15 Temmuz Kürtler ve HDP/PKK

SERDAR BÜLENT YILMAZ

15Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı tarafından sokağa çağrılan halk, adeta bir destan yazarak darbeyi “girişim” kalmaya mahkum etti. Son asker de silahını teslim edinceye kadar evlerine dönmediler. Sonrasında ise darbe kesin olarak bastırıldıktan sonra her gece meydanlarda eylemlerini sürdürdüler. Yenikapı’ya sığmayan milyonlarca insan artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı gerçeğini kanlarıyla ve terleriyle mühürledi.

Elbette darbenin başarısız olmasını istemeyen, Erdoğan’ın ve AK Parti’nin süreçten karlı çıkacağını hesap eden çevreler de oldu. Bunların başında tabii ki Türk solu geliyor. Bugüne kadar darbe karşıtlığı söylemini adeta bir endüstriye çeviren, demokratlığı sömüre sömüre posasını çıkaran sahtekârların makyajları 15 Temmuz gecesi döküldü.

Özellikle ilk saatlerde dut yemiş bülbüle dönüşenleri darbenin sessiz destekçilerinden saymak gerekiyor. TÜSİAD, TİSK, DİSK, KESK, bu kesimlere yakın insan hakları dernekleri, medyaları ve sol örgütler “bekle gör” politikası uyguladı. Sonrasında bunların bir kısmı darbe başarısız olunca bir bir açıklama yaparak darbeyi sözde kınadı. Ama ne meydanlarda görebildik ne de sosyal medyada bu kendilerini. Birkaç cümlelik açıklamaların ardından bir daha kendilerinden haber alınamayanlar yanında, darbeye nasıl da karşı koyduklarını ileri sürenler, hayali kahramanlık öyküleri yazanlar da oldu.

HDP’nin darbeyle imtihanı

Bu ikinciler sürecin yeni bir paradigmanın inşasına doğru gittiğini gördüler ve süreci AK Parti’nin tek başına yürütmemesi için direnişin bir parçasıymış gibi kendilerini göstermeye, kendilerini bir partner olarak dayatmaya kalktılar. Öte yandan da “ne darbe ne dikta” söylemine sarılarak Batı’ya mesajlarını vermekten de geri durmadılar. Solun bu ikiyüzlülüğüne alıştık artık. Solun artık irabta mahalli olmadığını kendileri de biliyor.

Peki, Türk solu böyle de Kürt solu farklı mı? Dindar bir sosyolojinin üzerine bir vampir gibi çöreklenmiş olan PKK/HDP bu süreçte yoldaşlarından farklı davranmadı. Uzun bir sessizlikten sonra, darbenin başarısız olacağı, emir komuta zinciri içinde yapılmadığı anlaşılınca siyasi partiler içinde darbeyi son kınayanlar oldular. HDP tavrını açıklayan anahtar kelimeler; ikircik, tereddüt, hesapçılıktır.

Bu süreçte PKK/HDP ikiyüzlü bir politika izledi. Bir yandan darbeyi kınarken, darbe karşıtı eylemler yaparken, diğer yandan darbe karşıtı direnişi itibarsızlaştırmaya, kendi tabanını o atmosferi dışında tutmaya çalıştı. Darbe karşıtı söylemle, tiyatro söylemi aynı anda sudur etti HDP/PKK’dan.

PKK her zamanki gibi Kürtleri gerçeklikten koparmanın ve kendi yarattığı simülasyonun içine çekmenin hesaplarını yaptı. HDP, meclisteki tarihi oturumda yerini alıp darbe karşıtı açıklama yaparken, HDP’nin trolleri sosyal medyadan  “tiyatro” algısını yaymaya çalışıyordu. Nitekim darbeye tiyatro diyerek çift yüzlü politikanın gereğini yaptı. PKK’nın tabanını direniş ruhuna kapatmak için alttan alta yaygınlaştırmaya çalıştığı “darbe tiyatrodur” söylemini “samanlık kahramanı” Ertuğrul Kürkçü, o “derin” tiyatro tecrübesiyle en açık biçimde ortaya koyan kişi oldu:

“Tayyip Erdoğan’ın alelacele, mutlaka bir kanal bularak sokaklara çıkılması yönündeki telkini yapmak için çırpınmış olması, bizzat darbe simülasyonunun parçasıdır. ‘Böyle bir durumda Reis bizzat çağrı yapmadıkça sokaklara dökülünmeyecektir’ veya ‘Bizzat Reis çağrı yaptığında sokağa çıkılacaktır’ gibi bir arka planının olması gerekir ki, karşı koyma hareketi zaten o noktadan sonra başlamıştı. AKP’nin darbe karşıtı bir hazırlığı yoksa, kitlenin bu kadar hızlı organize olabileceğini düşünmek için ben bir neden göremiyorum.”

Küresel kuşatmanın en büyük hamlesini yaptığı bir olayda HDP halkı evde tutarak darbeye pasif destek verdi. Bununla yetinmedi direniş ruhunun Kürtlere uğramaması için gündem saptırmaya kalktı.

Yine o joker:Apo

Bu amaçla kullandığı jokeri yine oyuna soktu: Apo! Darbe gecesinden beri Apo’dan haber alınamadığı iddiasıyla Kürtleri sokağa çağırdı. Bütün Türkiye darbe için sokaklara dökülürken, HDP/PKK, Kürtleri Apo için sokaklara, serhildana çağırdı.

Bu çağrılardan birini yapan DTK eşbaşkanı Hatip Dicle Apo üzerinden, darbeyi savuşturan Erdoğan’ı Mursi’nin akıbetiyle tehdit ediyor:

“Öcalan’dan haber alınıncaya kadar meydanlarda olacak, sabrımızın son noktasına dayandığını göstereceğiz. Yeni milliyetçi cephe oluştuğunu görüyoruz. Alevileri, Kürtleri, demokratik güçleri tasfiyeye yöneleceklerini görüyoruz. Eğer böyle devam ederse akıbeti Mursi olur.”

Örgütün niyeti, dalga dalga büyüyen direnişi gölgelemek, Kürtlerin gündemini ayırmak ve Kürtleri bu “kurucu kitle”den uzak tutmak.

HDP/PKK, Apo ajitasyonunu büyüterek, çukur teröründen sonra üzerindeki etkisini giderek kaybettiği tabanını yeniden canlandırmayı ve 15 Ağustos’ta bir büyük kalkışmayı da planlıyor. Tutar mı, tutmaz! Belki de “14 Ağustos’u bekleyin” diyenler aslında 15 Ağustos’u ima ediyordur, kim bilir?

KCK yürütme konseyi üyesi Sabri Ok da; Öcalan’dan haber alınamadığı iddiası üzerinden “Böyle devam ederse belki kesintisiz ve sonsuz bir savaşın ilanı olur. Kürt halkının sabrı olmayacaktır. Durum ciddidir. Halkımız seferber olmalı.” şeklinde tehditler savuruyor. HDP ise darbe karşıtı mitingler düzenleyerek, Kürtleri darbe karşıtı atmosferden tecrit etmeye çalıştı. Zira düzenlediği mitinglerde darbeden çok Öcalan hassasiyeti oluşturulmak istendi.

HDP/PKK’ya rağmen, Türkiye’nin bütün vilayetlerinde milyonlarca Kürt meydanlara çıktı. Üstelik doğuda belediyeler HDP’li olduğundan halk batıdan farklı olarak ciddi bir hiç belediye desteği alamadan “direniş nöbetlerini” yaklaşık bir ay boyunca sürdürdü.

Kürtleri PKK/HDP’den ibaret sanan “yarı aydınlar” ise, bu gerçeği görmeyi istemedi. Bunun yerine HDP’nin Yenikapı’ya çağrılmaması nedeniyle “Yenikakapı’dan Kürtler dışlandı” diye ahkâm kestiler. Bu yarı aydınların Kürt’ten kastettiği PKK’dan başkası değil.

Cengiz Kapmaz, bu saptırmaya karşı şu haklı itirazı yapıyor: “Darbe gecesi meydanlara çıkmamış, tabanına evden çıkılmamasını emretmiş, böylece darbenin durdurulmasında hiç ama hiçbir katkısı bulunmamış bir siyasi parti, söyler misiniz, darbe gecesi kendisini panzerlere, tanklara, toplara, mitralyözlere siper ve hedef yapmış direnişçilerin karşısına hangi yüzle çıkacaktı.” (Cengiz Kapmaz, Yenikapı’da HDP yoktu ama Kürtler vardı. 8.8.2016. Serbestiyet)

Her darbe döneminin en ağır zulümlerine maruz kalan, Diyarbekir Cezaevi kâbusunu yaşayan, darbe sonrası dili yasaklanan Kürtler, ne kadar “irrasyonalize” edilirlerse edilsinler bunları unutacak değiller. Unutmadılar da. Bunu da 15 Temmuz’dan beri gösteriyorlar.

Ancak buna karşın HDP, kendisine sıkı sıkıya bağlı bir kesimi direniş nöbetlerinden uzak tutmayı başardı. Tiyatro söyleminin inanılmasa da dillendirildiği bir kitle elde edilebildi. HDP/PKK, on yıldır üzerinde çalıştığı Erdoğan düşmanlığı ile belli bir “kesin inançlı” kitleyi irrasyonalize edebiliyor artık.

Son koz PKK

Maalesef, bölgedeki bazı basiretsiz yöneticiler milliyetçi söylem ve marşları öne çıkararak belli bir kitlenin eylemlerden uzak kalmasına neden oldu. Bunun dışında bölgede belirli bir etkisi olan bir siyasi partinin de bayrak ve sloganlarıyla, arkasındaki pek de iyi imajı olmayan illegal örgütü öne çıkararak, eylemleri sahiplenmeye çalışması da aynı olumsuzluğa hizmet etti. Oysa daha sağduyulu, daha kuşatıcı, bölgenin hassasiyetlerine daha uygun bir eylemlilik biçimi geliştirilebilirdi. Bu da bölgede zaten güçlü olan katılımı daha da güçlü kılabilirdi.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen, bölgede halk ilk andan itibaren darbe girişimine karşı sokaklara çıkarak ve alanları boşaltmayarak HDP/PKK’nın saptırmalarına rağmen geleceğine sahip çıktı. FETÖ’nün bu başarısız darbe girişiminden sonra küresel efendileri için kullanılabilirliğini yitirdiğini söyleyebiliriz. FETÖ, son KHK’lardan sonra artık kullanışlı bir enstrüman olmaktan çıkmıştır.

Küresel emperyalizmin / üst aklın elinde son bir koz olarak PKK kaldı. Suriye’de PYD üzerinden Batı tarafından büyütülen, silahlandırılan, eğitilen ve devletleştirilen PKK, bu yeni süreçte daha aktif olarak sahaya sürülecektir. PKK da tam olarak bu role talip. Sık sık Batı’ya “Sizi AK Parti, Erdoğan ve İslamcılıktan ancak biz kurtarabiliriz, bölgede laikliğin teminatı biziz” mesajını vermesi bundan.

Örgütün en yetkili isimleri, PKK’nın tek hedefinin silahlı bir kalkışma ile AK Parti’yi iktidardan indirmek olduğunu işte bu rolü kapmak için tekrarlıyor. Mesela İngiliz Times gazetesine konuşan KCK Eş Başkanı Cemil Bayık, artık temel hedeflerinin Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin çöküşü olduğunu söyleyip eklemişti 15 Mart 2016 tarihinde: “Erdoğan’ı ve AKP’yi devirmek istiyoruz. Erdoğan ve AKP devrilmedikçe, Türkiye asla demokratik bir ülke olamaz.”

FETÖ’den umudu kesen üst akıl PKK’yı yeniden ve belki de daha yıkıcı bir şekilde devreye sokacak. Bu nedenle yeni bir kanlı sürece hazırlıklı olmak gerekiyor.

Devlet bu süreçte sadece istihbarat ve askeri zaaflar konusunu çözmemeli, yanı sıra ve daha ciddi olarak Kürt meselesi ve PKK sorununu yapısal bir şekilde üst aklın / emperyalizmin elinde bir koz olmaktan çıkarmalıdır. Unutmamak gerekir ki, 15 Temmuz kanlı darbe girişimini sevk ve idare eden üst akılla çözüm sürecini bozan, çukur terörünü başlatan akıl aynıdır.

TSK’nın büyük bir reforma tabi tutulduğu, Dink cinayeti ve Roboski de dâhil, geriye dönük yaşanan birçok elim hadisenin yeniden incelenmeye başlandığı, devletin yeniden yapılandırılmasının çok açık ve net bir şekilde ifade edildiği bir ortamı yaşıyoruz.

Kürtler PKK’nın söyleminin ve şiddetini artırdığı terör eylemlerinin bu gelişmelerin neresine oturduğunu gördüklerini 15 Temmuz direniş hattına verdikleri destekle gösterdiler. Paradigmanın değişmeye başladığı bu süreçte Türkiye yeniden inşa ediliyor ve Kürtler de bu inşanın ortağı olma kararlılığını ortaya koydu. Bu süreçte şiddetle aralarına koyacakları mesafe ve inşa sürecine verecekleri destek oranında Yeni Türkiye’nin kurucu unsurlarından biri olmuş olabilecekler. Bu yeni inşa sürecine katılım göstermeyen bazı Kürtler ve bazı Türkler ise tarih dışı kalacak, tarihin tozlu köşelerine atılacaklar.

STAR