ve kurşunun işlemeyeceğini söyledi ve derhal gidip kumandanına haber vermesini istedi. Basireti bağlanan Ali Efendi, Derviş Mehmet’in dediğini yaptı ve kumandanı Yüzbaşı Fahri Bey’in evine gitti. Fahri Bey de, Derviş Mehmet’e “Ne istiyorsunuz?” diye sormakla yetindi. Mehdi Mehmet’in cevabı “Ben mehdiyim, şeriatı ilân ediyorum, bana kimse mukavemet edemez, çekil!” oldu. Yüzbaşı Fahrettin Bey önce “Biz de Müslümanız, hadi dağılın!” dediyse de kalabalığın dağılmadığını görünce gerisin geriye makamına gitti. Resmi raporlara bakılırsa, bölükten adı kayıtlara geçmeyen bir yüzbaşı daha kalabalığa dağılmalarını söylemiş, kalabalık dağılmayınca o da bölüğe dönmüştü.
Kubilay’ın okkalı şamarı
Komutan yardımcısı Albay Nihat Bey, kışlada yatmakta olan 24 yaşındaki Yedek Asteğmen Kubilay’ı görevlendirdi bu sefer. 1902’de Girit’ten gelmiş muhacir bir ailenin evladı olan Kubilay’ın asıl adı Mustafa Fehmi idi. O yıllarda çok moda olan Türkçülük akımın etkisiyle İzmir Erkek Öğretmen Okulu öğrencisi olduğu zamanlardan beri Kubilay’ı kullanıyordu. (Bu isim zabıtlarda Koplay Bey şeklinde yer alıyor.) Olaylar sırasında Menemen’de öğretmenlik yapan Kemal Üstün’ün anlatımıyla “Aceleci ve biraz alıngandı. Zaman zaman sinirliliğe kayan sert davranışları sezilir, üzüntülü olduğu günler dalgın görünür, az konuşurdu. Okumayı seven, milli konularda duygulu ve titiz biriydi. İnandığı fikirleri ısrarla ve heyecanla savunur, tartışma havasını hep canlı tutmasını” bilen Kubilay evliydi ve 1,5 yaşlarında bir de oğlu (Vedat Aktuğ) vardı.
Asteğmen Kubilay, emrindeki 26 acemi askeri meydanın yakınlarında durdurmuş ve süngü taktırmıştı. Ancak ne Kubilay’ın silahı vardı, ne askerlerin tüfeğinde mermi. Buna rağmen kalabalığa doğru yürümüş, sert bir şekilde teslim olmalarını ihtar etmişti. Ardından “Ben size şeriatı göstereceğim!” diye bağırarak Derviş Mehmet’e okkalı bir şamar atmıştı. Bu anda bir silah sesi duyuldu. Asteğmen Kubilay topuğundan vurulmuştu. Bazı tanıklara göre Kubilay önce hükümet konağına girmeye çalışmış ama kapı kapalı olduğu için cami avlusuna doğru seğirtmişti. Patlamayla birlikte tüfekli ve süngülü askerler olay yerinden kaçmışlardı. Bu sırada Kubilay’ın arkasından bir el daha ateş edildi. Bu mermi Kubilay’a isabet etmedi ama Derviş Mehmet, Şamdan Mehmet’le birlikte yerde acı içinde kıvranan Kubilay’ın yanına gitti. Şamdan Mehmet torbasından testere ağızlı bağ bıçağını çıkarttı. Başına gelecekleri hisseden asteğmen “Yapmayın, öldürmeyin beni. Ben de Müslüman’ım!” diye haykırdı. Derviş Mehmet’in cevabı “Dur öyleyse seni ensenden keselim de gözün görmesin!” oldu. Kısa bir mücadeleden sonra (daha sonra İsmet Paşa’nın TBMM’de dediğine bakılırsa 20 dakikada) asteğmenin başını gövdesinden ayırdı. 1 Ocak 1931 tarihli Cumhuriyet gazetesine göre bu olayı 30 kadar kişi de izliyordu. Ancak o sırada ABD’nin Ankara’daki Sefiri olan Joseph C. Grew’e göre “bu hikâyenin gerçekliğinden şüphelenmek için yeterince sebep” vardı!
Kesik baş direğe takılıyor
Resmi tarihe göre ise elinde asteğmenin kesik başını sallayarak meydana dönen Derviş Mehmet, kesik başı daha önce dikilen bayrağın üzerine asmak istemiş, ancak bunu başaramamıştı. Bunun üzerine orada bulunan Kontracı Yusufoğlu Kamil’den bir ip istemişti. İp (bazı tanıklara göre kırmızı bir kurdele) getirildi ve baş bununla bayrak direğine bağlandı. Kalabalık, Mehdi’nin teşviki ile korku içinde olayı alkışlamaya başladılar. Nihayet, yakınlarda oturan ve sesleri duyan mahalle bekçisi Hasan, silâhını alarak olay yerine koştu, ama kısa süre sonra bir kurşunla yere serildi. Ardından bir başka bekçi Şevki de meydana ulaştı ama o da öldürüldü. Nihayet Alay’dan gönderilen askerler göründü. Askerlerin “Teslim ol!” çağrısına uymayan grubun üzerine mitralyöz ateşi açıldı. Biraz önce Kubilay’ın başının kesilmesini alkışlayan halk bu sefer ateş açan jandarmayı alkışlıyordu. Çatışma sırasında ‘Şeriat Ordusu’nun yetişkinleri ‘Mehdi’ Mehmet, Sütçü Mehmet ve Şamdan Mehmet öldürüldü, Emrullahoğlu Mehmet Emin alnından yaralandı. İki küçük, Nalıncı Hasan ve Alioğlu Hasan kaçtı ama 26 Aralık’ta yakalanarak Menemen’e getirildiler.
Menemen Fatihi Muğlalı Paşa
27 Aralık günü devlet erkânı İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda kalan Mustafa Kemal’i ziyaret etti. Alınacak tedbirler kararlaştırıldı. 28 Aralık günü Mustafa Kemal’in orduya hitap eden mesajında Kubilay’ın vahşice katledilmesinin aslında Cumhuriyet’e yönelik bir saldırı olduğu, ancak Kubilay’ın temiz kanıyla cumhuriyetin hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olduğu vurgulanıyordu. Bu sırada merkezle uyumlu basın, olayın ‘ne kadar vahim olduğunu’ halka anlatmak için kolları sıvamıştı.
Bu atmosfer içinde, TBMM’nin 1 Ocak 1931 tarihli oturumunda, Menemen, Manisa ve Balıkesir’de ‘örfi idare’ (sıkıyönetim) ilan edildi. Örfi İdare Amirliği’ne İkinci Ordu Müfettişi Birinci Ferik (Orgeneral) Fahrettin (Altay) Paşa; Divan-ı Harbi Reisliği’ne de Birinci Kolordu Kumandan Vekili Mirliva (Tümgeneral) Mustafa (Muğlalı) Paşa getirildi.
6 Ocak 1931 günü Muğlalı Mustafa Paşa ve mahkeme üyeleri Menemen’e gelerek mahkemenin yapılacağı (olaydan sonra Kubilây Mektebi adı verilen) Zafer İlkokulu’na yerleştiler. 7 Ocak’tan itibaren Menemen’e giriş çıkış izne bağlandı. Gece sokağa çıkma yasağı konuldu. Sokağa çıkanlardan dur ihtarına uymayanlar kurşuna dizilecekti. Sünnet, düğün, doğum gibi her türlü tören yasaklandı. Gazeteler, haberleşme, nakliyat ve para değiş tokuşu sansüre tabi kılındı. Mektuplar Türkçe ve kısa yazılacak, postaya açık verilecekti. Benzer tedbirler Manisa ve Balıkesir için de alındı.
Bu arada Divan-ı Harp hazırlıkları da tamamlanmıştı. Muğlalı Paşa’ya göre olay Cumhuriyet devrimlerini içine sindiremeyen Nakşibendi Tarikatı’nın tertibi idi. Bu bir süredir Ankara’daki bazı devlet büyüklerinin Nakşibendi Tarikatı’na yönelik düşünceleriyle uyumlu bir iddiaydı. Bu amaçla derhal gözaltı ve tutuklamalara başladı. Menemen, Manisa, Balıkesir derken, soruşturma İstanbul, Ankara, Orhangazi, Karaman, Kozan ve hatta Hopa’ya kadar uzandı. Tutuklananların arasında İstanbul’da yaşayan 84 yaşındaki Erbilli Şeyh Esad Efendi ile 64 yaşındaki oğlu Mehmet Ali Efendi de bulunuyordu. Muğlalı Paşa’ya göre, Esat Efendi’nin talimatlarını Giritli Derviş Mehmet’e halen Beykoz’da oturan ama bir zamanlar Manisa’da 16. Fırka Askeri Hastanesi’nde tabur imamlığı yapmış olan Laz İbrahim Hoca ulaştırmıştı. Nakşibendi destekli irtica kalkışması ile suçlananlar arasında “Vallahi efendim, ben namaz bile kılmıyorum, oruç tutmadığıma dair şahitlerim vardır” diyen biriyle, Musevi tüccar Hayimoğlu Jozef’in (zabıtlarda Yosef) olması durumu daha da ilginç hale getiriyordu. Jozef’in suçu el çırpmaktı.
.
28 kişi idam ediliyor
15 Ocak 1931 günü 105 kişinin yargılanmasına başlandı. Muğlalı Mustafa Paşa, 18, 19, 20, 21, 24 ve 25 Ocak oturumlarında bütün sanıkları sıkı sıkı sorguladı. 24 Ocak 1931’de savcı A. Fuat Bey, iddianamesini sundu. 25 Ocak’ta karar açıklandı. 37 kişiye idam, 41 kişiye çeşitli hapis cezaları verildi. (Evini açmak, silah bulmak, tütün satmak, ip satmak, direk dikmek, el çırpmak bile idamla cezalandırılmıştı. Olayın başında gruptan ayrılıp Manisa’ya dönen Çakıroğlu Ramazan bile idama mahkûm edilmişti.) İdamlıklardan üçünün yaşı 21’den küçük, üçünün ise 65 yaşından büyük olduğu için, cezaları 15 ve 24 sene hapse çevrildi. Cezası 24 yıl hapse çevrilenlerden 84 yaşındaki Erbilli Şeyh Esat Efendi, üremi rahatsızlığı dolayısıyla yattığı Askeri Hastahane’de öldü. Kendisiyle birlikte hastanede yatan bir başka idam hükümlüsü ölünce ve iki kişinin cezası da TBMM’ce (nedense) 2’şer yıl hapse çevrilince idam edileceklerin sayısı 28’e düştü.
İdamlar 4 Şubat 1931’de, sabaha karşı 02.30’da, Menemen’in değişik bölgelerinde (Hükümet Meydanı, İstasyon Meydanı, Kubilay Okulu, Tuz Pazarı, Bedesten ve Sinema önünde) gerçekleştirildi. Üzerlerinde idam yaftaları asılı ölü bedenlerin bir bölümü 09.30’a kadar, bir bölümü 12.00’ye kadar darağaçlarında tutuldular. (İdamlıklardan biri idama götürülürken karanlıktan yararlanarak kaçmıştı. Kaçak 17 Şubat’ta sığındı köylüler tarafından jandarmaya teslim edildi ertesi gün sabaha karşı o da asıldı.) Mustafa Kemal 31 Ocak-4 Şubat 1931 arasında İzmir, Aydın ve Denizli’yi kapsayan bir geziye çıkmıştı. Dolayısıyla idamlar olurken bölgedeydi.
Aslında Menemen’de ne oldu?
Sonuç olarak Derviş Mehmet adlı mistik meczubun cerbezesine kapılmış beş cahil ve safdilin, esrarlı sigaraların verdiği cesaretle sahneledikleri ‘mehdilik’ gösterisi, basiretsiz yöneticiler sayesinde büyümüş, göstericiler aşırı güvenle bu gözü dönmüş adamların üstüne yürüyen, hatta birine tokat atan Asteğmen Kubilay’ı vahşice öldürmüşler, halk da olan biteni adeta bir tiyatro seyreder gibi izlemişti. Bütün bunlar olurken askerler ortada görünmemişti. Olayı Erbilli Şeyh Esad Efendi’nin tertiplediği iddiasının tek dayanağı, 20 yaşındaki Nalıncı Hasan’ın İstanbul’da Esad Efendi’yi ziyaret edip evinde 10 gün kaldığını, bu süre içinde bazı sanıkların fes, halifelik ve tekkelerle ilgili bazı konuşmalarına tanık olduğunu söylemesiydi. Ancak olayı Esat Efendi tertiplediyse bile, bu çapta ve nitelikteki bir ekiple hedefe ulaşılmanın mümkün olmadığı açıktı.
Buna karşılık yıllardır bazı çevreler, olayın Nakşibendi Tarikatı’nı sindirmek için bizzat Ankara tarafından örgütlendiğini, Derviş Mehmet’in faaliyetlerinin Ağustos ayından beri bilindiği halde engellenmediğini, Menemen’deki askeri yetkililerin olaya kasten müdahale etmediğini, Kubilay’ın adeta kurban edildiği, bekçileri jandarma ateşinin öldürdüğünü, olaylarla bağlantısı kanıtlanmayan Esad Efendi’nin Ankara tarafından potasyumlu serum zerk edilerek saf dışı edildiğini iddia ediyorlar. (Son olarak Başbakan Erdoğan da ‘provakasyon’ diyerek bu teze yakın durduğunu gösterdi.) Ancak bu iddialar da kanıtlanmış değil. Aynı şekilde Mustafa Kemal’in “Menemen’i yakın!” dediği de doğru değil. Buna benzer bir ifadenin olaya şahit olan subaylardan birine ait olduğu sanılıyor.
Ancak şurası gerçek ki, Ankara 2 saatlik Menemen Olayı’nı hem Nakşibendi Tarikatı üzerinden dini kesimleri sindirmekte, hem de 1930 yerel seçimlerinde büyük başarılar kazanan (Menemen’de de belediyeyi kazanan) Serbest Fırka’ya destek verenlere gözdağı vermekte başarıyla kullandı. Çünkü 8 Mart 1931’de Menemen’de sıkıyönetimin sona ermesine kadar tutuklamalar devam etmiş, 2.200 kişi sorgulanmış, 606 kişi yargılanmıştı. Bu bağlamda İslami irtica ile ilgisinin olması ‘eşyanın tabiatına aykırı olan’ Yahudi Jozef, muhtemelen Serbest Fırka’ya teveccüh gösteren azınlıklara gözdağı için idam edilmişti.
Bu tavır o yıllara has olsaydı yine de anlaşılırdı. Ancak sonraki yıllarda da 23 Aralık günü, bir çeşit ‘Cumhuriyet devrimlerini koruma’ ve ‘irticaya karşı teyakkuz günü’ olarak törenlerle anıldı. Başta Cumhuriyet olmak üzere gazetelerde her yıl “Kubilay’ı unutmayalım, unutturmayalım” yazıları çıktı. TSK her yıl 23 Aralık’ta, Menemen Olayı ile ilgili bildiri yayımladı. 28 Şubat 1997’den itibaren olay yeni bir içerik kazandı, AKP’nin iktidarda olduğu 2000’li yıllarda anma işi kitleselleştirildi, öyle ki 23 Aralık 2005’teki törene yaklaşık 5 bin kişi katıldı. Ama iktidardaki İslamcı partinin gücünün zirvesinde olduğu bu yıl bile, iktidarla uyum içindeki TSK, mutat açıklamayı yaptığına göre, ya olayın arkasında Başbakan’ın iddia ettiği gibi bir provokasyon yoktu ya da AKP de Cumhuriyet’in Kemalist ezberlerine teslim oldu. Dolayısıyla gerçeğin ortaya çıkarılması hala bir ödev olarak önümüzde duruyor.
Son bir not: Devlet Kubilay’ı her daim hatırlamıştı ama 18 aylık yetimi Vedat Aktuğ’u daha o zaman unutmuştu. Yıllar sonra öğrendiğime göre, annesi evlendiği için anneannesinin büyüttüğü Vedat Aktuğ, ortaokuldan sonrasını okuyamamış, bir süre ‘Alamancı’ olmuş, ardından Nazilli’ye dönüp belediyede zabıta memuru olarak çalışmaya başlamıştı. Benim Nazilli’de ilkokulu okuduğum yıllarda Nazilli’de yaşıyordu. Vedat Aktuğ Kubilay, 1984’te hayata veda ettiğinde de kimse farkına varmamıştı…
Özet Kaynakça: Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, Büyük Doğu Yayınları, 1996; Taylan Sorgun, İmparatorluktan Cumhuriyete: Fahrettin Altay Paşa Anlatıyor, Kamer Yayınları,1987; Kemal Üstün, Devrim Şehidi Öğretmen Kubilây, Çağdaş Yayınları, 1990; Hikmet Çetinkaya, Kubilây Olayı ve Tarikat Kampları, Boyut Basımevi,1986; Joseph C. Grew, Yeni Türkiye, Multilingual, 1999; Cemaleddin Saraçoğlu, “ Menemen Hadisesi’nin İçyüzü”, Cumhuriyet, 23-30 Aralık 1958; Nilüfer Kas, “Menemen’ de Aslında Ne Oldu?”, Tempo, S. 41, 11 Ekim 2005.
RADİKAL