AKP Özeleştiri Yapmalı Ama
Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz sonrası tüm partilerin özeleştiri yapması çağrısına ben de katılıyorum. Ancak farklı açılardan bir özeleştiri talebi benimkisi. Zira Kılıçdaroğlu’nun özeleştiri çağrısı AKP’nin CHP’leşmesi yönünde bir talebi içermekte olup, özeleştiriden ziyade intihar çağrısı aslında.
Bence bazı AK Partililerin de temayül gösterdiği bu özeleştiri talebinin tam aksi yönde bir özeleştiri yapılmalı, AKP bir an önce milli irade ve hakimiyeti milliye ile laiklik ve Kemalizmin paradoksu konusunda özeleştiri yaparak netleşmeli, bu konudaki ikircikli dil ve tutumdan kurtulmalıdır.
15 Temmuza kadar bu ikircikli dile belki mahkumdu ama, artık bu zaruriyet ortadan kalkmış durumda ve sonraki süreçte bu ikircikli dili devam ettirirse, ciddi zararlar oluşturacak ve bu prangalardan kurtulma imkanını heba edecek.
AKP İle CHP İsim Değiştirmeli
100 yıllık Türkiye tarihi ve son 15 Temmuz Fetöcü darbe girişiminde yaşananlar, AKP ile CHP’nin isimlerini karşılıklı değiştirmeleri gerektiğini bir kez daha bariz olarak ortaya koymuştur. Fiiliyatta halkın ezici çoğunluğunun gerçek iradesinin temsilcisi olan AKP, artık fiiliyatıyla müsemma bir isim olan CHP ismini almalıdır. Zira Cumhur Halkın iradesini temsil etmektedir.
Fiiliyatta Alevi ve Kemalist vesayetçilerin Partisi olan CHP’ye ise, AKP (Alevi -Kemalist Partisi) ismi daha uygundur. Eğer bu isim değişikliği gerçekleştirilirse, kendilerine AK Partimi, yoksa AKEPE’mi derler, kendilerinin bileceği iştir, bizi ilgilendirmez.
AK Parti İsmini Fiiliyata Geçirmelidir
Bir diğer hususta, Adalet ve Kalkınma Partisi olarak kendisini niteleyen AK Partinin, ismini tam olarak fiiliyata geçirmesidir. Kalkınma konusunda söylenecek çok fazla bir şey yok, bu konuda isimlerinin hakkını veriyor, fiiliyata geçiriyorlar. Lakin adalet konusunda aynı performansı gösteremiyorlar. Bu alanda da gelmiş geçmiş diğer partilere fark atmakla beraber, kalkınma konusundaki performanslarını adalet konusunda gösteremiyorlar maalesef.
Elbette AKP sosyal adaleti sağlama konusunda, özellikle sağlık ve sosyal güvenlik kurumu ile dezavantajlı konumda olan kişiler açısından sosyal adaleti sağlayıcı önemli adımlar attı ve hepimiz bunu fiilen görüyoruz.
Emeğin Hakkı Verilmelidir
Lakin emek ve işçi güvenliği konusunda henüz yeterli yol alınabilmiş değil. Özellikle devletteki personelin çoğu salla başı al maaşı parolasıyla 3 ile 5 milyon arasında maaş alırken, alnından kuyruk sokumuna kadar terleyip te bu miktarlara epey aşağılardan bakacak şekilde asgari ücrete talim eden gerçek emekçilerin hakkı verilmeli, bu konuda bir şekilde sosyal adalet sağlanmalıdır.
Piyasa ekonomisi şartlarında işveren tarafından bu ücret verilemiyorsa, devlet asgari ücretten vergi alınmaması, SSK primlerini devletin vermesi, işçiye devlet tarafından asgari devlet memuru maaşını tamamlayacak teşvik verilmesi gibi tedbirler alarak, asgari ücreti en düşük devlet memuru maaşı seviyesine mutlaka çıkarmalıdır.
Yol Sorunu Pek Kalmadı Ama Yolsuzluk Hala Sorun
AKP’den önce hem yol (kalkınma) hem de yolsuzluk (adalet) sorunu vardı. AKP yol sorununu önemli ölçüde ortadan kaldırdı ve bu alanda gerçekten de iddia ettiği gibi bir süreç içinde muasır medeniyetler seviyesini geçecek gibi görünüyor.
Yolsuzluk sorununda da geçmişe göre ciddi adımlar atmış olsa da, hala yolsuzluk sorununu istenilen seviye de ortadan kaldırmış değil. Bu alanda hala ciddi sorunlar var ve alınan mesafeden geriye gidiş emareleri daha kuvvetli üstelik.
DP – AP – DYP – ANAP – AKP Çizgisi
DP dönemini görmedim, lakin devamı niteliğindeki AP ile AKP’nin öncüsü sayılabilecek ANAP ve bilahare tekrar AP’nin devamı niteliğindeki DYP dönemlerini gördüm.
Elbette ki ne ANAP ile AP tıpatıp aynı idi, ne de AKP ile ANAP tıpatıp aynı. Hele AKP’yi ANAP’la bir veya yakın tutmak bile haksızlık olur. Lakin, bu partilerin özellikle mahalli bazdaki yapılanmalarında aynı tip insan tipolojisinin hakim olduğu ve özellikle son yıllarda AKP’nin mahalli bazda neredeyse ANAP’laştığı da inkar edilemez bir realite.
AK Partinin Yereldeki Çıkmazları
Benim ve meseleyle ilgili objektif bakabilen hakkaniyetli tanıdıklarımın kanaati, taşra teşkilatı ve belediyeler bazında durumunun hiç iyi olmadığı yönde. Öncelikle AK Partinin kuruluşunda belkemiğini oluşturan Milli Görüş kökenli kişilerin teşkilat, Belediye ve kurumlardan dışlandığı ve daha ziyade her dönemin adamı olan kişiliksiz tiplerle milliyetçi kökenli kişilerin buralara hakim olduğu görülüyor.
Yönetici kadroları ve işe almalarda liyakat ve dürüstlük (ve hatta İslami duyarlılık) değil, eş dost ve menfaat ilişkilerinin hakim olduğu kanaati yaygın. Bunlar bizim yerelde ve çok ilgili olmamamıza rağmen uzaktan adeta gözümüzün içine sokulan sıkıntılar.
Duyduklarımızın ve iddiaların hepsi doğru olmasa bile, ateş olmayan yerden dumanın çıkmayacağı da bir vakıa. Ak partinin yanlışlarını saklamak davaya hizmet değil, ihanettir. Zafer değil, hezimet getirir. Zafer kendi aleyhine bile olsa hakka şahitlik edenlerindir. Bu kadrolarla, bu dalaverelerle hakka hizmet edilemez, hak zafere erişilemez.
İşe Göre Adam Değil, Adama Göre İş
Türkiye’nin makus talihidir, işe göre adam yerine adama göre iş sorunu. Özellikle daha önce ANASOL-M koalisyonu esnasında getirilen merkezi sınav sistemi ile bu sorunda ciddi mesafeler alınmış olmasına rağmen (Fetö’nün korsan uygulamaları hariç) hala torpil, adam kayırma, grupçuluk, particilik gibi adaletsizliklerin önüne geçilebilmiş değil ve özellikle son yıllarda bu alanda olumlu gelişmeler bir yana, olumsuz yönde gelişmeler söz konusu.
Mesela, devlet memurlarının merkezi sistem puanına göre yerleştirilmesi uygulaması, mevcut durumda en adaletli uygulama idi (Fetöcülerin istismarları hariç.) Ne var ki özellikle son yıllarda Fetöcüleri engellemek iddiasıyla getirilen mülakat sistemi, bu konudaki adaleti de yerle bir etmeye aday görünüyor.
Ekim Ayı Öğretmen Atamalarında Bariz Adaletsizlikler Ve Pis Kokular
Mesela Ekim ayında yapılan öğretmen atamalarında pis kokular geliyor. 2 yazılı imtihan notunu dikkate almayarak, keyfi mülakat notuyla yerleştirme yapılması (en azından yazılı imtihanlarla mülakat notunun ortalaması alınabilirdi); bazı il merkezlerinde uzun yıllardır dışarıdan gelemeyen öğretmenlere açılmayan kadroların açılarak, verilen yüksek mülakat notlarıyla torpillilerin bu kadrolara 6 yıl çakılması ve üstelik doğu illerinde mecburi hizmetten kurtarılmalarına dair ciddi iddialar var.
Sadece Ekim ayı öğretmen atamalarında yaşanan adaletsizlikler bile, mülakat sisteminin nasıl büyük bir haksızlık potansiyeli olduğunu ortaya çıkmış durumda olmasına rağmen, Öğretmenlere getirilen mülakat sisteminin tüm memur alımlarına teşmil edileceği yönünde iktidar beyanlarını taaccüple karşılamamak mümkün değil doğrusu.
Mesele Üzüm Yemekse Eğer
Eğer mülakatla istenen Fetöcü yada PKK’lıları devlet kadrolarından uzak tutmak ise, bunu sağlamanın hiçte zor olmadığı ortada. Güvenlik soruşturması vs. ile bunu daha iyi yaparsınız. Ama 5 dakikalık mülakatla bunun nasıl tespit edileceğini anlamak mümkün değil.
