Fransa, karikatür dergisine saldırı derken şimdi de rehine kriziyle boğuşuyor. Şu satırları yazarken ajanslardan ölüm haberleri akıyor ve “neden?” sorusunun çengeli giderek sivriliyor. Arkasında kimler var? Pasaportlarını arabada unutmak terörist tarifine uyuyor mu? Neden Fransa? vs.
Bundan 119 yıl önce hem de İstanbul’un ticari göbeği sayılan Karaköy’de büyük bir rehine krizi yaşanmış ve mahirane bir diplomasiyle fazla büyümeden halledilmişti. Ancak epeyce karmaşık boyutları olan bu hadisenin bilinenleri kadar bilinmeyenleri de ilgi çekicidir.
Osmanlı Devleti’nde Ermeni sorunu denilince 1915 tehciri akla gelir ama bunun bir evveliyatı vardır. 1895 yılı bu sorunun dönüm noktalarından biridir.
Hınçak Cemiyeti üyeleri 18 Temmuz 1895 günü oldukça hareketlidir. Beyoğlu’nda Rus tebasından Megavoryan’ın evinde toplanmış, Doğu Anadolu’da giriştikleri isyan hareketlerinin 2. Abdülhamid’i yola getiremediğini görerek yeni bir eyleme girişmeye karar vermişlerdi. Görünen amaç, Sason isyanını araştırma komisyonunun raporunu protesto etmekti ama asıl Babıali’ye yürüyerek bir çatışma halinde Avrupa kamuoyunun dikkatini çekmek istiyorlardı.
Ne var ki, Ermeni asıllı Vartabetlerin ihbarı üzerine gerekli tedbirleri alan emniyet kuvvetleri ile halk devreye girmiş ve karşılıklı çatışma sırasında askerler dahil pek çok kişinin ölmesiyle sonuçlanan ‘Ermeni patırtısı’ çıkmıştır. İki taraftan da ölenler olmuştu. Bunun üzerine Avrupa ve özellikle İngiltere kamuoyu ayağa kalkar gibi olmuştu, gazeteler zaten günah keçisi haline getirdiği 2. Abdülhamid’e ‘Kızıl Sultan’ veya ‘Büyük Kâtil’ gibi yaftalar yakıştırmakla meşguldü. Kampanyanın fitilini ateşleyenlerden İngiliz Müstemlekât Nazırı Gladstone da vardır (Bediüzzaman’ın hayatını okumuş olanlar onun İslam düşmanlığını hangi raddeye vardırdığını bileceklerdir). Gladstone o tarihte başbakan değildir ama İngiliz kamuoyunu yönlendirenlerden biridir. Bütün sıkıştırmalara rağmen bu krizi ıslahat yapacağı sözüyle atlatan Sultan tam rahat bir nefes almak üzereydi ki Trabzon’da bu defa Müslümanların Ermenilere saldırmasıyla sarsıldı. 26 Ağustos 1896 günü ise genel ayaklanmanın ilk silahı ateşlenecekti.
150 kişi rehin alındı
Hedefte Karaköy’deki Osmanlı Bankası Genel Müdürlüğü binası vardır. Neden burası? Çünkü İngiliz ve Fransız ortaklığı sebebiyle bankaya yapılacak baskın ve rehin alma eylemi bu ülkelerin kamuoylarını sarsacak, Büyük Güçler de dökülecek kanın hesabını Osmanlı Devleti’nden soracaklardı. İlginç bir şekilde Osmanlı Bankası, Osmanlı Devleti’ne karşı silah olarak kullanılacaktı.
30 kadar terörist girdi bankaya, karşı koymaya kalkan nöbetçiler öldürüldü. Binada bulunan 150 (veya 500) kişi rehin alındı. Tabii bina emniyet güçlerince kuşatıldı, karşılıklı ateşler açıldı. Şehrin ortası harp meydanına dönmüştü. Ermeni teröristler üzerlerine gelinirse binayı yanlarında getirdikleri çuvallar dolusu patlayıcıyla havaya uçurmakla tehdit ettiler.
Her şey göze alınarak binaya silah zoruyla girilebilir ve bu defa Taşnaksutyun Partisi üyelerinin gerçekleştirdiği eylem kan dökülerek sona erdirilebilirdi. Ancak bu defa ayağa kalkmış bulunan İngiliz ve Fransız kamuoyunun hükümetlerine, hükümetlerinin de Babıali ve Padişah üzerindeki baskısına katlanmak zorunda kalacaklardı. Bu kördüğümün içinden ancak Sultan Abdülhamid’in soğukkanlılığıyla çıkılabilirdi. Eylemden önce Taşnaksutyun üyeleri bir talep listesi hazırlamış, “Ermenistan” dedikleri bölgenin 6 devlet tarafından seçilecek bir yüksek komiser tarafından yönetilmesini, ıslahat yapılmasını ve bir genel af çıkarılmasını vs. istiyorlardı. Sultan, 12 maddelik talepleri kabul etmedi ama bir başka çözüm şekli teklif etti.
