Şerit üzerindeki Kürt nüfus
Türkiye'nin üç ana bloka ayrılmış olmasını, demokratik rejim işlerken, farklı siyasetlerin kendini kamusal alanda ifade etmesi şeklinde anlamak aşırı iyimserlik olur. Yazık ki bloklaşma, kutuplaşmaya doğru evrilmekte; CHP ve laik milliyetçilikte somutlaşan blokta, muhafazakâr-dindar bloka ve artık doğrudan Kürtlere karşı bir nefreti besler niteliğe dönüşmektedir.
Bizi bu yönde düşünmeye sevk eden somut veriler var. Toplumsal bir arada yaşama iradesini zayıflatan bu gelişmeyi, Kürt milliyetçiliğine karşı yükselen tepkinin Doğu ve Güneydoğu dışında "Kürtler"e yönelmesi ile AK Parti ve dindar-muhafazakâr kesimlere karşı gösterilen muhalefetin sosyal boyutlarda nefrete dönüşmesinde gözlemleyebiliyoruz.
PKK/BDP'de kendini ifade eden Kürt milliyetçiliğinin "devletle çatışır"ken, "laik karakterdeki Türk milliyetçili"ğiyle toplumsal gerilim yaşamaya başlaması son iki yıla ait bir olgudur. Bu hem PKK/BDP'den, hem örgütlü ve organize Türk ulusalcı akımlarının karşılıklı olarak ürettiği ötekileştirici retorikten kaynaklanmaktadır. Süreç içinde laik ulusalcı söylemin geleneksel Türk milliyetçiliği üzerinde gözlenen etkisiyle Türk ve Kürt milliyetçilikleri birbirlerini ötekileştirmeye başladılar. "Hayır" oylarının baskın olduğu hat üzerinde nefreti körükleyen ötekileştirici söylemin teşekkülünde Kürt sorununun çözümünde zorluk çıkaran iç bürokrasinin, CHP, MHP ve derin güçlerin belli bir payı olduğu kadar, PKK'nın süren şiddet ve terörü ile BDP'nin Kürt sorununda her geçen gün çıtayı biraz daha yükseltmesinin de payı vardır.
Tabii ki söz konusu olgunun arka planında görünmez faktörler var: AK Parti, hem açılımın arkasında duruyor, hem hâlâ Kürt seçmenin neredeyse yüzde 75'inin oyunu almaya devam ediyor. Bu Akdeniz, Trakya, büyük kentler ve Karadeniz'de "Kürt etnik kimliği"nin tanınmasıyla, bugüne kadar çeşitli avantajlar ve kamusal ayrıcalıklar sayesinde sahip oldukları "resmi Türk kimliği"nin sarsıntı geçireceğinden kaygı duyan kesimlerin tepkisine yol açıyor. "Ne mutlu Türk'üm diyene" formülünü kabul edip kolayca "resmi Türk kimliği"ni -resmi anayasal Atatürk milliyetçiliğini- benimseyenlerin önemli bir bölümünün etnik köken olarak Türk olmayıp Balkan göçmeni, mübadili veya Kafkas muhaciri olması anlamlıdır.
Bu açıdan Akdeniz, Ege, Trakya ve Karadeniz sahil şeridinde Kürt açılımına ve Kürtlerin Batı'ya göç etmelerine gösterilen tepki ile Orta Anadolu'da kökeni sahiden Türk olan kesimlerin gösterdiği tepki arasında mahiyet farkı var. Anadolu milliyetçilerinin gösterdiği tepki ülkenin toprak bütünlüğü, devletin bekası ve kendilerinin Batılı haçlı güçler tarafından Orta Asya'ya sürülmek istenmeleriyle ilgili bir korkuya dayanır. Etnik Türkler, Kürtlere etnik kökenleri, konuştukları Kürtçe dili veya bölünmeye yol açmayacak hak taleplerine düşmanlık göstermiyorlar, onlarla gündelik hayatta ortaklıklar kurabiliyorlar, evlilikler yapabiliyorlar, camide bir araya gelebiliyorlar. Ancak sahil şeridindeki tepki, Cumhuriyet'in kuruluşuyla elde edilen tarihsel avantajların ve ayrıcalıkların paylaşılmasına gösterilen bir tepkidir.
Büyük ölçüde Balkan göçmeni, mübadili ve muhaciri olan bu kesimlerin ilk defa alenen tepki göstermelerinin gerisinde iş piyasası ve istihdam alanındaki daralma yanında, Türkiye'nin Ortadoğu açılımının, kamusal aktörler arasında yetki ve rol değişime yol açacağı ve açılımın yeni bölgesel zenginleri doğuracağı kaygısı da rol oynamaktadır.
Şu bir gerçek ki, bölgesel entegrasyona doğru evrilmekte olan Yeni Ortadoğu'nun kurucu aktörleri Türkler, Araplar, Farslar ve Kürtler olacaktır. Bu öyledir, ama Türkiye'yi heterojen etnik yapısıyla bir bütün olarak düşündüğümüzde, Balkanlar ve Kafkaslar Türkiye'nin içe-doğru devam eden beşeri uzantılarıdır, dolayısıyla yeni Ortadoğu'nun müdahil unsurlarıdırlar, bunu kaygı sebebi yapmak tamamen yersizdir.
AK Parti'nin yeni Ortadoğu'da hiç kimsenin dışarıda kalmayacağına ilişkin heyecan verici ve kuşatıcı bir projesi olduğunu göstermesi lazım.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT