Enes el-Tikriti / Anadolu Ajansı
Bu ayın başlarında The Mercer Index for the Quality of Living (Mercer Yaşam Kalitesi Endeksi), Bağdat'ı, bir insanın bütün dünyada yaşayabileceği tartışmasız en kötü şehir olarak listeledi. Bağdat böylece Şam, Mogadişu ve Haiti'nin sürekli kargaşanın avucunda bulunan başkenti Port-au-Prince gibilerini geride bıraktı. Bu, Bağdat'ın bu kötü unvanı arka arkaya kazandığı beşinci sene. Halbuki bu durum, onun muazzam bir güzellik, ilim, kültür, bilim ve ilerlemeye dair sunduğu geçmişteki haliyle çok büyük bir tezat teşkil ediyor.
Bu sözlerin kaleme alındığı anlarda, en işlek merkezi semtlerinde gerçekleşen hava saldırılarında üniversitelerinin ve fakülte binalarının vurulduğu Musul gibi Irak'ın bir dizi büyük kasaba ve şehrinde patlamalar duyulmakta. Ancak Irak'ın kuşatma altındaki bu ikinci büyük şehrinin sakinleriyle birlikte işgalcilerinin de başına gelen bu tarz büyük belalara rağmen bu hal, trajik bir şekilde, bundan tam 13 sene öncesine tarihleyebileceğimiz esas felaketin genel planı içinde basit bir detay olarak kalıyor.
ABD ve İngiltere'nin başını çektiği uluslararası koalisyonun, sözümona kitle imha silahlarından arındırmak bahanesiyle 20 Mart 2003'te Irak savaşını başlatmasıyla, etrafı çevrilmiş olan Irak halkının ve tartışılabilir bir şekilde, bölgedeki bütün halkların üstüne, ta bugüne dek süren bir süreç içinde, kargaşa, ölüm ve yıkım yağdırmaya devam eden bir olaylar döngüsü tetiklenmiş oldu.
Takip eden aylar ve senelerde, bir zamanlar, zalim bir Baas rejimi tarafından idare edilse de birçok seviyede ilerleyen bir ülke olan Irak, akla hayale gelmeyen ve kontrol de edilemeyen bir kaos ve çöküşe sürüklendi. Aynı zamanda da daha önce bilinmeyen bir terörizm ve mezhepçilik dalgası yükselerek bütün bölgeye ve hatta bölge sınırlarının çok ötesindeki yerlere ciddi derecede etki etmeye başladı ve bu etki bugün hâlâ devam ediyor. İngiltere eski Başbakanı Tony Blair dahi geçtiğimiz ekim ayında Amerikan basınına (Wall Street Journal) verdiği mülakatta, Irak'ta bir savaş başlatmanın DAEŞ'in doğumuna sebebiyet vermiş olabileceğini en sonunda itiraf etti.
Şüphecileri yatıştırmak ve bütün bu girişime yönelik artan eleştirilerin önünü almak için rekor sürede ve berbat bir şekilde hazırlanmış olan anayasa, müflis, yolsuzluğa batmış, bölünmüş ve işletilmesi imkansız bir siyasal sistemin temellerini attı ve şimdi bu sistem, doğduğu andan beri Irak'ı karakterize eden ve her bir Iraklının başının belası olan bir hal aldı. [Yeni rejimin] uyduruk, kötü donatılmış ve kötü eğitilmiş, profesyonellikten uzak ve büyük ölçüde mezhepçi duyguların yön verdiği bir silahlı kuvvetleri olması gibi sebeplerden ötürü, eski rejimin en ateşli düşmanları ve muhalifleri dahi, eski diktatörün zamanında ülkenin ve insanların çok daha iyi durumda olduğunu ifade etmekten geri duramadı.
Irak'ın içinde veya dışındaki yerlere gitmek zorunda kalarak yerinden yurdundan edilmiş dört milyon Iraklı, DAEŞ'in kontrolüne girmiş onlarca kasaba ve şehir, terör ve devlet destekli şiddet neticesi haftalık bazda ölen onlarca kişi, yağmalanmış bir ekonomiden arta kalan şeyi de yiyip tüketen mahalli ve sistematik bir yolsuzluk, ulusal bütünlük umudunun imkansız bir fanteziye denk olduğu tamamen parçalanmış ve yıkılmış bir toplum, mezhepçi milislerin Irak'ın sokaklarında cirit atarak mutlak bir dokunulmazlıkla iğrenç suçlar işlemesi ve bunlara benzer sair halleriyle bugünün Irak'ı, akla-hayale gelebilecek en berbat kıyamet sonrası senaryosunu andırıyor.
Endişe verici olan ise pek bir ders çıkarılmamış olması ve ileride kendilerine dönebilecek bir karalamadan kaçınmak uğruna Washington ve Londra'daki yetkililerin, bizatihi savaşı açma fikrini müdafaaya devam etmesi, neticede gelen başarısızlıkları ise sürecin "kötü yönetilmesine" bağlıyor olması. Fakat bu işlenen suçu ve neticede gelen felaketleri sadece bir idare hatası olarak görmek, yaptıkları aşağılama yüzünden işledikleri suçu daha da derinleştirir. Dehşete düşüren bir hal olarak, bu durum, benzer bir vurdumduymazlığın, asla imkansız bir senaryo olmadığı anlamına geliyor.