Osmanlı Bankası’nın yakınlarındaki Rus büyükelçiliğinde tercüman olarak çalışan Maksimof ile banka müdürü Edgar Vincent arabuluculuk yapacaklardı. Görüşmelerde 17 eylemcinin yurtdışına serbestçe çıkmasına izin verileceği kararlaştırıldı. Banka Müdürü’nün yatıyla Fransız gemisi Grondin’e geçecek ve onunla Marsilya’ya gideceklerdi. Nitekim gittiler. Karaya çıkınca göstermelik bir tutuklamadan sonra sorgulanarak serbest bırakıldı Taşnak eylemciler ve ardından ver elini ABD. Gerçi Osmanlı Devleti teröristleri elinden kaçırmıştı ama rehine krizini de büyümeden atlatmıştı. İşin bundan sonraki safhasını halletmek Sultan için nispeten daha kolaydı.
Gladstone kuduruyor
Ermenilerin bu başarısız girişimi Osmanlı’yı köşeye sıkıştırmak isteyen çevrelerin de başarısızlığı demekti. Tabiatıyla Ermenilerin hâmisi Gladstone da sonuçtan memnun değildi. 12 Eylül 1896 günü gazetelere gönderdiği yazıda ortak hareket edilmesi gerektiğini duyuruyordu Avrupa liderlerine: “İğrenç ve vahşi despotluğa şahit olan ya da tahammül eden bir dünya olarak tüm sesimiz ve gücümüzle ezilenler için hareket etmeliyiz.” (T. Niyazi Karaca, Büyük Oyun, Timaş: 2011, s. 320.)
Bir hafta sonra St. John Hall’da düzenlenen büyük mitinge gönderdiği mesajda ise İngiltere’nin Ermeni meselesinde yalnızlığa itilmesine isyan ediyordu. Yaşlı kurt Gladstone, bunda Sultan Abdülhamid’in dar alandaki manevralarının büyük payı olduğunu öğrenemeden hayata veda edecekti.
Osmanlı Devleti 1895-96 krizinde, hele Osmanlı Bankası baskınında bazı tavizler vermişti ama bunları asla uygulamaya yanaşmadı. Bunun üzerine “Ölürüm de bunları uygulamam.” diyen Yalnız Sultan’ın direnişini aşamayınca önlerinde büyük engel olan Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesini ciddi ciddi projelendirmeye koyulacaklardı. François Georgeon’un dediği gibi ana fikir, Sultan’ın tahttan indirilip yerine ‘daha uyumlu bir şahsiyetin’, Veliaht Reşad’ın geçirilmesiydi. Ne var ki bunu 13 yıl daha başaramayacaklardı. Şu sözler Georgeon’un: “Demek ki Abdülhamid Büyük Güçler’e kafa tutmayı başarmış, onların arasındaki bölünmelerden ve zıtlıklardan, özellikle de Rusya ile İngiltere arasındaki uzlaşmaz çelişkiden yararlanmayı bilmiştir.”
Şunlar da: “Hınçak Partisi tüm girişimlerinde başarısızlığa uğramıştır. Abdülhamid’in üzerinde baskı yapmak için Avrupa’nın müdahalesine yol açma taktiği hedefine ulaşamamış ve kanlı sonuçlar vermiştir. Taşnaksutyun’un da başarısızlığı ortadadır. Osmanlı Bankası’nı işgal eden teröristler canlarını kurtarmış ama onların bu girişimi, binlerce vatandaşlarının hayatına mal olmuştur.” (Sultan Abdülhamid, Homer: 2006, s. 353-4.)
Sultan Abdülhamid’in Mabeyn Başkâtibi Tahsin Paşa’nın anlattıkları epeyce şaşırtıcıdır. Osmanlı Bankası olayından sonra Saray, Beyoğlu’ndaki bir Ermeni kilisesinin duvarına silah gömüldüğü ihbarını alır. Baskın yapılıp duvar yıkılır ve silah deposu ele geçer. Elçiler çağrılıp silahlar kendilerine gösterilir. Bununla da yetinmez Sultan, Türk dostu Ashmead Bartlett delaletiyle çıkan silahları Londra’ya götürerek parlamentonun yanında teşhir ettirmiş, böylece İngiliz kamuoyunda aleyhimize uyandırılan gayz ve gazabın mecrasını değiştirmiştir.
Alman Büyükelçisi Baron Saurma-Jeltsch ise Sultan’ı haklı görüyordu: “Eğer Sultan bu maskesi düşmüş âsilere karşı tedbir alıyorsa bunda tamamen haklıdır ve ülkesinin sahibi olduğu müddetçe de ona kimse karışamaz.” (Hans Barth, Ey Türk Uyan!, 2003, s. 47.)
ZAMAN