10 Kasım'da ölüm ve hesap günü gerçeğini düşünmek!

Kenan Alpay, 10 Kasım “Kamusal Matem” günü bağlamında Kemalist Cumhuriyet mantığının nasıl olup da seküler ve askeri törenler marifetiyle bütün bir toplumu terbiye etmeye çalıştığını yorumluyor.

HAKSÖZ HABER

Modern cahiliye ölümün mahiyetini değiştirmek için elinden gelen tüm imkanları seferber ediyor. Alemlerin Rabbi için yaşanılan bir hayatın bir başka safhaya taşınması olan ölüm anlayışının izlerini silerken insanın var oluşunu dünya ile sınırlayan seküler yaklaşımlar peyda oluyor.

Türkiye’de Kemalist ideoloji ise ölümü 10 Kasım tarihi ile özdeşleştirerek kurucu kişi kültü imgesini güçlendirmek için araçsallaştırıyor. Netice olarak ise ölümün alemlerin Rabbi olan Allah’a has kılınmadığı aksine başka ilahlar için yaşanılıp sona eren bir hayat tasavvurunun inşası mümkün hale geliyor.

10 Kasım’da şahit olacağımız insan onur ve ahlakına mugayir sahneler hesap günü gerçeğini unutmuş bir topluma işaret etmektedir. Bu vesileyle ölüm ve hesap günü gerçeğini hatırlamak için 10 Kasım’dan herkesin ibretler çıkarması gerekiyor!

Kenan Alpay

10 Kasım'da ölüm ve hesap günü gerçeğini düşünmek!

Hüzün dolu yüzler, keder bulaştıran törenler, bitmeyen dramatik mizansenler. Ulu Önder’e taparcasına sevgi, sadakat ve şükran bildiren ulusalcı nutuklar. Birbirinin tekrarı ucuz şiirler… Sahte kutsiyet atıfları, akıldışı ilahlaştırma imaları.

Oysa misyoner tarihçilerin uydurduğu, reklam ajanslarının kurguladığı modern-seküler efsanelerin hiçbir kıymet-i harbiyesinin olmayacağı bir Kıyamet Günü’ne doğru hep birlikte hızla ilerliyoruz.

Kamusal hayatı bütünüyle anıt heykellerin ve büstlerin istilası altında yaşamaya mahkûm edilen bir ülke ve toplumun bitmeyen, bitirilmesi teklif dahi edilemeyen mecburi matemi: 10 Kasım.

Peki, Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünü diğer insanların ölümünden ayıran temel özellik nedir? İslam tarihinin hiçbir döneminde liderlerin, komutanların, âlimlerin, sahabenin hatta peygamberlerin dahi ölüm günü ve saati özel bir anmaya, dramatik törenlere, kitleleri hipnotize etmeye yeltenen mizansenlere asla ve kat’a konu edilmemiştir.

Ne kadar acı da olsa hiç tartışmasız ölüm bütün canlıları kuşatan bir hakikattir. Çünkü hayat gibi ölüm de Âlemlerin Rabbi Allah-u Teâla’nın emridir. Peki, tam 86 yıldır her 10 Kasım’da saat 9’u 5 geçe kamusal matem komutuyla bütün Türkiye’yi felç eden traji-komik tablonun biricik Rabbimiz Allah-u Teâla’nın rızasına uygun bir tarafı var mıdır acaba?

Allah’a ve ahiret gününe inanan her mü’min doğal olarak kıyamet günü bütün insanlar için görülecek nihai hesabı düşünüp söz ve davranışlarını o hesaba göre düzenler. Haram ve helal, emir ve yasak, doğru ve yanlış… Hayatın bütün temel hatlarını belirleyen İslam elbette ölüm ve ölüm sonrasına ilişkin de esaslar belirler.

Mesela gayet net olarak biliriz ki Cumhuriyet’in kurucusu olduğu, Başkomutan, Ulu Önder veya Ebedi şef gibi sıfatlarla teçhiz edilse bile Mustafa Kemal de Mahşer Günü sorgu-sualden muaf olmayacaktır.

İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükûn Kanunu’yla neden siyaset ve toplumu ağır baskılar altında tuttuğu, Allah-u Ekber denilemeyen ve Kürtçe konuşulamayan distopik bir ülke kurma yolunda halka niçin büyük ve derin acılar yaşattığı gibi sancılı meseleler de unutulmayacaktır, o sorgu-suallerde.

Hayranı olduğu Avrupalılar gibi silindir şapka taktığı, frak giydiği veya vals yaptığı için de Hesap Gününde hiçbir iltimas da tanınmayacaktır kendisine.

Bütün insanlar gibi o da Yaratan Rabb’e gereğince kul olup olmadığıyla ilgili hesaba çekilecektir. Salih amellerinin mi günahlarının mı ağır bastığına bağlı olarak ya cennetle mükâfatlandırılacak ya da cehennem azabıyla yüzleşecektir.

Fakat Kıyamet günü esas alınacak olan belge ve şahitler resmi ideoloji ve misyoner tarihçilerin kurguladıkları değil sağ ve sol omuz başlarında bulunan meleklerin “Amel Defteri”ne anbean yazdıkları olacaktır hiç şüphesiz.

İsmi, sıfatı, sınıfı, ırkı, dili, memleketi fark etmeksizin bütün insanlar için nihai hesap “Amel Defteri”nde yazılanlara ve Allah-u Teâla’nın rahmetine göre yapılacaktır.

İçi bomboş ezberlere karşı çıkarak ve de fanatik çevrelerin yükselteceği linç dalgasından korkmaksızın net olarak ifade edelim: Ulu Önder’in ölümünü Ebedi Şef’e sadakat ve şükran bildiriminden ibaret gören bütün anma biçimleri İslam açısından yanlış ve zararlı tutumlarda inat etmektir. Ulu Önder’in seküler-ulusalcı despotik siyasetine övgüler düzmek üzere Anıtkabir’de veya anıt heykeller etrafında törenler düzenlemek modern zamanların cahiliyesinden, seküler hurafesinden başka bir şey değildir.

Allah’ın rızasına aykırı, Hz. Muhammed Mustafa’nın (a.s.) sünnetine tamamen ters söylem ve eylem biçimlerini saplantı halinde sürdürmek sonu felaketle bitecek batıl bir inanca ve ifsad eylemine ortak olmak demektir.

Âlemlerin Rabb’i Allah’ın vahyi ve rahmetiyle alay eden, rahmet elçisi Peygamberlerini inkâr edip karikatürize etmeye yeltenen, İslam’ın değer ve sembollerini kamusal hayattan söküp atmaya kalkışan kim olursa olsun hakiki bir mü’minin sevgisine, saygısına ve sadakatine asla layık olamaz. Siyasi veya iktisadi menfaat beklentileriyle, konjonktüre ve kalabalığa uyma kaygısıyla tevhid inancımıza inkar ve zulüm karıştıramayız. Bizim namaz ve ibadetlerimiz gibi bütün bir hayatımız ve ölümümüz de hiç şüphesiz Âlemlerin Rabbi içindir çünkü.  Gerisi beyhude didinmelerden ibarettir!

 Secde Suresi/ 11. Ayet

قُلْ يَتَوَفّٰيكُمْ مَلَكُ الْمَوْتِ الَّذ۪ي وُكِّلَ بِكُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ۟

De ki: “Sizin için tâyin edilen ölüm meleği sizi öldürecek, sonra da Rabbinizin huzuruna çıkarılacaksınız.”

Yorum Analiz Haberleri

2024 senesinde coğrafyamızdaki siyasi olaylar
Birleşmiş Milletler neden yeni Suriye'de rol almamalı?
Suriye Devrimi'ne Kur’an penceresinden bakış
İran kendi ipini çekiyor…
Ekran karşısında beyni çürüyen bir nesil...