Öyle garip bir ülke ki burası, herhangi bir Avrupa ülkesinde bir tanesi yaşansa yıllarca gündemden düşmeyecek olayları, skandalları birkaç ay içinde yaşıyor, bazen yazmaya yetişemiyoruz.
Aslında Türkiye, çoktan yaşaması gereken bir süreci; Gladio'nun açığa çıkışı sürecini yaşıyor. Gün geçmiyor ki, basında dudak uçuklatan bir ifşaat, yeri göğü yerinden oynatacak bir iddia yer almasın. Ama öyle hızlı bir süreç ki bu, o dehşet verici açıklamaların birçoğu güme gidiyor; kamuoyunda yeteri kadar konuşulamadan, anlaşılamadan yerini başka vahim açıklamalara bırakıyor.
Ne Emniyet, ne yargı, ne de siyaset harekete geçemeden olay küllenip gidiyor. Nokta Dergisi'nin kapatılmasıyla sonuçlanan şu meşhur "Sarıkız ve Ayışığı" kod adlı darbe planlarını hatırlayın mesela... Bir emekli general uzun uzun, isim ve yer vererek zamanın kuvvet komutanlarının darbe planlarını, toplantılarını vs anlatıyor; Emniyet'in ya da yargının içinden bir Allah'ın kulu çıkıp da, adı geçen kişilere, "Gelin buraya bakalım, siz neler yaptınız" diye sormuyor; ifadelerini bile almıyor.
Ya da, Neşe Düzel'in 11 Şubat tarihli Taraf Gazetesi'nde Star Gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar'la yaptığı söyleşiyi ele alın... Bu söyleşi başlı başına bir bomba! Normal bir ülkeyi ayağa kaldıracak ve aylarca ayakta tutacak kadar sansasyonel bir olay. Ne diyor o söyleşide Şamil Tayyar? Ergenekon'un 1 Numara'sı Veli küçük değil, emekli bir orgeneral, diyor.
1 Numara'nın da 2 Numara'nın da kim olduğunu ben biliyorum, Başbakan da biliyor, Emniyet de biliyor; ama ben adını açıklayamam, diyor. 1 Numara'nın Genelkurmay Başkanı'na bizzat kendi el yazısıyla yaptığı uyarıyı gördüm, diyor. Bu açıklamanın üzerinden bir haftaya yakın bir zaman geçiyor; ne Emniyet'ten ne de Başbakanlık'tan bir açıklama yok!
Hadi Şamil Tayyar, bir gazeteci olarak kaynağına verdiği sözü tutuyor diyelim; diğerleri nasıl oluyor da illegal bir suç örgütünün başında kimin olduğunu bildikleri halde susmaya devam edebiliyorlar?
Nasıl oluyor da devlet, doğrudan Anayasal nizamı hedef alan bir örgütün elebaşının elini okulu sallaya sallaya dolaşmasına razı olabiliyor? Aynı günlerde bir başka "skandal" açıklama da Emniyet İstihbarat Dairesi Eski Başkanı Bülent Orakoğlu'ndan geliyor. Orakoğlu, Turgut Özal'ın öldürüldüğünü ileri sürerek 'Suikastı tezgahlayan üst düzey bir devlet görevlisi.
Adını da biliyorum' diyor. Ama o da isim açıklamıyor. Orakoğlu ayrıca Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Eşref Bitlis ve Turgut Özal'ın öldürülmeleri arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğunu; bu dört cinayet arasındaki ortak paydanın da "PKK ve derin devlet ilişkisine yer verilen bir dosya" olduğunu; söz konusu "dosya"nın kapağını kim kaldırsa, kısa zamanda öldürüldüğünü söylüyor. Ama bakıyoruz, Orakoğlu'nu bildiklerini anlatması için ifadeye çağıran bir savcı bile yok.
Sözün kısası; önümüzde, son 30 yıldır demokratik parlamenter rejimi hedef almış, Türkiye'yi destabilize etmek için seri cinayetler işlemiş, parlamentoya karşı darbelere kalkışmış yaygın köklü bir illegal suç örgütü dururken, bu örgüte ait bilgiler ortalığa saçılırken, biz bütün bunları sıradan gazete haberleri olarak okuyup geçiyoruz.
Bütün enerjimizle rejim için gerçek bir tehlike olan bu örgütün üstüne gitmek yerine, hayali rejim tehlikeleri yaratıp onlarla boğuşuyoruz.
Asıl gaflet bu değil mi?
Bugün gazetesi