AKP eğer bu yada başka amaçlarla tüm memuriyet atamalarına mülakat sistemi getirirse, istese bile adam kayırmanın önüne geçemez ve çok büyük adaletsizliklere meydan vermiş olur ve bu uygulamanın altında kalması mukadderdir.
Üstelik memuriyet alanında adalet konusunda tekrar 15 yıl önceye dönmüş, Ecevit ve Anasol-D’den daha geriye gitmiş olur. Fetönün kayırmalarını lanetlerken yüzbinleri torpile yönlendirmek, milletvekilleri ve yerel siyasetçilerin kapısında 15 yıl öncesi gibi torpil kuyruğuna sokmak, doğrusu adaletin neresiyle bağdaşıyor, anlamak mümkün değil.
AK Partinin Fetöcüleri Nerede?
Başta ordu ve yargı olmak üzere, neredeyse temizlikçilere kadar Fetöcü temizliği yapıldığı bir ortamda, AK Parti kadrolarında ciddi bir Fetöcü temizliği yapılmadığı görülüyor. Bu durum acaba AK Partinin Fetöcülerden temiz olmasından mı, yoksa var oldukları halde bilinmemesinden mi, yoksa bilindiği halde bazı pragmatist hesaplardan mı kaynaklanıyor, bilemiyorum.
AK Partinin Türkiye çapında Fetöden ne kadar temiz olup olmadığı konusunda bir kanaatim yok. Ama ikamet ettiğim yerde bu konuda ciddi iddialar var ve kimse de üstüne gitmiyor, bunu biliyorum.
Ak Partideki Tuzluklar Temizlendi mi?
AK Parti yargıdan orduya her kesimi Fetöden temizliyor temizlemesine de (hatta aşırı temizlikle alakasız kişileri de temizliyor), henüz kendi içindeki Fetöcülere sıra gelmiş görünmüyor. Oysa asıl darbe vuracak olan, temizliği engelleyen bu tuzluklar.
Üstelik bunlar sadece Fetöcü temizliğini engellemekle kalmıyor, Fetöcü olmayan bazı muhaliflerin Fetöcü ayağına ortadan kaldırılmasına da sebep oluyorlar.
Erdoğan’ın sadece yaverleri değil hain olan, Parti içinde de bol miktarda bunlardan olabilir ve bunlar her an patlamaya hazır bomba konumundadırlar.
Hainlerden Taraf Olma!
Bizim hainimiz daha iyi değil, daha kötüdür. Zira başkalarının hainliği kendilerine, bizim hainliğimiz İslam’a zarar verir. Bu nedenle özellikle İslam adına ortaya çıkan ve icraat bulunan (yada öyle algılanan) kişi ve kesimleri adil ölçülerde eleştirmek, kendi nefsimiz aleyhine bile olsa hakka şahitlik esas olmalıdır.
Muhaliflerimiz sadece Müslümanlara vuruyor, uyduruk yada gerçek her yolsuzluk iddiasına atlıyor, bizim taraf için ayakkabı kutularından devasa yolsuzluklar çıkartırken, kendi yandaşlarının rezidanslarını ayakkabılarının içine sokup kaybetmekte beis görmüyorlar.
Bu onlara yakışır ama, bizlere yakışmaz. Bizler hem nalına hem mıhına vurmalı, sadece onlardan değil, bizden yanlış yapanları teşhis ve mahkum etmeli, muhalif taraftan da gelse her türlü yolsuzluk iddiasını ciddi olarak inceleyip, gerçeklik payı bulunanlar üzerinde ise ciddiyetle durarak gerçeği mutlaka ortaya çıkarmalıyız.
Ne AK Partili, Ne de AK Partisiz?
Nasıl ki 15 Temmuz gecesi hattı müdafaa değil sathı müdafaa ile bulunduğumuz yerlerde direnişe geçti isek, aynı şekilde bulunduğumuz yerlerdeki müfsedete müdahil olmak durumundayız.
AK Partili değiliz ama, bulunduğumuz geçiş süreci bizleri AK Parti ile kader ortaklığına icbar ediyor, tıpkı 15 Temmuz gecesi gibi. Yani AK Parti sevsek te sevmesek te mevcut realitede tabii müttefikimiz.
Bu nedenle AK Partiden bize ne demeden, AK Partinin arınma ve temizlenmesi için, dışarıdan yapıcı eleştiri ve çaba içinde olmamız elzemdir ve bu lüzum 15 Temmuz gecesi direnişinden daha hafif değildir.