15 Temmuz Sonrası TSK’da Yapılan Emekliye Ayırma ve Terfi İcraatlarının Mantığı

Yıldıray Oğur, bugünkü yazısında son YAŞ’ta kadrosuz kalan Tuğgeneral Ertuğrulgazi Özkürkçü örneğinden hareketle 15 Temmuz sonrası TSK’da yapılan terfi ve emekliye sevketmenin mantığını sorgulamış.

Konuyla ilgili yazısında Yüksek Askeri Şura sonrası kadrosuzluk gerekçesiyle emekliye sevk edilen Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı Tuğgeneral Ertuğrulgazi Özkürkçü örneğine dikkat çeken Yıldıray Oğur, darbeciler tarafından esir alınan ve darp edilen insanların yeni yapılanmada neden kadro dışı bırakıldığı sorusunu soruyor.

Yıldıray Oğur’un konuyla ilgili bugünkü Karar’da (28 Ağustos 2017) yayınlanan “Hikayeleri Tektipleştirmek” başlıklı yazısını ilginize sunuyoruz:

Geçen hafta gazetelerde küçük ama ilginç bir haber çıktı. Haber son Yüksek Askeri Şura sonrası kadrosuzluk sebebiyle emekliye sevk edilen Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı Tuğgeneral Ertuğrulgazi Özkürkçü’nün altı yıldır birlikte çalıştığı gazetecilere gönderdiği veda mektubuydu. Haberi ilginç yapan bir veda mektubu göndermesi değildi, mektubun alışılmadık içeriği ve bunun haber yapılmasına izin vermesiydi. Darbe akşamı Genelkurmay Başkanlığı'nda gözleri ve elleri bağlanarak gözaltına alınan sonra sabaha kadar Akıncı Üssü'nde rehin tutulan ve burada darp edilen Özkürkçü’nün duyulmasını istediği veda mektubu klasik bir veda mektubuna göre fazlasıyla sitemkardı: "15 Temmuz hain darbe girişimi gecesi Genelkurmay Karargahı'nda asker elbisesi giyen şerefsizlerce derdest edildim, direndim, mücadele ettim, iki hainden şiddetli darplar aldım... Yerimi, makamımı kaybederim korkusuyla zinhar yalana, dolana başvurmadım. Komutanlarımdan azar işitme, bulunduğum makamı bile kaybetme pahasına hep gerçekleri söyledim. Yanlış veya eksik olduğunu değerlendirdiğim bir konuda komutanlarımın hoşuna gitsin diye, savundukları düşüncelere de 'Çok güzel, muhteşem, doğrudur' demedim. Bu çok uzun süreçte maruz kaldığım haksız ithamları, yalanları ve vefasızlıkları artık bir kenara koyarak son sözümü söylüyorum; devlet anamdır, babamdır, eşimdir, kızlarımdır, namusumdur."

Geçen yıl terfi almış olmasına rağmen, darbecilerin hedefi olmuş, iki dil bilen bir komutana neden kadro bulunamadığını bilmiyoruz. O gece Genelkurmay'da, Kara Kuvvetleri'nde ya da İstanbul'daki düğünde darbeciler tarafından sert biçimde gözaltına alınıp Akıncı Üssü'ne getirilmiş 23 üst düzey komutan içinde daha önce de istifa edenler, emekliye sevk edilenler olmuştu. EDOK Komutanı Orgeneral Kemal Başoğlu, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Orgeneral İhsan Uyar mağduru oldukları darbenin hemen ardından üyesi oldukları YAŞ’a katılmadan istifa etmişlerdi (ya da ettirilmişlerdi). O gece kızının İstanbul'daki düğününde Hava Kuvvetleri Komutanı ve diğer komutanlarla birlikte derdest edilip Akıncı Üssü'ne getirilen Muharip Hava Kuvveti Komutanı Mehmet Şanver de darbeden bir süre istifa etmişti ama o diğerleri gibi sessiz kalmamış, gazetelere konuşmuş "Darbeden önce Fethullahçıların isimlerini Genelkurmay Başkanı'na anlatırken, Fethullahçı general de söylediklerimi not alıyordu... Genelkurmay'da bunları kim olduğunu bilmeyen yok ama darbeye kadar bunlara güvenmeye devam ettiler" demişti. O gece Genelkurmay'dan derdest edilerek Akıncı'ya götürülen birkaç üst düzey komutandan biri olan Genelkurmay İstihbarat Karşı Koyma ve Güvenlik Dairesi Başkanı Tuğgeneral Atilla Gökesaoğlu da darbeden sonra atanmayıp emekli edilenler arasında yer aldı. Gökesaoğlu, 2015 YAŞ'ından önce MİT'in Karargah'taki FETÖ'cü subaylarla ilgili hazırladığı raporu talep eden yazıyı yazan generaldi, ayrıca, Karargah'taki FETÖ'cü generallerle ilgili ihbar ve istihbaratları topladığı ve üst makamlarına bildirdiğiyle ilgili haberler çıkmıştı.

