Toplanma ve protesto dahil gösteri yürüyüşü yapma hakkı, temel insan haklarından biri olarak bizim Anayasamız tarafından da kabul edilir.
Ama, bu hak verildikten hemen sonra 'ama'lar başlar, bildiğiniz şeyler: Kamu düzeni, ulusal güvenlik, bölünmez bütünlük falan denilerek bu hakkın 'sınırlanabileceği' anlatılır.
Bilir misiniz, bu hakkın nasıl kullanılacağından çok nasıl sınırlanacağını anlatan bir de özel yasamız vardır. Dünyanın kendisine 'demokratik' diyen, 'Kopenhag Kriterleri'ni YETERİNCE yerine getiriyorum' diyen başka bir ülkesinde bu konu için yazılmış özel bir kanun var mıdır bilmiyorum ama bizim 'Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'muz, biliyorsunuz her demokratikleşme reformunda değiştirilip 'düzeltilen' bir kanundur.
Bir seferinde bir grup milletvekiliyle sohbet ederken 'Neden şunu toptan kaldırmıyorsunuz?' diye sorduğumda gördüğüm yüz ifadeleri hâlâ gözümün önünde. Sanki 'Laiklik ilkesine ne gerek var' gibi bir şey demiştim, şaşkın şaşkın bana baktılar, 'Bu uzaylı da nereden çıktı' diye düşündüklerine de eminim.
Her neyse bizim bir defalarca 'demokratikleştirilmiş' toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunumuz var ve bu kanun 'her ne kadar toplantı ve gösteri yürüyüşü için izin almak gerekmiyorsa da' böyle kitlesel bir gösteri yapmak isteyenlerin 'kamu güvenliği' açısından mülki idare amirine (kaymakam veya vali oluyor bu kişi) başvurmasını ve izin istemesini emrediyor.
Mülki idare amiri de, o toplantı için uygun gördüğü tarihi ve kamu güvenliğini etkilemeyecek bir meydanı tahsis ediyor.
Mesela son ölümlü Nevruz olayları tamamen bu iznin verilme ve uygulanma biçiminden kaynaklandı. Bazı valiler hafta sonu günlerinde Nevruz gösterilerine izin vermediler, onların izin verdiği gün de göstericiler gösteri yapmak istemedi. Sonuç, dört ölü!
Şaka değil, en temel insan haklarından birinin kullanımına adam gibi izin verilmediği, hak için izin istendiği için iki can bugün aramızda yaşamıyor. Ve kimse de bu iki canın sorumluluğunu almıyor!
Şimdi, gündemde 1 Mayıs var. Uzun yıllardır olduğu gibi bu yıl da sendikalar 1 Mayıs'ı Taksim meydanında kutlamak istiyorlar. Bu yazı yazılırken İstanbul Vaililği'nin ne cevap verdiğini bilmiyordum ama herhalde yine Taksim meydanına izin verilmeyecek.
Gerekçe de güzel: Taksim'de gösteri yapılırsa, İstanbul trafiği bundan olumsuz etkilenir, vatandaş rahatsız olurmuş.
Geçen yılı hatırlayın: Taksim'e izin verilmedi ama İstanbul trafiği gün boyu kilitlendi, polis lokantada yemek yiyen insanları dövdü, üstlerine biber gazı sıktı.
Ben kendi kıt aklımla Taksim'i 1 Mayıs'a kapatma arzusunun bir nevi fetişizme dönüşmesini anlayamıyorum. Oysa Taksim'de her çeşit gösteri yapılıyor, kitlesel konserler düzenleniyor, yılbaşı kutlaması orada oluyor, Galatasaray UEFA'yı aldığında taraftarın aklına Çağlayan meydanına gitmek gelmedi, herkes doğrudan Taksim'e koştu.
Taksim, İstanbul'un Avrupa yakasının doğal miting alanı. Valilik de bunun farkında, o yüzden meydanı siyasi gösterilere vermemek için her türlü tepkiyi göze alıyor.
Herhalde Taksim yasağının altındaki neden 30 yıl önceki büyük 1 Mayıs katliamı değildir. Üstünden 30 yıl geçmiş, bu arada 1 Mayıs anlam ve şekil değiştirmiş, güvenlik ortamı kıyaslanmayacak kadar düzelmişken, yeni bir 1977 1 Mayıs'ından korkmak kadar anlamsız bir şey düşünemiyorum.
***
Birden fark ettim, toplantı ve gösteri hakkının engellenmemesi gerektiği üzerine yazacakken bu hakkı engelleyenlerin terimleriyle konuşmaya, onları kendi terimleriyle ikna etmeye çalışmaya başladım.
Bakın genlerimize, bilinçaltımıza kadar işlemiş bir şey güvenlik endişeleri ve devlet parametreleriyle düşünmek.
Oysa mesele çok basit: Barışçıl toplantı ve gösteri, en temel insan hakkıdır ve hiçbir şartla kısıtlanmamalıdır.
1 Mayıs Taksim'de olmalıdır artık!
Radikal gazetesi