Serbest Cumhuriyet Fırkası Nasıl Kuruldu, Nasıl Kapatıldı?
Fethi Bey: “Biz sizinle mücadele etmek için parti kurmadık” diyerek partiyi kapatma kararı aldı. Bu tarihten sadece dört gün sonra da meşhur Menemen Olayı patladı. Ne tesadüf: Ankara’daki her hesaplaşmanın ardından bir “isyan” patlıyordu!
Yavuz Bahadıroğlu, Yeni Akit gazetesinde yayınlanan Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın nasıl kurulup, nasıl kurulduğunu yorumluyor:
Önce bu partinin kuruluş macerasına kısaca göz atalım: Göz atarken de unutmayalım ki, cumhuriyet tarihimizin ilk muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’dır. Başbakan İsmet İnönü’nün Şeyh Sait isyanı bahanesiyle herkesin ağzına kilit vurduğu meşhur Takrir-i Sükûn Kanunu’na istinaden kapatıldığında, takvimler Kasım 1924’ü gösteriyordu...
Serbest Fırka denemesi bu tarihten altı yıl sonrasına rastlar. O tarihte cumhuriyet yedinci yaşını sürmektedir ama taşlar hâlâ yerine oturmamıştır. (Zaten ne zaman oturdu ki?) Memleketin her köşesinde yokluk, yoksulluk, baskı, şiddet hüküm sürmektedir. Bunları hale-yola koyması gereken Başbakan İsmet İnönü ise daha ziyade parti ile (CHF=Cumhuriyet Halk Fırkası) meşguldür.
Öte yandan; İstiklal Savaşı’nın iki kader arkadaşı arasında (Atatürk ve İnönü) dipten dibe bir zıtlaşmanın başladığı fark edilmeyecek gibi değildi. Ortada bir güç yarışı var gibidir…
Bazılarına göre, İsmet Paşa, icra makamı olmanın da avantajıyla öne geçip önce partiye, ardından tüm siyasete hâkim olmak ve “tek adam” haline gelmek istemektedir (Atatürk’ten sonra oturduğu Cumhurbaşkanlığı makamında kendini “Milli Şef” ilan ettirmiş, ilk icraatlarından biri de paradan, puldan ve resmi dairelerden Atatürk’ün fotoğraflarını kaldırmak olmuştu). İsmet Paşa’nın daha fazla güçlenmesini engellemenin en iyi yolu başka bir güç merkezi oluşturup gücü dağıtmak, ardından da her iki gücün denge merkezine oturmaktır.
Bunun en iyi yolu yeni bir siyasi parti kurmaktı. Yeni parti Atatürk’ün de desteğiyle yeni cazibe merkezine dönüşecek, böylece bir taşla iki kuş vurulacaktı: Hem İsmet Paşa’nın gücü zayıflatılacak, hem de Batı dünyasının Türkiye’yi zorladığı demokrasiye doğru büyük bir adım atılacaktı.
O tarihte Türkiye’nin Londra Büyükelçisi olan Ali Fethi Beyi (Okyar) bu işle görevlendirdi. Ancak Fethi Bey endişeliydi. İnönü ile çatışmak istemiyordu.
Atatürk en yakın dostlarını ve hatta kız kardeşini yeni partiye vermek suretiyle Fethi Beyi zar-zor ikna etti. Ne var ki Ahmet Ağaoğlu tereddüt ediyordu. İsmet İnönü’nün bu partiyi de, kısa bir süre önce Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na yaptığı gibi, “irtica” ile suçlayıp kapattıracağına inanıyordu. Bu yüzden İnönü’nün de bulunduğu bir sohbette, “Meclis’te serbest düşünme, serbest söyleme ve serbest hareket etme imkânı verilse, Cumhuriyet Halk Fırkası (partisi) kendiliğinden iki kola ayrılır ve ayrılanlar hakiki bir muhalif fırka kurulmuş olur”deyiverdi.
Atatürk’ün bu sözlere kızacağını düşünenler kahkahalar atarak onayladığını duyunca çok şaşırdılar. Belki de bu önceden hazırlanmış bir mizansendi. Galiba niyet İsmet İnönü’ye bir elense çekmekti. Nitekim Atatürk, Ağaoğlu’na şöyle bir soru sordu:
“Layıkı vechile (gereği gibi) murakabe (denetim) vazifesini yapabilmeniz için kaç meb’usa (milletvekili) ihtiyacınız var?”
Ağaoğlu’nun, “10-15 tane doğru dürüst ve bilgili adam yeter” demesi üzerine de, “Öyleyse merak etmeyin. Ben yeni fırkaya 50-60 hatta daha çok mebus temin ederim. Size şimdiden Kütahya mebusu Nuri Conker’in umumi kâtip olmasının sözünü veriyorum” deyiverdi.
Sözleri biter bitmez Nuri Conker’e döndü:
“Nuri, kabul ediyorsun değil mi?” diye sordu.
Bu emr-i vakiyi reddetmek mümkün değildi. Çaresiz kalan Conker:
“Emredersiniz Paşa Hazretleri” deyince, Atatürk kız kardeşi Makbule Hanım’ı işaret etti:
“Hemşirem de şimdiden yeni fırkaya girmiştir” dedi.
Sonra tekrar Ahmet Ağaoğlu’na dönüp sordu: “Daha söyleyecek bir sözün kaldı mı?”
Atatürk’ün özene-bezene kurmaya çalıştığı Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı konuşuyorduk…
Kız kardeşi Makbule Hanım’la çocukluk arkadaşı, sırdaşı Nuri Conker’i yeni partiye vadettikten sonra, Ahmed Ağaoğlu’na dönüp sormuştu:
“Daha söyleyecek bir sözün kaldı mı?”
Evet kalmıştı. Yeni partinin genel başkanlığı için düşünülen Fethi Bey (Okyar), hâlihazırda Londra Büyükelçisiydi. Yani milletvekili değildi. Bu sorun nasıl halledilecekti? Bunu Atatürk’e sorunca şöyle bir cevap aldı:
“Mebus olacak elbette.”
“Paşam nasıl mebus olacak, aklım almıyor.”
“Başkaları nasıl olduysa o da öyle olacak.”
Atatürk’ün sesi sertleşmeye başlamıştı. Buna rağmen Ağaoğlu sorgulamayı sürdürdü:
“Paşam, başkalarını siz tavsiye ediyorsunuz, sizin partinizin (CHF) mensupları da onları seçiyorlar. Cumhuriyet Halk Fırkası’ndan olmayan Fethi Beyi siz nasıl ve kime tavsiye edeceksiniz? Yeni parti henüz kurulmadığına göre Halk Fırkası üyeleri nasıl olur da kendilerine rakip olacak bir partinin liderini seçerler?”
Soru son derece mantıklıydı, ancak galiba durumun nezaketine uymuyordu. Nitekim Atatürk’ün kaşları çatılmıştı. Sert bir sesle karşılık verdi:
“Ne karıştırıyorsun sen? Ben sana Fethi Bey seçilecek diyorum...”
Ve kitabına uydurularak seçildi…
Böylece yeni bir parti doğdu: SerbestCumhuriyet Fırkası (12 Ağustos 1930).
Ufukta belediye seçimleri vardı. Serbest Cumhuriyet Fırkası belediye seçimlerine katılarak kendini göstermek, bir anlamda rüştünü ispat etmek istiyordu. Kurucular, seçimi kazanacaklarına inanıyorlardı. Çünkü İstiklal Savaşıbiteli sekiz yılı aşmasına rağmen İsmet İnönü iktidarı halkı biraz olsun rahatlatamamış, dertlerine deva olamamıştı. Halkın memnuniyetsizliği sandığa yansıyacak ve belediye seçimleri yeni partinin zaferiyle sonuçlanacaktı.
Ne var ki, kafasında kuyrukları birbirlerine değmeyen kırk tilki dolaştığı söylenen İsmet Paşa da yaklaşan tehdit ve tehlikenin farkındaydı. Tehlikeyi bertaraf etmek için başarılı olmaya çalışacağına, muhalefetin kitleleri harekete geçirmesiyle oluşacak havayı kullanarak muhalefeti bertaraf etme kararlılığı içinde fırsat bekliyordu.
Beklediği fırsat, SCF Genel Başkanı Fethi Bey’in İzmir gezisi ile ortaya çıktı. İnönü’ye bu geziye ilişkin olarak gelen raporlar, İzmir halkının çok büyük bir heyecan ve coşku içinde Fethi Bey’i karşılamaya hazırlandığı biçimindeydi.
Hemen ana muhalefet liderinin konuşturulmaması talimatını verdi. Bu talimatı alan yerel yöneticiler, olaylar çıkması ihtimalinden söz ederek Fethi Bey’e mitingden vazgeçmesini tavsiye ettiler. Fethi Bey durumu Atatürk’e iletmek için telgraf çekmek istediyse de telgrafını kabul edecek postahane bulamadı...
Durum içinden çıkılması zor bir hal almıştı. Fethi Bey çaresizlik içindeydi. Kendisine parti kurduran ve “himaye” sözü veren “lider”e ulaşamıyordu.
Düşünün: Atatürk Cumhurbaşkanıdır ama yalnızca bu konumdan dolayı değil, kimliği itibarıyla da Türkiye’nin en güçlü insanıdır. Serbest Cumhuriyet Fırkasıonun isteği ve teşvikiyle, üstelik en yakın arkadaşlarını partiye vermesiyle kurulmuştur ve bunlar herkesçe bilinen gerçeklerdir...