Kara Kuvvetleri Personel Daire Başkanı Tümgeneral Ömer Şevki Gençtürk de darbe gecesi Kara Kuvvetleri'nden derdest edilip Akıncı Üssü'ne götürülmüştü. Diğer komutanlıklarda FETÖ'nün eline geçmiş kritik bir koltukta oturan ama FETÖ'cülerin hedefindeki bir isim olması bile emekliye edilmesini engellemedi. Halbuki iddiananamede yer alan Zekai Aksakallı'nın ifadesine göre 2015'te "FETÖ'cü olarak bildiğimiz Kurmay Albay Fırat Alakuş ile Kurmay Albay Fatih Yarımbaş'ın Özel Kuvvetler Komutanlığı'na Grup Komutanı olarak atamaya çalıştıklarını, kendisinin buna engel olamadığını, Genelkurmay'ın planladığını söylediğini..." Aksakallı'ya söylemişti. Emekli edilen Ertuğrulgazi Özkürkçü’nün darbeden sonra savcıya verdiği ve Akıncı İddianamesi'ne giren ifadesi iddianameye göre Yurtta Sulh Konseyi'nin üç numaralı ismi olan Mehmet Dişli'nin darbedeki rolünü göstermesi açısından birinci elden bir tanıklıktı. Özkürkçü o gece "Mehmet Dişli'nin makam odasından çıkarak etrafı kontrol ettiğini, Mehmet Dişli'ye bir kişinin "Ne zaman tahliye edeceğiz?" diye sorduğunda Mehmet Dişli'nin "Şimdi değil talimat gelecek, haber gelecek bekleyin" dediğini aktarmış ve ifadesinde "darbe girişiminin Genelkurmay Başkanlığı yöneticisinin Tümgeneral Mehmet Dişli olduğunu" söylemişti. Bu iddianamede Mehmet Dişli aleyhine en net ifade. Dişli’nin aleyhine olan ikinci mağdur ifadesi Hulusi Akar’a ait.

İddianamede Dişli aleyhinde kullanılan 11 sanık ifadesinden ise ikisi darbedeki rolü hakkında net bir fikir veriyor. Onlardan biri olan Genelkurmay Başkanı Akar'ın yaveri Levent Türkkan'ın mahkemede ifadesini reddettiği için artık Dişli için tehlikeli değil. Fakat halen tutuklu olan Genelkurmay Plan Prensip Başkanı Salih Ulusoy'un "Mehmet Dişli'nin inanç olarak Fetullah Gülen grubuna kendini yakın hissettiği" ifadesini mahkemede tekrar edip etmeyeceğini göreceğiz. Ama ilginç olanı Dişli’nin FETÖ ilişkisinin darbeden tutuklu bir generalin dahi bilgisi dahilinde olan ve savcıya söylemekten çekinmediği bir bilgi olmasıydı. Mehmet Dişli, kariyerinin son 16 yılında Hulusi Akar’la birlikte çalışmış bir isim. Neredeyse her görev yerinde Akar’ı takip etmişti. Bu takip darbe günü de sürdü. Darbe gecesi saat 21.00'den 23.00 Genelkurmay'daki odasında, Genelkurmay'dan Akıncı Üssü'ne giden helikopterde, Akıncı Üssü'nde 9 saat boyunca tutulduğu yerde ve darbe sabahı Akıncı Üssü'nden başbakanlığa uçan helikopterde de Akar’la birlikteydi. Hatta iddianameye göre darbenin bastırılmasından sonra 16 Temmuz günü saat 15.30'a kadar da altı saat Başbakanlık'ta süren toplantılarda birlikteydiler.

Peki, Mehmet Dişli’nin darbeci olduğu ne zaman anlaşılmıştı ve gözaltına alınmıştı? Önce Hulusi Akar'ın 19 Temmuz 2016’da verdiği ifadeden hatırlayalım: "Akın Öztürk Paşa benim götürüleceğim anlaşılınca 'Komutanım ben de sizinle geleyim' diye söyledi. Ben pozisyonu itibarıyla ve gece boyunca şahsı ile yaşadığım izlenimler karşısında bunun uygun olmayacağını düşündüm ve 'Sen burada kal, kızının evi burada' dedim. Fakat sürekli ısrar ediyordu, onu üs binasında bırakıp çıktık. Araçla helikopter pistine gittik, orada pek çok helikopter vardı. Gelen giden, bir hareketlilik gözlemledim. Birisi bir helikopteri işaret etti ve onu çalıştırdılar. Fakat üsten kalkan helikopterlere ateş edilebileceğini birisi söyleyince Genelkurmay Başkanı'nın içerisinde olduğunun belirtilmesi gerekir gibi birşey söylendi. Hatta ben Mehmet Dişli'ye 'Sen de kal' dediğim hâlde bu hususu belirterek ben telefon ile irtibat kuracağım dedi. Helikopter hareket ederken telefon ile bu durumu bir yerlere iletti. Helikopter havada iken de bir yerler ile irtibat hâlindeydi. Sonuçta Çankaya Köşkü'ndeki Başbakanlığa iniş yaptık. Başbakanlık Müsteşarı bizi karşıladı. Ben ve peşimden Mehmet Dişli geldi. Açıkçası arkamdan gelenleri kontrol etmedim. Başbakanlık binasına girdik, bu şekilde ben de hürriyetime kavuştum. Müsteşar bey ile baş başa iken bana peşimden gelenin kim olduğunu sordu, ben yaşadığım olayları kısaca özetledim ve Mehmet Dişli'nin gözaltına alınmasının uygun olacağını değerlendirdim. Zaten bilahare gözaltı işlemi yapıldığını öğrendim..."

Ve Mehmet Dişli'nin 25 Aralık 2016’da verdiği ikinci ifadesi: "Bu arada Başbakan'ın Özel Kalem Müdürü Murat Albay aradı, durumu sordu 'Pistteyiz, hazırlık yapıyoruz' dedim. Bu arada havada uçaklar görüldü. Bir yerlere ateş ettiler, piste doğru, ben tekrar Murat Albay'ı aradım. 'Biz pistin ucundayız, birazdan havalanacağız, bu uçakların ikaz edilmesi lazım' dedim. Murat Albay bana 'Komutanım merak etmeyin ben Emekli Havacı Albayım, bizim Eskişehir'le bağlantımız var, güvenli, çıkabilirsiniz' dedi. Pilotlara Karargâh'a geçiyoruz dedim. Bir süre sonra Murat Albay tekrar aradı, Sayın Başbakan Karargâh'a değil Çankaya'ya geçmemizi, kendisinin de oraya geçeceğini iletti. Komutan'a arz ettim, pilotları ikaz ettim. Pilotlar son kontrolleri yaparken, Komutan helikopterin içerisinde bitkin bir vaziyette oturuyordu. Kafasını bana doğru çevirdi. 'Sağ ol evlat' dedi. Bir süre sonra 'Hazırlık yaptın mı ne diyeceğiz' dedi. Ben de 'Komutanım ne olduysa anlatacağız, başından beri birlikteyiz, aslında ben sizin için buradayım, sizin çağırdığınızı söylediler, Karargâh'a geldim, biraz daha geçseydi düğüne gitmiş olacaktım, o kartlarda yazılanları size iletmemi istediler, gerisi malum sizin önünüzde oldu her şey' dedim. Komutan kafasını salladı. O sırada helikopterler çalıştığı için bir daha konuşamadık. Biz 1 helikopter istemiştik, ancak 2 helikopter hareket etti, diğeri boştu, kimse binmedi. Saat 08.30 sularında Köşk'e indik. Köşk'te bizi Sayın Türkeş karşıladı. Daha sonra MSB Bakanı, ME Bakanı, Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı, MİT Müsteşarı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı karşıladı, Türkeş'in odasına girdiğimizde yer darlığı ile Bakanlar ve Komutanlar içeride kaldı, biz yan tarafa Özel Kalem'in olduğu yere geçtik. Bu esnada ben Karargâh'ı aramayı sürdürdüm. Akıncı'da kalan Akın Paşa ve Kubilay Paşa ile irtibatı sürdürdüm. Akın Paşa oradan hareket ederken helikopteri vuruldu, yaralandı, beni aradı, ateşin kesilmesi için Komutanın ve ilgili Bakanların emri ile Eskişehir'i aradım. Uzun süre onlarla görüştüm. Bu şekilde saat 15.30'a kadar oradaki kriz masasında görev yaptım. Buna başta Sayın Başbakanımız olmak üzere hepsi şahittir. Daha sonra ben yine Başbakanlık katında iken 2 polis memuru gelip sizin de bilginize başvurmamız lazım dediler. Bu sırada ben ağabeyim olan Şaban Dişli'ye bütün gece yaşananları özetliyordum. Ayrı bir odaya geçtik, orada bana Başbakan'ın korumaları tutanakta özet olarak Başbakan'ın Özel Kalem Müdürü Albay Murat'ın ifadesine göre benim Sayın Genelkurmay Başkanı'na kelepçe taktığım ve Albay Murat'ın bu nedenle şikayetçi olduğu belirtilmekte, ben bu ifade yanlış, Albay Murat'ın böyle bir konuyu bilmesi mümkün değil, olay mahallinde yoktu. Tam tersi Komutan'a kelepçe takılmaya ben mani oldum dedim ve bu tutanağı imzalamadım. Siz bilirsiniz dediler, oradan çıkıp Köşk'ün yanında bekleyen sivil polislere beni teslim ettiler. Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü Yabancılar şubesine 16/07/2016 günü saat 16.30 sularında getirildim. Orada üzerimdeki külot ve atlet hariç her şey çıkarıldı ve ters kelepçeli olarak nezarete atıldım. 18/07/2016 günü Mahkemeye çıkarıldım ve 19/07/2016 günü saat 02.00 sıralarında Sincan Cezaevi'ne teslim edildim..."

Bu ifadelere ve iddianameye göre Dişli, 16 Temmuz günü 15.30'dan sonra Çankaya'daki Başbakanlık binasında gözaltına alındı. Fakat nedense bütün Türkiye'nin inişini canlı olarak izlediği helikopterden Akar'ın arkasından çıkan Dişli'nin o gün Çankaya'da gözaltına alındığı gibi büyük bir haber 16 Temmuz günü hiçbir yerde duyulmadı. Dişli'nin gözaltına alındığı haberi ancak ertesi gün yani 17 Temmuz günü akşam saatlerinde ajanslara düştü. O halde şu soruyu sorabiliriz: Dişli ne zaman ve nerede gözaltına alınmıştı? İşte Akıncı İddianamesi'nde Akar ve Dişli'nin ifadesiyle çelişen bir başka ifade var. İfadenin sahibi de Korgeneral Zekai Aksakallı: "16 Temmuz 2016'da Genelkurmay Başkanı'nın kendisini aradığını, kendisinin Çankaya Başbakanlık Köşkü'nde olduğunu söylediğini ve yanına çağırdığını, sonrasında Çankaya Köşkü'ne giderek Genelkurmay Başkanı'nı oradan aldıklarını, konut bölgesine geldiklerini, oraya Kuvvet Komutanlarının da geldiğini, orada Tümgeneral Mehmet Dişli'nin olmadığını fark ettiğini, Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Engin Dinç’i arayarak Mehmet Dişli'nin yakalanmasını konuştuklarını..."

Bu ifadeye göre Dişli 16 Temmuz günü akşam saatlerine kadar henüz gözaltına değildi. Daha zayıf ihtimal Ankara'daki o gün darbecilerin gözaltılarını yapan Özel Kuvvetler ve Emniyet'in başındaki isimler Dişli’nin gözaltına alındığından haberdar değildi. Ayrıca basın da bunu duymamıştı. Resmi tutuklanma tarihi ise 18 Temmuz. Yani Akar'ın 19 Temmuz’daki Dişli aleyhindeki ifadesi, tutuklanmasından sonra verilmiş. Dişli'nin ikinci ifadesi ise 6 ay sonrasında, muhtemelen bütün ifadeleri okumuş olabileceği bir tarihe ait. Herhangi bir itirafta bulunmamasına rağmen, kendini savunmak için neden ikinci kez ifade verdiği sorusu da cevapsız. İddianameden çıkan bilgiler bu kadar. Bu iddianameyi yazan savcının da- ki darbe gecesi televizyonlara bağlanıp darbecilerin gözaltına alınacağını söylemişti- bir süre sonra bu davadan alındığını ekleyelim. Geçen yazının sonundaki sorulara cevap için artık bir tahminde bulunabiliriz: Belki de Cumhurbaşkanı'nın "karargahın talebiyle" olduğunu söylediği son tayinler, darbe öncesi ve darbe günü Genelkurmay'da yaşananlarla ilgili hikayenin tektipleştirilmesi için atılmış adımlardan biridir.

 

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!