17 Aralık ile 28 Şubat'ı Birleştiren Nokta

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA), 28 Şubat'ta yaşanan faiz temelli rant arayışlarının, bugün 'faiz lobisi' olarak adlandırılan benzer girişim yoluyla halen devam ettiğini belirtti.

SETA Ekonomi Direktörü Prof. Dr. Erdal Tanas Karagöl ve Araştırmacı Hatice Karahan tarafından hazırlanan "17 Aralık'la Gelen Dejavu: 17. Yılında 28 Şubat Süreci ve Ekonomi" raporunda, 1990'lı yıllarda Türkiye'nin, sık sık değişen koalisyon hükümetlerinin hüküm sürerek politik belirsizlik oluşturduğu bir döneme sahne olduğu hatırlatıldı.

Bu "siyasi kaos" ortamının "başarısız ekonomi yönetimleriyle" birleşmesi sonucunda, ülkenin ekonomik anlamda da oldukça yıpratıcı bir süreci tecrübe ettiği ifade edilen raporda, diğer sorunlarla da birlikte ekonominin 1994 krizi ile önemli bir tahribata uğradığı belirtildi.

Kriz sonrasında hayata geçirilen IMF destekli stabilizasyon programının da koalisyon hükümetleri tarafından başarıyla uygulanamadığına işaret edilen raporda, Haziran 1996'da görevi devralan Refah-Yol hükümetinin ise Türkiye'yi derinden etkileyecek yeni bir sürecin dönüm noktası olduğu kaydedildi.

Refah-Yol hükümetinin göreve gelişiyle birlikte değişime uğrayan temel ekonomi politikasının, kamu maliyesindeki "kanayan yaraya" yönelik olduğu ve "Havuz Sistemi" adıyla yepyeni bir reçete yazıldığı belirtilen raporda, söz konusu sistemin etkilerini kısa sürede göstermeye başladığı ve kamu borcunun hızla gerilediği bildirildi.

Yeni mekanizmanın, kamu finansı üzerinde oynadığı yapıcı rolün, özel bankacılık sektörüne tam tersi bir şekilde etki ettiğine işaret edilen raporda, şunlar kaydedildi:

"Nitekim yıllar boyunca devlet sırtından kazanılan yüksek faiz karları, yeni düzende bir hayal oldu. Bu ise sektörün büyük oyuncuları için büyük bir gelir kaybına yol açtı. Buna bağlı olarak söz konusu kesimlerde ortaya çıkan panik, kısa sürede devletle bir çıkar çatışması halini aldı ve eski sisteme dönme arayışlarını tetikledi. Bu arayışlar, öncelikli olarak hükümeti Havuz Sistemi'nden vazgeçirmeye yönelik ikna turları şeklinde gerçekleşti, ancak bir sonuç alınamadığında ise sistemin mimarı olan hükümetten kurtulma çabalarına dönüştü."

 "Post-modern finansal darbe"

28 Şubat'ın, hükümetin indirilmesine giden süreçteki gelişmeler çerçevesinde "post-modern bir askeri darbe" olarak nitelendirilmekle birlikte, büyük ölçüde finansal çıkar çatışmaları tarafından tetiklenmiş olduğundan, esas itibariyle "post-modern bir finansal darbe" olarak da tanımlanması gerektiği aktarılan raporda, şöyle devam edildi:

"Darbenin gerçekleşme şekli askeri nitelikli olmakla beraber, çok önemli bir girdisi finansal mahiyettedir. Buna paralel olarak, darbenin bu bağlamdaki amacı hasıl olmuş ve 28 Şubat, sebep olduğu çok ciddi finansal çıktılarla ülke ekonomisini sonrasındaki yıllarda önemli ölçüde tahrip etmiştir. 1996 sonunda uygulamaya geçirilen Havuz Sistemi 7 ay kadar süren kısa ömründe, ağırlıklı olarak hüküm sürdüğü 1997 yılının ilk yarısındaki olumlu etkisiyle, faiz harcamalarının milli gelire oranını hızla aşağıya çekti. 1996'da yüzde 7 bandında olan faiz harcamalarının Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYH) oranı, 1997'nin sadece yarısında gerçekleşen havuz uygulamasıyla yüzde 5 bandına indi. Ancak yılın 2. yarısında göreve gelen AnaSol-D hükümetinin bir hafta içerisinde eski sistemi canlandırmasıyla birlikte bu iyileşmenin önü kesildi.