Buna rağmen İsmet Paşa bu partiye ve kurucularına meydan okuyabilmektedir...
Acaba bu durum derinden derine bir iktidar mücadelesini mi düşündürmeli, yoksa milletin eğilimlerini tespit sadedinde bir danışıklı dövüşü mü?
Neyse, çaresiz kalan Fethi Okyar, telgrafını İzmir dışından Atatürk’e ulaştırmayı başardı. Atatürk, birer suretlerini, gereğini yapmaları için Başbakan’a, İçişleri Bakanı’na ve İzmir Valisi’ne gönderdiğini söylediği cevabi telgrafında özetle şöyle diyordu:
“Fethi Bey, sen behemahal (mutlaka) nutkunu söyleyeceksin. Ve tesadüf edeceğin herhangi bir engeli bana bildireceksin.”
Nihayet miting izni çıktı, Ama bu kez farklı bir oyun tezgahlanmış, Fethi Bey’in konuşacağı kürsünün karşısına bir kürsü daha kurulmuş ve sabırsızlanan kalabalığa Fethi Bey’in ikinci kürsüde konuşacağı duyurulmuştu. Fethi Bey’i dinlemek için o yana gidenler bir sürprizle karşılaştılar: Kürsüde Adliye Vekili Mahmut Esat Bozkurt vardı ve İsmet Paşa’yı överek Fethi Bey’i yeriyordu.
Bu apaçık bir provokasyondu. Halk kandırıldığını anlayınca, çok öfkelendi. Bağırarak durumu protesto etmeye başladılar. Bıraksalar bağıra-çağıra birinci kürsünün yanına döneceklerdi, ama bırakmadılar. Polis gücü harekete geçti. Kalabalığı itip kakmaya ve coplamaya başladı. Hatta bazıları tabanca çekip halkın üzerine ateş açtılar. Bu ateş sonucu babasıyla mitinge gelen on dört yaşlarında bir erkek çocuk can verdi. Babası çocuğunu kollarının arasına aldığı gibi Fethi Bey’in yanına gitti:
“İşte ilk kurban, hepimiz yoluna kurbanız, yeter ki sen bizi kurtar” mealinde sözler sarf etti...
Olaylar kontrolden çıktı. Fethi Bey kargaşadan sıyrılıp Ankara’ya döndüğünde, şaşkındı. İktidarın kontrolünde çıkan tüm gazeteler ağız birliği içinde kendisini suçluyor, “hükümeti istemekle” itham ediliyordu. “Bir fırkanın (siyasi partinin) iktidara geçmek isteğini suç saymanın mantığını anlamak imkânsız, biz bu partiyi eğlence olsun diye kurmadık, tabii iktidara geçmek istiyoruz” şeklinde mantıklı demeçler vermeye çalıştı, ama o toz dumanda kimse dinlemiyor, “irticaı yüreklendirmek”le, “halkı inkılaplara karşı kışkırtmakla”, hatta “cumhuriyete ihanet etmek”le suçlanıyordu. (Başbakan Adnan Menderes ve arkadaşları aynı ithamlar altında asıldı. Demirel, Ecevit, Türkeş ve Erbakan benzer suçlamalarla sürgüne gönderildi ve partileri kapatıldı) O ve arkadaşları, çok ağır ithamların altında bunalmışlardı. Atatürk’te ise henüz tepki yoktu.
Ahmet Agaoğlu bir kez daha Çankaya’ya çıktı. Atatürk’e şunları söyledi: “Beni Serbest Fırka’ya siz soktunuz... Mezarıma birkaç adım kalmışken, milleti anarşiye sevk eden sebep olarak görülüyorum... Millete ihanet ettiğim gibi kurtarıcıma da karşı çıktığım suçlaması altındayım. Buna katlanamam... Çekilir, öğretmenlikle meşgul olurum daha iyi.”
Atatürk şöyle karşılık verdi: “Anlıyorum ki sen verdiğim sözden şüphe ediyorsun. Namus sözüm var. Müsterih olun.”
Ancak birkaç gün sonra bu hava değişti. Atatürk, kurucusu olduğu Cumhuriyet Halk Fırkası’nın başına geçip, Serbest Cumhuriyet Fırkası ile siyasi mücadeleye girmekten söz etmeye başladı.
Fethi Bey: “Biz sizinle mücadele etmek için parti kurmadık” diyerek partiyi kapatma kararı aldı. (18 Aralık 1930) Böylece cumhuriyet tarihinin ikinci çok partili sistem denemesi de hüsranla sonuçlanmış oldu. Bu tarihten sadece dört gün sonra da meşhur Menemen Olayı patladı.
Ne tesadüf: Ankara’daki her hesaplaşmanın ardından bir “isyan” patlıyordu!
HABERE YORUM KAT