12 Eylül’ün faşist, 28 Şubat’ın kahraman generalleri! 

KENAN ALPAY

Cumhuriyet Vakfı Başkanı Alev Coşkun örneğinde görüleceği üzere Kemalist kadrolar 12 Eylül’ün Amerika kaynaklı emperyalist, gerici ve faşist bir darbe olduğunu ilan etmekte pek cesur ve ataklar.  Lakin aynı Kemalist kadrolar geçtiğimiz günlerde rütbeleri sökülen 28 Şubat generalleri içinse bu sefer ne kadar vatansever, ne denli ilerici ve müstesna kahramanlar olduklarına ilişkin övgüler düzmek üzere bir o kadar utanmazca ve riyakârca tutumlar sergiliyorlar. Çünkü “askeri darbe kimin önünü açıyor, kimin tepesine biniyor, siyaseti ve toplumu nasıl dizayn ediyor, hangi ideolojik ve sınıfsal önceliklere göre hareket ediyor?” gibi kritik soruların cevabına göre darbeye dost ya da düşman oluyorlar. İlkesel düzeyde darbe karşıtlığı da halkın iradesine saygı ve hukukun üstünlüğü de kitaplarında yazmıyor.

Tam da bu sebeple bileşeni oldukları askeri darbeleri en küçük bir utanma emaresi dahi göstermeden ilerici ve aydınlanmacı müdahale sayıyorlar. Ancak 12 Mart ve 12 Eylül örneğinde yaşandığı üzere beklentilerini karşılamayan askeri müdahalelere karşı güya demokrat ve özgürlükçü kesiliyorlar.

Darbeciler Özür Dilemiyor, Bilakis Özür Bekliyorlar

Son on yılın siyasal ve yargısal modası baştan aşağıya “Fetö kumpası” parolasına göre dizayn ediliyor. 28 Şubat davası için de aynı plağı çalıyor, aynı çirkin klişeyle tescilli çete reisleri hakkında masumiyet karinesi oluşturmaya kalkışıyorlar. Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından UYAP’a yüklenen 3 bin 833 sayfalık gerekçeli kararda 54. Hükümeti düşürmek üzere Batı Çalışma Grubu bünyesinde yürütülen kanunsuz faaliyetlere ilişkin deliller birer birer ortaya koyuluyor. Fakat tespit ve teşhir edilen yüzlerce ağır suça rağmen 28 Şubat generalleri ve taraftarlarında ne bir pişmanlık alameti ne de bir özür sadır oluyor. Bilakis Batı Çalışma Grubu ve Balyoz Plan Semineri gibi cunta faaliyetlerinin başını çeken Çetin Doğan küstah küstah beyanlar verip yargı, siyaset ve toplumdan “özür bekliyor”. Edepsizlik boyunu çoktan aşarak halka, meşru siyasi iradeye ve adalete açıkça düşmanlık içeren askeri cunta faaliyetleri organize eden başıbozukların rütbelerinin sökülüp cezaevine tıkılmasına şaşırıp “mareşal” rütbesi beklemesi de herhalde Türkiye’ye özgü aşırı tuhaf bir durumdur. Çünkü 27 Mayıs’tan 9-12 Mart cuntalarına, 12 Eylül’den 28 Şubat ve 15 Temmuz cuntalarına uzanan Kemalist teamül kendisini devletin, ülke ve toplumun biricik sahibi görüyor hala.

27 Mayıs ve 28 Şubat’ı “ilerici darbe” şeklinde niteleyip takdir eden politik akıl ve tutumun 12 Mart, 12 Eylül ve 15 Temmuz’a yönelik faşist-gerici, Amerikancı vs. sıfatlarla saldırmasının tek gerekçesi var: Darbeyi örgütleyen iradenin bir parçası olamamaları. Bu sebeple tartışmayı 28 Şubat darbe sürecine hapsetmek yanlıştır. “Ulu Önder Atatürk ortak değerimizdir ama bazı Atatürkçüler onun demokratik hukuk devleti idealine ihanet ettiler” mealindeki söylemlerle sarılan sağ-muhafazakâr siyaset ve kitleler tehdidin asıl kaynağını ve modelini görmezden gelmeyi marifet sayıyorlar maalesef. Ne Tek Parti despotizmine ilişkin bir pişmanlık ne de askeri vesayet ve darbe süreçlerine dair hemen hiçbir özür beyan etmeyen Kemalist kurum ve çevreler buldukları her fırsatı İslami değer ve sembolleri aşağılayıp ezmek üzere kullanıyorlar. Unutmayalım ki; “savcılar ve mahkeme heyeti Fetöcüydü, bilirkişiler ve şahitler Fetöcüydü” benzeri acındırıcı sloganların bir tık ilerisinde “Sincan’da tanklar hükümetin üzerine sürülmedi, Genelkurmay’da yüksek yargı, medya ve üniversitelere brifingler verilmedi, bankalar hileli bir biçimde iflasa sürüklenmedi” gibi hezeyanlar durmaktadır.

Koskoca bir ülkenin içine sürüklendiği kaos ve soygunu, halkın üzerine çöken ve bin yıl süreceği ilan edilen darbe sürecini hiç yaşanmamış gibi davranmamızı bekliyorlar. Militan laik-Kemalist değerlerle İslami sembol ve değerlere karşı tertiplenen topyekün savaşın hesabını sormamızdan gocunuyorlar üstelik.

Mahkemenin gayet yerinde tespitiyle 28 Şubat darbe sürecinin merkez üssü Gölcük Donanma Komutanlığı’ydı. 22-24 Ocak 1997’de Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir’in yanı sıra bütün kuvvet komutanları, Jandarma Genel Komutanı, Harp Akademileri Komutanı’ndan Adli Müşavire kadar ilgili bütün personel söz konusu darbe toplantısına katılmıştı. Bütün bir ülke 28 Şubat cuntasının psikolojik harp faaliyetleri çerçevesinde karartma bir iklime tabi tutulmuş, siyasi ve toplumsal iradeye ordu marifetiyle ipotek koyulmuş, fişleme faaliyetlerinden topyekûn psikolojik harekâta değin Türkiye askeri kuşatmaya tabi tutulmuştu. Kan dökülmemiş olması hukuka ve kanuna riayetten değil sokağa yansıyan toplumsal tepkileri kısa sürede kontrol altına alabilmiş olmaktan kaynaklanıyordu. Merhum Necmettin Erbakan’ın başbakanlıktan istifa etmemesi durumunda başta Hürriyet Gazetesi olmak üzere hemen bütün gazete manşetlerine, ekran spotlarına yansıyan “gerekirse silah bile kullanırız” tehdidi behemehâl kuvveden fiile yükselecekti. Siyaset ve topluma silah gösterilmiş, tehdit ve şantaj medya üzerinden aşikâr kılınmıştı.

Hakikatle Yüzleştirmeli, Ajitasyona Engel Olmalı

Darbeler ve darbecilerle hesaplaşmak bütün bir toplumun temel vazifesidir. Akıl ve mantık dışına çıkıp, ahlaki ve hukuki prensipleri inkâr ederek Kemalizm güzellemesine girişmek, İslam’a saygılı Atatürk modeli üretmeye yeltenmek, Anıtkabir’de dua ve Fatiha gibi modern İsrailiyatlar üretip geleceği teminat altına alacağı zehabına kapılmak zillete koşmaktan, rezalet bataklığına âşık olmaktan başkaca sakat sonuçlar doğurmaz. Hukuk devleti söylemini realize etmek için evvelemirde halkın iradesini devletin ve resmi ideolojinin önüne almak, üstüne koymak gerekir. İhmale gelmeyecek meselelerden biri de şudur: Kemalist darbe geleneği ideoloji ve kadrolarıyla beraber halka anlatmakta acze düştükçe AK Parti hükümeti kendiyle çelişecek, meşruiyet temellerine yapılan arsızca saldırıları çaresizce izlemeye mecbur kalacaktır. Bu sebeple AK Parti siyaseti ve kadroları adalete duyulan güvensizlikle, enflasyon ve işsizlikle, iltimas ve haksız kazançla birlikte anıldıkça Kemalist dalga eskisinden daha güçlü bir biçimde ülke ve toplumun başına musallat olacaktır. 70-80 sene boyunca devlet eliyle, asker dipçiğiyle, mecburi eğitim ve törenlerle topluma kazandıramadıkları Kemalist duygu ve söylemleri çarpık siyaset ve ekonomi anlayışıyla AK Parti Hükümeti toplum için cazibe merkezi kılmaktadır maalesef.

Darbe süreçleri ve aktörlerinin tarihsel ve ideolojik çerçevesi iyi çizilmeli, adli ve siyasi yaptırımları sağlam tutulmalı elbette. Fakat aynı zamanda toplumu yargı ve ekonomideki çarpık işleyişten, siyaset ve bürokrasideki eş-dost kayırmacılığından, hayat pahalılığı ve ahlaki yozlaşmadan sağlam bir biçimde koruyup sakınmak gerekiyor. Darbe tehdidini savuşturmak, küçük bir kısmını bile olsa darbecileri tedip ve tecrit etmek büyük bir marifet olmakla beraber ülke ve topluma egemen kılınacak adalet, merhamet, fırsat eşitliği ve geleceğe dair büyütülecek ümitler üzerine söylemden öteye sağlam ve istikrarlı örneklikleri çoğaltmayı öncelikli siyasal strateji edinmek gerekiyor.

Yeni Akit