Böylece 1998 ve sonrasında faiz giderlerinde ciddi bir yükselme yaşandı. 2001 yılı itibariyle oran yüzde 17,1 seviyesine ulaştı. Bu doğrultuda 2001 yılına gelindiğinde, devletin topladığı vergiler faiz ödemelerine yetmedi, vergi gelirlerinin tamamı faiz ödemelerine aktarıldı."

Raporda, 28 Şubat sürecinin ardından gelen diğer gelişmelerin, 2001 krizi ile neticelendiği ve ülkeye ağır bir bedel ödettiği belirtilerek, krizin bedelinin kaçırılan fırsat maliyetlerini de içerdiğinden çok kolay hesaplanamamakla birlikte, sadece kamu maliyesine zararının 382 milyar lira olduğunun belirtildiği ifade edildi.

17 Aralık ile 28 Şubat'ı birleştiren nokta

İrtica adı altında toplumsal tepkiler oluşturmak ve bunları siyasal mekanizmalara kanalize etmek yoluyla şekillenen "28 Şubat"ın, esas itibariyle büyük sermayenin ve işbirlikçilerinin finansal menfaatleri tarafından tetiklenen bir süreç olduğu belirtilen raporda, 17 Aralık 2013 ve sonrasında gelişen sürecin de 28 Şubat'a bu açıdan oldukça benzerlik gösterdiği kaydedildi.

Raporda, bu sürecin 2013 Haziran ayındaki "Gezi olaylarıyla" da bağlantılı olduğuna işaret edilerek, şu ifadelere yer verildi:
"Türkiye 2013 yılının ilk yarısında piyasaların olumlu seyrettiği, iktisadi aktivitenin canlandığı, yeni projelerin hayat bulma yolunda ilerlediği ve faizlerin düşüşe geçerek taban yaptığı bir döneme şahitlik etti. Ancak tüm bu başarılar silsilesini takip eden günlerde Fed kararlarının soru işaretleri uyandırmasının ardından tetiklenen Gezi olayları, Türkiye'nin risk primini önemli ölçüde yukarı çekti ve piyasalardaki istikrarı alt üst etti. Buna karşın, başta kamu maliyesi olmak üzere ekonomideki güçlü göstergeler sayesinde ekonomi, bu ağır şokları kısa sürede bertaraf etti.

Döviz kurunun ciddi tırmanış yaşadığı bu dönemin etkileri yavaş da olsa atlatılmaya çalışılırken, 17 Aralık girişimleri ekonomiye ikinci bir darbe vurdu. Ülke risk primini ve buna bağlı olarak döviz kurunu daha da yüksek seviyelere çıkardı."

"Belli kesimler, Türkiye ekonomisi algısını bozmaya yönelik ciddi bir kampanya başlattı"

Bu gelişmeler yaşanırken, gerek yurt dışında gerekse yurt içinde belli kesimlerin, Türkiye ekonomisi algısını bozmaya yönelik ciddi bir kampanya başlattığı ve faizlerin yükseltilmemesi durumunda özellikle döviz piyasaları ve bunun etkileyeceği bileşenlerde önü alınamayacak olumsuz sonuçlar yaşanacağını ısrarla dile getirdikleri belirtilen raporda, şu değerlendirmelere yer verildi:

"Beklentileri bozan algı yönetiminin yanı sıra, döviz piyasaları faiz yükseltme baskısı kurma doğrultusunda sürekli spekülatif hareketlere maruz kaldı ancak Merkez Bankası'nın 28 Ocak 2014 tarihli Para Politikası Kurulu'nda aldığı faiz artırımı kararı neticesinde piyasada döviz kuru hareketlenmeleri azaldı. Bu ise faiz kararı öncesindeki gelişmelerin bu amaca yönelik olduğunu ispatlar nitelikteydi. Sonuç olarak, 28 Şubat'ta yaşanan faiz temelli rant arayışlarının, bugün faiz lobisi olarak adlandırılan benzer girişim yoluyla halen devam ettiği görülüyor.

Mevcudiyetini hala güçlü bir şekilde koruduğunu gösteren bu mekanizmanın 17 yıl içerisinde değişmeyen temel oyun planının ise çeşitli tetiklemelerle politik kaos yaratarak ülke ekonomisini kendi lehine manipüle etmek olduğu açıkça ortadadır. Bu nedenle, 17 Aralık süreci, finansal anlamda 17 yıl sonra yeniden yaşanan bir 'dejavu' olarak tanımlanabilir."


AA

Yorum Analiz Haberleri

"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye