15 Temmuz Darbe Girişimi ve Bozulan Dört Ezber

İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Berdal Aral , Karar’da kaleme aldığı yazısında 15 Temmuz darbe girişimi karşısında direnen kitlelerin bozduğu ezberleri tahlil ediyor.

Berdal Aral’ın “15 Temmuz Darbe Girişimi ve Bozulan Dört Ezber” başlıklı yazısı şöyle:

15 Temmuz 2016’da milli iradeyi hedef alan FETÖ’cü askerî darbe girişimi hususiyetle halkımızın ve sivil siyaseti temsil eden kurumların şanlı direnişi sonucu bastırıldı. Bu darbe girişimi sonrasında bu ülkeye ve topluma dair birçok ezberin bozulmuş bulunduğunu görmemiz gerekiyor. Bu yazımızda bozulan ezberlerden dört tanesi üzerinde durulacaktır.

Ezber 1: 

Türkiye’de milliyetçi-muhafazakâr kesim asker karşısında süt dökmüş kedi gibi suspus olup teslim olur. Onlardan demokrasi ve özgürlük adına bir direniş beklemek hayâldir.

El-cevap: Hayır, tam aksine bu darbe girişimi karşısında yüz binlerle belki milyonlarla sokağa çıkan halkımızın kahir ekseriyeti, bu ülkedeki birçok ‘aydın’ın “sağcı” diyerek küçümsediği milliyetçi-muhafazakâr kesimden başkası değildi. Buna karşılık, kendisini “sol/sosyal demokrat/Atatürkçü” olarak tanımlayanların büyük bir çoğunluğu o meşum gecede, kuşkusuz darbeye genelde sıcak bakmamakla birlikte, direnişe katılmak yerine evlerinde oturmayı tercih ettiler. Bugün eğer bu ülkede demokrasi darbecilerden “kurtarıldıysa”, bu kesimler bilmelidirler ki, biz hepimiz bugün bu ülkede özgürce soluk alabiliyorsak, bunu en çok, solcuların/Atatürkçülerin geçmişte çoğu zaman “siyasî özne” muamelesi yapmaktan bile imtina ettikleri milliyetçi-muhafazakâr kesimin içinden çıkan direnişçilere borçluyuz. 

Ezber 2: 

Bir yönetim tarzı olarak “demokrasi”, ancak ve ancak “laik” ve “çağdaş” yaşam biçimini benimsemiş orta sınıfların omuzlarında yükselebilir. Ah, keşke tüm “Türkler”, dini ve gelenekleri bir tarafa bırakıp  “laik” ve “çağdaş” olabilselerdi; o zaman birinci sınıf demokrasi olabilecektik.   

El-cevap: Bu görüş, Batı-dışı toplumları “edilgen” kılmayı hedefleyen, bunları Batılı mütehakkim güçlerin sultası altında tutmak isteyen oryantalist bir yaklaşımdır. Bu düşünce biçimi, Batılı değer ve paradigmaları insanlığın ulaşması gereken “evrensel” bir değer olarak görmesi itibarıyla da, baskıcı, totaliter ve tek tipçi bir yaklaşımdır. Ne yazık ki, “okumuş Türk aydını” onlarca yıldır bu kısır ve önyargılı görüşü eğitim ve medya kanalıyla Türkiye toplumuna “pazarlamaktadır”. Oysa biliyoruz ki, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yönetime geldiği 2002 yılından bu yana Türkiye’de demokratik dönüşüm sürecinin lokomotifi dindarlar/milliyetçi-muhafazakârlar oldu. 1950’lerde Demokrat Parti’nin iktidarı döneminde yaşanan demokratik tecrübe de, 1983-93 yılları arasında Turgut Özal’ın liderliğinde yaşanan sivilleşme süreci de yine en büyük desteği, (laik) okumuş yazmışların istenmeyen kendi ötekileri olarak kurguladıkları “sağcı”lardan almıştır. Buna karşılık kendisini “solcu ve/veya Atatürkçü” olarak gören toplum kesimleri Türkiye’deki hiçbir askerî darbeye açıkça direnmedikleri gibi, bunların kahir ekseriyeti 1960 darbesi ile 1997 postmodern darbesini can-ı gönülden desteklemişlerdir. Dindarlık demokrasi adına bir handikap olmaktan ziyade aslında bir imkândır; çünkü inanmış bir Müslüman için vatanını iç ve dış işgale karşı korumak, adaletli olmak, zulme karşı çıkmak ve yöneticilerin seçiminde sözüne kulak verilmesini talep etmek dinin en temel esasları arasında yer almaktadır.

Ezber 3: 

Türkiye’de demokrasi ve insan haklarının tahkim edilmesi ve hukuk devletinin kurumsallaştırılması için, ülkemizin Batı ile geniş kapsamlı ittifakını devam ettirmesi gerekir. Aksi takdirde hem dış politikada başımıza olmayacak işler açılır, hem de demokrasi ve insan hakları yolunda tökezleriz. 