Yine de Irak halkının uğradığı başarısızlıklar, felaketler ve belaların listesi uzun olmakla birlikte, bu istila ve işgalin bölgeye etkileri ve Ortadoğu'daki olayların müteakip gelişimi, Irak'ın istila ve işgalinin gerçek sonuçlarına dair fikir vermektedir.
Suriye'nin uzun zamandır korkunç bir krize saplanmış olmasına ve neticesinde bölgenin, daha önce eşi-benzeri görülmemiş bir şiddet ortamında mezhepçi ve etnik çizgiler takip ederek parçalanmasına ve terörist grupların çete savaşı vermekten bölgeler ele geçiren bir güce evrilmesine bakarak da bütün bu olup bitenlerin uluslararası meşruiyeti es geçerek Irak'ı işgal etme kararıyla başladığını söylemek, dikkate alınması gereken bir tezdir.
Bütün bunların ardından gelen şey ise, uydurulmuş bir savaş hikayesine dayanarak inşa edilen mezhepçi politikaların sürdürülmesi oldu, ki bu uydurulmuş hikaye Irak'ın problemlerinin, Şii çoğunluğun Sünni azınlık tarafından yönetilmiş olmasında yattığı iddiasıdır. Batı'nın, kendi hatalarının neticelerinin durup dururken kaybolmasını dilerken dine sıkça müracaat etmesi de pek ilginç bir durum. Böylece, bölgede çok önemli stratejik çıkarları olan Batının sınıfta kalmış politikalarının bir ürünü olarak nitelendirilmek yerine, kaskatı bir sekülerlik arz eden yapısıyla Saddam Hüseyin'in Baas rejimine, ekmeklere yağ süren bir şekilde, "mezhepçi" etiketi yapıştırıldı. Aynı zamanda istilacı olan işgalciler mezhepçilik kartını kullanmaya başladıktan sonra ise artık geri dönüş yolu kapanmış oldu. Bu geri dönüşü olmayan yola girildikten sonra ise İran'a, hem siyasi hem de ideolojik ağını, Irak'tan ta Akdeniz kıyılarına, Arap bölgesinin derinliklerine, oradan da Arap yarımadasının alt bölgelerine kadar, iyice güneye inen bir derecede genişletmek için zımnen izin verilmiş oldu. Bu da gerilimleri artırdı ve daha önce karanlıkta olan uçurumları iyice derinleştirdi. Bölgedeki tiranların "Irak'ta olanların sizin başınıza da gelmesini mi istiyorsunuz!?" diyerek kendi halklarına yaptığı tehditkar uyarılara dayalı olarak Temmuz 2013'te Mısır'daki askeri darbeyle başlayan devrim karşıtlığı trendi, demokrasi dürtüsünde bir U dönüşüne ve otoriterliğin bölge çapında iyice perçinlenmesine sebep oldu.
Bütün bölgeyi vuran bu döngü, kaçınılmaz ve içinden çıkılamaz gibi görünüyor. Aşırılık yanlısı ve terörist gruplar üreten, despot rejimlerin otoritesini pekiştiren, terörle mücadele bahanesiyle meşru aktivistler ve muhalefetin ciddi derecede baskı altına alınmasına zemin oluşturan, terörist gruplara daha fazla itibar kazandıran ve bunun neticesinde de dış müdahaleye olanak sağlayan, silahlı direnişle neticelenen... ve daha nelere sebebiyet vermiş olan işgal.
Irak'ın önemli bölgelerinden birçoğundaki demografik dönüşüm, Arap Sünnilerin çoğunun, DAEŞ yahut Şii milis çeteleri tarafından işgal edilmiş, yağmalanmış veya yakılmış evlerine dönmelerinin artık imkansız olması ve yüzbinlerce kişinin, kim olduklarını ibraz edecek hiçbir evrak olmaksızın İran'dan Irak'a sistematik biçimde akın etmesi neticesinde Irak'ın, karşılıklı kabul görecek bir normalliğe nasıl dönebileceğini öngörmek mümkün değil.
Küresel petrol fiyatlarındaki büyük düşüşten dolayı ekonominin can çekişmesi ve Başbakan Haydar el-İbadi'nin, iktidar elde etme ve kaba kuvvet konusunda yanlarına yaklaşamayacağı milisler ve eski siyasetçilerin arasında kapsamlı reformları eyleme geçirme planlarını takipteki başarısızlığından dolayı gelecek, Irak'ın bütünü için had safhada ümitsizlik arz ediyor.
İmha edilmiş bir ülke, kırıp geçirilmiş bir millet... Ancak, şurası kesin ki bazıları, alevler içinde bırakılmış bölgeden uzaklarda olsa bile, 2003'te başlatılan Bush/Blair savaşının bedeli birçok kesim tarafından ödenecek.
Mütercim: Ömer Çolakoğlu