1 Mayıs; gerek var mıydı?

Özlem Albayrak

Doğrusu, her 1 Mayıs'ta Taksim'de toplanıp kutlama yapmak isteyen sol grupları; 'hadi bakalım dökün eteklerinizdeki taşları, sonra dönün gündelik hayatınıza; alışveriş arabalarınıza, kredi kartlarınıza, kapitalist imkanlarınıza; hadi bakalım yapın gösterinizi ve dalın yeniden daha konforlu eve sahip olma uykularınıza' diye içten içe küçümseyenlerden değilim.

Çünkü işçiler ve onların avantajsız konumda oldukları için savunulması da dezavantajlı olabilecek emeklerini, toplumsal hiyerarşinin alt katmanlarını temsiliyet sebebiyle hep değerli buldum. Kaynakların kimler tarafından, nasıl kullanıldığı meselesini geçin, soldaki artı değer ve benzeri başka fikirleri de…

Onlarıdeğil, ama asıl 'Neden bütün 1 Mayıs'lar kavgalı-dövüşlü-çatışmalı geçiyor' diyenleri bir parça yadırgadım; zira sol teorinin hedefi bizzat çatışmadır.

Tabi ki çatışmadan kasıt, kaldırım taşlarını söküp, esnaf camı kırmak değildir, Türkiye'nin Kemalizmle malul yarım solcularının bunu anlamasını beklemek de safdillik olabilir; ama karşılarında bir demet 'eğlenelim gülelim, yaşamak güzel filan' modunda çiçek çocuk bekleyenler ya da Taksim meydanında Milos Forman'ın Hair filmindeki 'hayat bayram olsa' sekanslarından birine rastlayacağını umanlar ya olması gerektiğinden fazla iyi niyetli veya cahildir.

Nitekim, toplumsal dinamizmin sınıfların çatışmasıyla sağlanacağını, işçilerin birbiriyle dayanışarak ama burjuva sınıfıyla çatışma ve rekabet halinde kalarak devrimi gerçekleştireceğini varsayan bir teorinin asla gerçekleşmemiş önkabullerinin, bir parça öfkeye sebep olması anlaşılabilir. Kurtuluşun anahtarı olabilecek çatışmanın bile kapitalizm eliyle düzenlenen, üzerinde anlaşmaya varılabilir bir kurallar dizisi olarak rekabete dönüşmüş olması da öyle…

Yani ki, büyük umutlarla, toplumsal patlamaya yol açacağı umulan çatışma, toplumsal sınıflar arasında, çatışma görünümlü bir barışın simgesidir artık. Tam da bu yüzden 'solcular neden şiddete meyilli?' demek ya da 1 Mayıs'ın Taksim'de kutlanması ısrarını anlayamıyormuş gibi yapmak doğru değildir, şık da değildir.

Öte yandan, 1 Mayıs'ı resmi tatil ilan eden ve Taksim Meydanı'nı kutlamalara açan, iki yıldır huzur ve barış içinde bir 1 Mayıs geçirilmesine olanak sağlayan da aynı hükümetti. 'Taksim'de 1 Mayıs yassak kardeşim' cümlesiyle paranoyasını ortaya koyan, kendi gölgesinden bile korkan ceberut devlet algısını toplumun iliklerine kadar yerleştiren ve kararlarıyla; az kazanıp kötü yaşayan, eşit ve insanca hayat talepleri bulunan ve yılda bir gün olsun bunu ifade edebilmenin yollarını arayan kitlelerin bileyleyen devlet yoktu artık. 'Çatışma çıkıyor', 'Taksim parçalı yapısıyla kontrol altına alınamıyor', 'Provokasyonların önüne geçilemiyor', 'Aldığımız istihbarata göre' gibi geçerliliği kendinden menkul gerekçeler de öyle...

Zira, provokasyonlar, güvenlik zaafının ortaya çıkmasına neden oluyorsa ve sonuçta o meydanda bulunan tüm vatandaşların potansiyel suçlu ilan edilmesine yarayabiliyorsa, bunun sorumlusu provokatörler değil, provokasyona gelme eşiği giderek düşen ve aniden savaş moduna geçebilen o güvenlik algısındaydı.

Türkiye böyle bir devlet olmaktan giderek uzaklaşıyordu ve bu yıl Taksim'deki 1 Mayıs kutlamalarına izin verilmemesinin sebebi de oldukça açık ve anlaşılırdı yani.

Ama sonuç, sendikaların bu karara itirazı, her tarafı köstebek gibi kazılmış Taksim'de kutlama ısrarı ve 'gaz' oldu. Dolayısıyla ne sendikaların bu aptalca ısrarına gerek vardı, ne de vatandaşın üzerine 'gaz' sıkarken böylesine cömert davranmaya...

Birilerinin eline 'gaz'dan tayyare verildi, uçurdukça uçuracaklar şimdi...

YENİ ŞAFAK