12 Hazirana giderken

Ali Bulaç

12 Haziran seçimlerinin son haftasına giriyoruz. Genel tablo şöyle görünüyor: AK Parti yüzde 47-49 bandına oturmuş durumda, CHP yüzde 26-28, MHP yüzde 11-12. BDP'nin desteklediği bağımsız adaylar ise 25-28 arası çıkacak gibi görünüyor.

Seçim gününe bu tablo ile gireceğimizi söyleyebiliriz. Ancak siyasette 24 saat önemlidir, oranlar değişebilir.

İlginç ve bir o kadar önemli sonuçları olan bir seçime gidiyoruz. İlginçliği 1957'den bu yana ilk defa bir siyasi parti oylarını artırarak üçüncü defa seçimleri kazanacak görünüyor. AK Parti 2002 seçimlerinde yüzde 34, 2007'de yüzde 47 almıştı, bu seçimde yüzde 47-49 arası oranlardan söz ediyoruz. DP de 1957'de üçüncü seçime girmişti, CHP karşısında hayli avantajlı durumdaydı, DP iktidarı 27 Mayıs askerî darbesiyle durduruldu.

Darbe heveslileri hâlâ var, dört senedir süren operasyonlara, tutuklama ve davalara rağmen Ergenekon adını verdiğimiz yasa dışı yapılanma ve örgütlenme varlığını koruyor. Belki "askerî darbe" yapma şansları epey zayıflamış durumda, ama bu heves ve tutkudan vazgeçmiş değiller. Hatta bazılarına göre ortaya çıkan aysbergin su üzerinde görünen bölümüdür, asıl büyük kütle hâlâ suyun altındaki varlığını sürdürüyor.

Öyle de olsa, toplumda askerî darbelere ve genel olarak vesayet rejimine karşı büyük bir duyarlılık geliştiği de görmezlikten gelinemez. Geçmişte iki kanlı darbe (27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980), iki askerî müdahale (12 Mart 1970 ve 28 Şubat 1997) ile bir müdahale teşebbüsü (27 Nisan 2007) olduysa, bunun önemli sebebi toplumun bu siyaset dışı operasyonlara karşı yeterince duyarlı olmamasıydı. Toplumun duyarlılığının ana ölçütü dindar kitlelerin tepkileridir.

Toplum ilk defa çok net bir biçimde 28 Şubat'ta müdahalelerin acı ve acıtıcı yüzüyle karşılaştı. Elbette 27 Mayıs ve 12 Eylül'de olan kanlı darbelerden etkilenmedi değil, ama 27 Mayıs'ta ne olup bittiğini tam olarak anlayamadı, 12 Eylül'de beş bin gencin canını yakan "anarşi ve terör" gerekçe gösterilmişti. 28 Şubat'ta hem makul bir gerekçe yoktu hem de müdahale toplumun ana gövdesini, dindar insanlarını doğrudan hedef almıştı. 28 Şubat müdahalesi askerin sistem üzerindeki vesayetini sorgular hale getirdiği gibi, yüksek yargı, üniversiteler, İstanbul sermayesi ve darbeci-merkez medyanın da meşruiyetini ve inanılırlığını tartışılır hale getirdi.

Kabul edilsin edilmesin, 2002'den beri AK Parti'ye büyük seçmen desteğini sağlayan en önemli amil, 28 Şubat'a toplumun verdiği cevaptır. 27 Nisan muhtırasının herhangi bir şansı yoktu, çünkü toplum iyiden iyiye darbe ve müdahalelere karşı bilinçli hale gelmişti. Bu bilinç ve duyarlılığı arkasına alan siyasî iktidarın temsilcisi kameraların önüne geçip "Askerler siyasî otoritenin emrindedirler" diyebildi.

12 Haziran seçimlerinde AK Parti'nin üçüncü defa iktidar olacak gibi görünmesinin arkasında yatan asıl amilin hâlâ "darbe teşebbüsü" ve sivil siyaset üzerinde "askerî vesayet" heves ve ihtimalinin tümüyle ortadan kalkmamış olmasıdır. Nadiren bir parti üç defa oylarını artırarak iktidar olur. Dikkatli bir gözleme tabi tutulduğunda, bu seçimde de AK Parti'ye oy vereceğini söyleyen seçmenlerin önemli bir bölümünde belli belirsiz bir bezginlik olduğu gözleniyor. "8,5 senedir size ne gibi faydası oldu?" diye sorduğunuzda bir bölüm seçmen "Napalım, başka seçenek mi var?" cevabını veriyor.

AK Parti dışındaki seçenekler ortada. BDP ve MHP iki karşıt ve uç milliyetçiliğe dayalı siyaset yapıyorlar. Türk'ü ve Kürt'üyle Türkiye toplumunun hâlâ büyük bir bölümü -yüzde 85'i- siyasi tercihini bu iki milliyetçi siyasetten uzak tutmaya çalışıyor. Geriye tek büyük parti kalıyor, CHP. Bu parti de yaşadığı iç çalkantılar, darbe teşebbüslerine ismi karışan önemli simaları listenin ön sıralarında aday göstermesi ve arkasında duran ana beşerî malzemenin gelir bölüşümündeki adaletten ve toplumun ana gövdesinin istediği hak ve özgürlüklerden yana gözükmemesi geniş kitleleri ondan uzak tutuyor.

Seçmenin AK Parti'den kesin birkaç beklentisi var. İlk beklenti yeni anayasa!

ZAMAN