Referandum net bir sonuç vererek tamamlandı. Sonucu değerlendirenlerin büyük çoğunluğu, “evet”lerin fazla çıkmasını tahmin ettiklerini, ama farkın buralara varacağını beklemediklerini söylüyorlar. Ben de, doğrusu “bekliyordum” diyemem, ama istiyordum; hem böyle yüzde 58 değil, yüzde 60 veya daha fazlasını istiyordum.
Çünkü “muhalefet cephesi”nin olayı bir “AKP’ye güvenoyu” sorununa indirgemek üzere bütün çabalarına rağmen, ben başından sonuna kadar “12 Eylül Anayasası” hakkında bir referandum yapıldığını düşündüm. Oylanan “12 Eylül Anayasası” ise, bu oran bana düşük geliyor. Hangi koşullarda o referandumda oy verdiğimiz malum (Kılıçdaroğlu, o anayasaya el sürülmemesi için bunca çalıştıktan sonra, bu referandumun “baskı altında” yapıldığını da söyleyebildi): ama sonuç olarak “12 Eylül Anayasası” diye tanıdığımız o korkunç “yasakname” yüzde doksanın üstünde bir oyla kabul edildi. Aradan neredeyse otuz yıl geçtikten sonra –yani bu kadar “denenmişlik”ten sonra- bu yasaknamenin korunmasından yana hâlâ yüzde kırkın üstünde oy çıkması, Türkiye toplumu adına çok da göğüs kabartacak bir durum gibi görünmüyor bana.
Ama elbette ki bu konu bu kadar yalınkat bir konu değil. Yani değişiklik paketine “hayır” diyenlerin önemli bir kısmı aslında “12 Eylül Anayasası”nı benimsemekten çok AKP iktidarına “hayır” diyordu. Oylamayı boykot edenler ise o anayasanın kötülüğü konusunda daha da kararlıydılar, kendi sözlerine bakılırsa, ama aynı AKP düşmanlığı “12 Eylül Anayasası”nı koruyan bir tavır almalarına engel olamadı. Böylece, bu yasaknameyi reddeden oy oranın olabileceğinden bir hayli daha düşük çıkmasına katkıda bulundular. Kutlamak gerek. Yüzde doksanla “peki” dediğimiz şeye yüzde altmışı bulmayan bir “artık yeter” reddiyesinde bulunabildik böylece. Demokrasiden yana olanlar buna seviniyor ve elbette sevinecek, ama Kenan Evren’in de ahır ömründe sevinmesi için nedenler var: “bu toplumu otuz yıl götüren, hâlâ da ayrılmakta zorlandıkları bir iş yapmışım” diyebilir.
Başbakan Erdoğan yeni bir anayasa hazırlanması gerektiğini ve bunun için çalışmaların başlayacağını beyan etti. Ergun Özbudun’la arkadaşlarının hazırladığı taslağın serüveni hâlâ belleğimizde olduğu için bu gibi beyanatları belirli bir “felsefî şüphe payı” bırakarak dinlememiz gerekiyor. Umarız bu sefer bu laf havada kalmaz.
Muhalefetin iki odağı CHP ile MHP’nin, bugünkü yapılarını korudukları sürece, böyle bir girişime, daha önce olduğundan daha fazla yardımcı olacakları yönünde hiçbir beklentim yok. Zaten bu partilerin başında bulunan iki kişi, referandum üstüne taze değerlendirmelerinde, olan olaydan bir ders çıkardıklarına dair bir ipucu vermediler. Kılıçdaroğlu artık alıştığımız fikrî ve fiilî pejmürdeliği içinde muhtemelen kendisinin de inanmadığı bir şeyler söyledi. Bahçeli daha “doğru” falan değil ama daha “ilginç”ti, çünkü sonuca saygı göstermek gerektiğini belirttikten sonra toplumu açıkça tehdit etti. Ne demeye geliyor bu? Halkın yüzde elli sekizinin kararıyla “karanlık yol”a mı girmiş olduk ve bizi bu tehlikelerden Bahçeli mi kurtaracak?
Yani o cenahta, belli ki, eski hamam eski tas. Ama alınan bu sonuç, partilerin kendisinde bir “heyelân” yaratır, taban, “Bu iş bu zihniyetle olmaz” der, onu bilemem. Ama ben sözkonusu “taban”larda da böyle bir zihniyet olduğunu sanmıyorum. CHP bu bakımdan anlamlı bir gösterge. Baykal’ın getirdiği çukurdan çıkmak üzere Kılıçdaroğlu’nun önderliğini seçmiş bir parti, bundan böyle olacakların, yani referandumdan sonra bir de seçimde alınacak sonuçların ardından, en “rasyonel” çözüm olarak olsa olsa Baykal’ı geri getirebilir.
Demek ki her şeye rağmen değişim ve dönüşüm gıdım gıdım ilerleyecek. Çünkü direnç kuvvetli.
TARAF