Sabah evde uyandım ve televizyonu açtım, polis panzerinden kırmızı bir su fışkırıyor, sokakta toplanmış birkaç yüz kişinin üstüne. Sonra su bitiyor, coplar çalışmaya başlıyor. Ben gözlerimi oğuştururken orada, Şişli'de insanlar dayak yiyor.
Bir tarafta 'dayak takımı', öteki tarafta 'ayak takımı.'
İçimi öfke kaplıyor. İlan edilmiş yürüyüş saatine beş saat vakit varken bu dayak niye?
Ne yaptı o insanlar bir sokakta toplanmaktan başka?
Çok iyi biliyorum ki, böyle olmak zorunda değildi.
Bu gerginlik yaratılmasa, günlerdir İstanbul Valiliği'nin psikolojik savaş taktikleri olmasa, 1 Mayıs'a on binler, belki yüz bin kişi katılacaktı. Sakin sakin yürüyecek, Taksim'e gelecekler, mitinglerini yapacak ve dağılacaklardı.
Dün İstanbul'a yığılmış olan on binlerce polisin yarısıyla da güvenlik sağlanacak, kötü niyetli gruplar etkisiz hale getirilecek, tek kişinin burnu kanamadan uygar bir bayram kutlaması yapılacaktı.
Evet, bu mümkündü.
Ama hayır, artık adına 'derin devlet' mi dersiniz, kim derseniz onlar, Ergenekoncuların rüyalarında göremeyecekleri türden ajitasyon tekniklerini kullanarak 1 Mayıs'ı kan dökülen, insanların öldüğü bir yeni 1 Mayıs yapmak için uğraştılar.
Sabahın 06.30'unda adam dövmenin, Taksim Meydanı'nda gösteriye izin vermeyeceğiz diye bütün şehir hayatını bitirmenin mantıklı açıklaması olamaz. Bu yapılanlar, durduk yerde hadise çıkarmak, basit bir bayram kutlamasını kanlı bir hatıraya çevirmekten başka bir işe yarayacak şeyler değildi.
Dikkat ederseniz, bu hükümet böyle şeyleri çok yapıyor. Son Nevruz kutlamalarında hiç gereği yokken kan döküldü. Bence Nevruz'da olanlar da Ergenekonvari bir komploydu.
* * *
Hükümet, belki son beş aydır kendisini yalnızlaştırmak için ne gerekirse yapıyor. İşçilerle kavga ediyor, onlara hakaret ediyor. Sonra onlarla uzlaşma masasına oturuyor, söylediklerini de geri alıyor.
Sonra aradan biraz zaman geçiyor, aynı işçilere bu kez 'Ayaktakımı' diyor. Bir hafta sonra dönüp neredeyse özür dileyen bir konuşma yapıyor ama sonra da onları sabahın kör karanlığında coplattırıyor, üstlerine biber gazı attırıyor.
Eğer Ergenekon ülkeyi istikrarsızlaştırıp darbe ortamını oluşturmaya çabalayacak örgütün adıydıysa, bu hükümet zaten kendi kendini sürekli istikrarsızlaştırıyor, gerekirse insan ölmesinden çekinmeyerek tedirgin bir atmosferde yaşanmasını sağlamaya çalışıyor ve kendi kendini yeterince istikrarsızlaştırıyor.
Elbette demokrasi dışı güçlerin seçimle gelmiş hükümetleri devirmek için faaliyette bulunması hoş değil. Ergenekon'un hoş görülecek veya hafife alınacak bir tarafı yok.
Ancak öte yandan seçimle gelmiş hükümetlerin de kendilerini seçen kitlelerle sadece seçim günü ittifak kurmayı yeterli görmesi diye bir şey modern demokraside geçerli olamaz. Yüzde 47 bir ideoloji partisine değil bir kitle partisine verildi, o kitle partisi, kendisini kitlelere ulaştıran ittifaklarını, politikalarını ve meşruiyet arayışlarını her gün yeni baştan yapmalı, en azından o koalisyonu özenle korumalı.
Dün dayak yiyenlerin, üstüne gaz sıkılanların veya gergin atmosfer olmasa Taksim'e gelip 1 Mayıs'ı kutlayacak olanların önemli bir bölümü de eminim seçimde AKP'ye oy veren yüzde 47'nin içindeydi.
Hükümet, 1 Mayıs'ı şiddete ve az kalsın kana bulayarak kendi seçmenine de bir anlamda ihanet etmiş olmadı mı sizce?
Radikal Gazetesi