AŞIRI GÜRÜLTÜLÜ VE İNANILMAZ YAKIN
“Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın”, baştan sona arayış ve içtenlikli bir hüzün filmi. Hikâyenin merkezinde yer alan Oscar (Thomas Horn), bilim adamı olmak isterken kuyumcu olmuş babası Thomas Schell’i (Tom Hanks) rol model olarak almakta. Baba, 11 Eylül 2001 günü Dünya Ticaret Merkezi’nde bir toplantıya katılır. Malum saldırı sonrası dakikalarca ölüm kalım savaşı veren Thomas, karısı Linda’yı (Sandra Bullock) ve oğlu Oscar’ı defalarca arar. Çocuk, çağrıları duysa da korkusundan açamaz, telesekreterdeki konuşmalarını dinler. Baba Schell, enkaz altında ölür, cesedine bile ulaşılamaz. Sonrasında sembolik olarak boş bir tabut toprağa verilir. Yaşan süreci anlamlandıramayan Oscar, zamanla derin acılara gark olacaktır.
BİR ANAHTAR MİLYONLARCA KİLİT
“Güneş birden patlasa da 8 dakika boyunca bize ışık gelmeye devam eder” diyor bilim adamları. Aradaki ışık yılına telmih yapan bir cümle. Bu süre zarfında hiçbir şey olmamış gibi yaşarız. Ne kadar habersiz yaşarsak yaşayalım önünde sonunda muhakkak ulaşacak o kötü haber bizlere. Hawking’e ve onun “Zamanın Kısa Tarihi”ne hayran olan Oscar, tıpkı bu örnekteki gibi yaşadığı kaybın büyüklüğünü bir süre anlamaz. Olaylardan bir yıl sonra sessizliğin hüküm sürdüğü evde, çocuk, cesaretini toplayıp babasının odasına ilk kez girince her şey değişir. Dolabın içerisinde ona ait bir vazoyu yanlışlıkla kıran Oscar, üzerinde “Black” yazan bir zarf ve onun içinde bir anahtara ulaşır. Babasının kendine bir mesaj bıraktığını düşünen çocuk, büyük bir heyecanla anahtarın ait olduğu kilidi araştırmaya koyulur.
Asosyal bir çocuk olan Oscar, uçaktan, ışıktan, gürültüden, köprüden korkmakta hatta tanımadığı insanlar tarafından parçalanacağı endişesiyle, trene, metroya ve otobüse binememektedir. Babasının “aramayı bırakma” (nonstop looking) cümlesinin bulunduğu gazete kupürünü yanından ayırmayan Oscar, telefon rehberinde yaptığı çalışmalar sonucu “Black” soyadlı 472 kişi ve 216 adres tespit eder. Her Cumartesi iki kişiyi ziyaret edecek ve bu şekilde 3 yıl içinde tüm Black’lere ulaşarak anahtarın ait olduğu kilidi bulacaktır. Mantık dersleri alan Oscar düşünmektedir: “Her kişiyi sayı olarak düşünmeye çalıştım. Olağanüstü denklemin parçasıydı onlar. Ama işe yaramadı. Çünkü insanlar sayı gibi değillerdi. Daha çok harflere benziyorlardı. Ve bu harfler, hikâyeler olmak istiyorlardı.” diyerek karşılaştığı her “Black”in hikâyesini tutar.
DRESDEN’DEN SONRA SUSAN DEDE NE ZAMAN KONUŞUR?
Tüm bu aramalar esnasında Oscar’ın dedesi -babası ile aynı adı taşıyan- Thomas Schell (Max von Sydow) ortaya çıkar. Konuşmayan, konuşma yetisini kaybetmiş dede, adeta bir metafora dönüşür. Almanya doğumlu olan, II. Dünya Savaşı’nda Dresden’in bombalanmasına, Hiroşima’ya şahit olan Schell, eşini, hamileyken terk etmiş yıllar sonra kente döndüğünde torunuyla karşılaşmıştır. İkilinin arasındaki beden dilinin egemen olduğu diyaloglar, bol bol yazı yazılan not kâğıtları ve Max von Sydow’un etkileyici performansı oldukça dikkat çekicidir. Yahudi oldukları küçük sembollerle gösterilen ailenin yıllar önce Almanya’da yaşadığı sıkıntılara şimdi 11 Eylül olayları eklenmiştir. Thomas dede, suskunluğunu aşabilecek midir?
Dede-torun anahtarın ait olduğu kilidi bulma adına çıktıkları yolda birbirlerini tanımaya çalışırlar. Sık sık yapılan geçmiş zaman görüntüleriyle Oscar’ın babasıyla ilişkisini görür, çıkılan gezilerle de Amerikan orta sınıfının türlü türlü dertlerine tanıklık ederiz. Anahtar ve sahibi bulunur. Onların hikâyesinin bilmemiz gereken kısmı paylaşılır ve asıl rota “huzur” aranmaya devam edilir.
GÜRÜLTÜ’NÜN SONUÇLARI
“Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın”, bir ağıt niteliği taşıdığı için içinde cinsellik, küfür ve argo barındırmıyor; ailecek izlenebilecek bir yapım. Bununla birlikte yapımda baba hatasız gösterilirken anne imi aşırı zayıf bırakılıyor. Filmin ortasında türeyen dede, eklemlenme sorunu yaşadığı için sırıtıyor. Oscar karakterinin mükemmeliyeti, bol ayrıntı ve bilgi taşıyıcılığı oyuncu Thomas Horn’a fazla geliyor sanki kaldıramıyor görünüyor çocuk. “Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın”, 11 Eylül olaylarını duygusal bir fon olarak kullanıp hikâyeyi öne çıkarmak yerine sık sık kuleleri, o kulelerden atyarak intihar edenleri, saldırı anını referans göstererek ajitasyonu kullanıyor. “Tanrı Amerika’yı korusun!” (“Good less America”) yazılı kâğıda eşlik eden mumların yanında poz veren Oscar, ABD’de kitlelere tercüman olsa da dünyanın kalanını “öteki”leştiriyor. Babasını kaybeden Amerikalı çocuğun trajedisi içimizi burksa da babasız kalan Ortadoğu’nun çocuklarının atlanmasına tahammül etmemiz bekleniyor. Yönetmen Stephen Daldry, İkiz kulelere yapılan saldırılar sonrası başta Irak ve Afganistan olmak üzere yeryüzünde öldürülen milyonlarca müslümana, işkenceye uğrayanların çığlığına, adeta yetimler coğrafyasına dönüşen Ortadoğu’ya bigâne kalarak bencilliğin sınırlarını zorluyor.