12 Eylül!

Abdurrahman Dilipak

Bir zamanlar 28 Şubat’ı, darbecileri eleştirmek, TSK’ya hakaret sayılıyordu.. Erkaya davası, Tolon davası, 312 General davası, Koman davası hep böyle davalardı..

12 Eylül daha da acımasızdı.. Ben 12 Eylül’de aranırken, hocanın Albaylıktan emekli bir müşaviri vardı. Ona “ne yapacağım” dedim. “Seni askere gönderelim, bulamazlar” dedi. Ben de askere gittim, oradan da GATA’ya.. Ankara’da aranırken ben GATA’da yatıyordum..
12 Mart’ta da, 12 Eylül’de de, 28 Şubat’ta da sanıktım..
İstanbul maceram 12 Mart’la birlikte başladı. Milli Nizam davasında mahkûm oldum. Yurtdışına çıkmak için İstanbul’a geldim.. Neyse ki, dava Yargıtay aşamasındayken 1974 affı çıktı da kurtuldum. Ama artık İstanbullu olmuştum..
İstanbullu oldum olmasına da, o günden sonra hep “sanık” olarak anıldı adım.. Dile kolay 40 yıl süren sanıklık. Benim sanıklık kariyerim, beni yargılayanların hukuk kariyerinden daha eskidir..
Her 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta içim burkulur.
28 Şubat’taki Sincan’daki Kudüs gecesi toplantının ana konuşmacısı bendim.. O gün sesim kısıldı, katılamadım. Sonra da olan oldu.. Şirin’le birlikte yatmak da vardı ama, kaderimde yokmuş..
Darbelerden ve darbecilerden nefret ediyorum. Hiçbirine hakkımı helal etmiyorum..
“Takvim yaprakları 12 Eylül 1980'i gösterirken, tank paletleri Türk demokrasisini silindir gibi ezdi. Geride kan, gözyaşı ve bugüne dek çözülemeyen pek çok sorun kaldı. Hem milliyetçi camia, hem sol kesim darbeden büyük yaralar alarak çıktı” diye yazmış bir gazete, az bile yazmış..
Aynı ülkenin çocuklarının kanları ve gözyaşları üzerine kendilerine iktidar ve servet üreten zavallı adamlar..
Kenan Evren ve arkadaşlarının biri hariç, hepsi yaşıyor, ama artık sesleri çıkmıyor. Kendi köşelerinde çaresiz, ürkek ve sessiz, vicdanları ile başbaşa ölümü bekliyorlar.
Gittikleri yerde de makus talihleri yakalarını bırakmayacak. Bu dünyada iken oturtulamadıkları sanık sandalyesine elbet, bir gün mutlaka oturtulacak ve hesap verecekler..
Bakarsınız bu dünyada da sorulur hesapları.
Kendileri olmasalar bile, 27 Mayıs da, 12 Eylül de, diğerleri de mahkûm edilecektir..
Hâlâ 12 Eylül Anayasası ile yönetiliyor olmak utanılacak bir hadise.
Daha da utanç verici olanı ise, hâlâ Türkiye’nin darbeleri konuşuyor olması..
Terörün, irtica yaygaralarının, uyuşturucu ve silah kaçakçılığının, seri cinayetlerin, petrol kaçakçılığının arkasında, media, mafia, sermaye, siyaset ve bürokrasi arasına sızan darbecilerin olması.. Buna sahip çıkan bürokratlar ve politikacıların, basın mensuplarının hâlâ ortalıkta dolanıyor olması..
Dün Numan Kurtulmuş’un da katıldığı sembolik bir referandum vardı Beşiktaş’ta. Karaman’dan geldim ama yetişemedim etkinliğe. “Yağmur geliyor” diye planlanandan erken bitirmişler.. Genç Siviller, Kenan Evren’in “resim sergisi”ni açıyorlardı bu arada.. İşin daha da güzel yanı, 12 Eylül Generallerinin isimlerinin okullardan, meydanlardan, sokaklardan sökülecek olması..
Terörü, darbeleri ve darbecileri kamu vicdanında mahkûm etmek için artık yılda dört ay var. 28 Şubat, 12 Mart, 27 Mayıs ve 12 Eylül..
28 Şubat’ın brifingden geçirilmiş kadrolarını hatırlayın. Bugün Türkiye’nin önündeki en sorunlu kesim onlar.. Terör, irticanın arkasındaki karanlık güç, demokratik taleplerin, insan haklarının, hukuk devletinin, iktisadi kalkınmanın önündeki en büyük engel bunlar..
Türkiye’nin acil ve en temel sorunu bu..
2009’un son darbeye karşı toplumsal muhalefet etkinliği, sel felâketine rağmen ses getirdi..
Sel felâketi sırasında yaşanan yağma olaylarının Türkiye’nin nasıl bir ahlâkî ve manavi boşlukla karşı karşıya olduğunun açık bir göstergesi gibi idi. Lâiklik adına yapılan baskılar, dine ve dindarlara karşı uygulanan baskılar, din dersi, Kur’an Kursu, İmam Hatipler, Cami, Başörtüsü, kurban derisi üzerinden yürütülen, ucu, bir zamanlar Hürriyet’in manşetine taşınan “topyekûn bir savaş”a kadar uzayan linç kampanyasının bireylerin manevi yönlerini nasıl bir tahribata uğrattığının açık bir göstergesi gibi idi.. Zaten yükselen terör, cinsel suçlar, alkol ve uyuşturucu, kumar, bu ahlâkî yozlaşmanın ürünü değil mi?.. Artak boşanmalar ve intiharlar, bunun sonucu değil mi?..
Her tartışmanın içinde askerleri bulmak da can sıkıcı. Sel felâketini tartışırken askerî alandaki gölete ilişkin iddialar, askerin imajını ciddi anlamda gölgeliyor. Zaten 28 Şubat’la başlayan süreç, Ergenekon davası ve paşaların bu konuların üzerine gitme konusundaki isteksizlikleri, askerleri ister istemez tartışmanın odağına çekiyor.
İşleri yokmuş gibi Cumhuriyet bayramı öncesi ümmet tartışması başlatmak kimin aklına gelirdi. Genelkurmay çizgi romanımsı kitaplar hazırlamış, Cumhuriyet’i sevdireyim derken ümmet kavramını olumsuzluyor.. Ya da Muğlalının adını Güneydoğu’da bir kışlaya vererek kim ne yapmak istiyor olabilir?..
Bugün darbecileri ve onlara alkış dağıtan işbirlikçileri, geçmişte darbe yapan ve kalkışanların bugün toplum nazarında ne hallere düştüklerini görüp, ders almaları gerek.
Darbecilere kötü haber: Gelecek günler, geçen günlerinizi aratacak..
Ergenekon’da ele geçen belgeler, aynı kadrodaki kişilerin bile birbirlerine karşı nasıl hasmane duygular taşıdıklarını görüp ders almaları gerekmez mi?..
Her darbe, önce kendi evlatlarının başını yer..
Bir de halkın sabrı artık tükenmek üzere.. Kimsenin yeni bir darbeye sabredeceğini sanmıyorum..
Sanırım birilerinin öfkeleri gözlerini kör etmiş olacak ki; hâlâ bu iddialarından vazgeçmiyorlar..
Bir kez daha, bir 12 Eylül vesilesi ile daha daha gür bir sesle haykırmak istiyorum: Hakkımı helal etmiyorum! Selam ve dua ile.

 VAKİT