El-cevap: 15 Temmuz darbe girişimi karşısında hem Avrupa ülkeleri hem de ABD Türkiye demokrasisini savunma konusunda en küçük bir katkı sunmamışlardır.Aksine, Batı başkentleri tavır ve tutumlarıyla darbecilerin tarafında olduklarını açık ederlerken, Batı medyası haber ve yorumlarıyla Türkiye’deki darbe girişimini ve/veya darbeye karşı verilen soylu demokratik direnişi önemsizleştirme yoluna gitmiştir. Açıkça görülmüştür ki, son yıllarda giderek güçlenen ve dış politikada izzetli bir duruş sergileyen Türkiye’nin bir askerî darbeyle durdurulması, Batı’nın ve genel olarak küresel emperyalizmin menfaatleri açısından, demokratik bir rejimle yönetilmesinden evlâdır. Zaten Batı, söz gelimi, İslam dünyasında demokrasi konusundaki hazımsızlığını Soğuk Savaş sonrasında defalarca sergilemiş bulunuyor: 1992’de Cezayir’de ikinci tur seçimlerde İslamcıların iktidara gelmesini önlemek için yönetime el koyan ordunun desteklenmesi; 1999’da Pakistan’da gerçekleşen askerî darbenin desteklenmesi; 2006’da Filistin halkının serbest seçimlerle iktidara getirdiği Hamas yönetimine boykot uygulanması; Mısır’da Mursi yönetimine karşı 2013’te yapılan askerî darbenin desteklenmesi.

Ezber 4: 

Batı medyası özgür ve çoğulcudur. Pek çok farklı dünya görüşü ve bakış açısı Batı medyasında kendisine yer bulabilir.

El-cevap: Ülkemizdeki 15 Temmuz darbe girişimi karşısında, kendisini “demokrasi ve özgürlük havarisi” olarak lanse etmeyi iyi beceren Batı dünyasının sözüm ona “çoğulcu medyası” bu korkunç ihanet darbesini önemsizleştirmek, buna karşılık darbeye direnen siyaset kurumunu ve halkımızı “kötücül” göstermek için her türlü göz boyacılığını yapmıştır. Hem yazılı hem de görsel medya âdeta tek merkezden yönlendiriliyormuş gibi, Türkiye’deki darbeyi çarpıtmak için bütün imkânlarını seferber etmiştir. Bu devasa önyargılar gayyası içinde, tabiidir ki, Batı medyası bu darbenin akim kalışının Türkiye’de demokrasinin zaferi olduğunu kabul etmemekte ısrar etmişlerdir. Böylesine tek düze ve sinir bozucu bir sığlığa karşılık, bazı okumuş yazmışlar, ihtimal, “çoğulcu” Batı medyası içinde muhalif seslerin her daim bol miktarda arz-ı endam ettiğini ileri süreceklerdir. O halde bu noktada ana akımdan uzak durabileceği varsayılabilecek iki “farklı” sese kulak vermekte yarar olabilir.  Birinci örneğimiz, pek çok yazısında Batı emperyalizmini ve Batı’nın ikiyüzlülüğünü teşhir etmekten çekinmeyen, Ortadoğu’yu derinliğine kavradığı varsayılan, “mazlumların sesi” olduğu düşünülen Independent gazetesi yazarı Robert Fisk. Fisk, darbenin hemen sonrasında kaleme aldığı yazısında, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Osmanlı Devleti’ni yeniden hayata geçirme hırsı içinde komşu ülkelerle Türkiye’yi düşman hâle getirdiğini,  Erdoğan’ın aslında bir diktatör olduğunu, Türkiye’nin hızla “eriyen/çözülen” bir ülkeye dönüştüğünü ileri sürüyor. Yazar, bu darbe girişiminin demokrasi yanlısı güçlerin direnişi ile boşa çıkarılmış olmasını hiçbir şekilde olumlamıyor. Baştan sona oryantalist klişelerle bezeli bu yazı, aslında, İslam dünyası söz konusu olduğunda, Batı’daki en “ilerici” ve “anti-emperyalist” çevrelerin bile bu emperyalizmin değirmenine su taşıyabildiklerini gösteriyor. İkinci örneğimiz ise, Amerikan medyasında “sol” ideolojik yelpazeye oturan The Boston Globe gazetesi. Darbeden kısa bir süre sonra bu gazetede yazılan bir yorum yazısında,  darbe girişiminin boşa çıkarılmış olmasını demokrasinin bir zaferi olarak görmek yerine, başarısız darbe girişiminin Tayyip Erdoğan’a muhalifleri üzerinde daha fazla baskı kurma imkânını vereceği, kamu kurumlarında çok sayıda kişinin açığa alınmasının kabul edilemez olduğu ve bütün bunların Türkiye’nin Batı ile ilişkilerine zarar vereceği vurgulanmış. Daha da ötesi, yazıda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın (tabii yazıda halktan bahsetmek yok; Cumhurbaşkanı’nın yanı sıra- hükümetin ve Meclis’in direnişinden de bahsetmek yok) darbe karşısında attığı adımların darbenin kendisinden daha büyük bir tehlike oluşturduğu ima ediliyor.

Tablo aslında çok açık olarak gözümüzün önünde… Eğer Türkiye yakın bir gelecekte iyice kök salan bir demokratik yapı inşa edebilirse, bu, herhalde Avrupa’nın ya da ABD’nin sağlayacağı referans çerçevesinin ve rehberliğin sayesinde değil, Avrupa ve ABD’nin tüm engellemelerine rağmen hayata geçirilebilecek bir hedef olacaktır.

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!