Senin biatın benim biatımı döver
Gönül isterdi ki gazeteler sadece gazete, televizyonlar sadece televizyon olsun. O zaman Aydın Doğan'ın 'başbakan kusura bakmasın, biz biat etmeyiz, biat kültüründen gelmiyoruz' sözlerinin bir anlamı olabilirdi.
'Biz bağımsız bi' medya grubuyuz' ifadesi bugün pek naif kaçıyor. Çünkü Türkiye'nin küresel sermayeye eklemlenmesi büyük medya gruplarının 'meydana getirilme' ve bu grupların, içinde hem devletlerin hem de ulusötesi sermaye gruplarının bulunduğu bir tür imparatorluğa bağımlı kılınması sürecini de kapsıyordu. Daha dün Mr. Anderson kod adlı Citibank yetkilisinin Pamukbank'ı çökertmek için kimlerle nasıl ilişkiler kurduğu, Veli Dural kod adlı Doğan Grubu yetkilisinin iyi kötü tamamı yerel/milli olan bir sermaye grubunun yok edilmesindeki rolü konuşuluyordu. Ne bağımsızlığı? Ya da neye oranla bağımsız ve nelerden bağımsız? Milli sermayenin bu ülke için teşkil ettiği anlamdan bağımsız mesela. Seçilmişlerin iradesine saygı duyma sorumluluğundan bağımsız.
İnsan merak ediyor; bir yayın grubunun her iktidarla gelişmesi, her iktidara söz geçirmesi, ürkütücü biçimde zaman içinde sadece ve sadece büyümesi ve hâlâ bağımsız kalabilmesi ne kadar mümkün? İnsanın aklına geliyor, yerli iktidarla 'bana iyiysen, iyiyim' tarzında süper bağımsız ilişkiler içinde olunabilmesi için, ne tür bir bağlar içinde olmalıdır bir 'bağımsız medya' grubu, hangi güç ve ulusal/ulusötesi birim ve kurumlara 'biat' edilmiş olunmalıdır acaba? Bağımsız medya iddiasını 'para' sözcüğünün dekoderiyle okuduğumuzda karşımıza başka bir biat türü çıkmaz mı? 'Benim şerefim develerimin sırtında' diyen Ebu Süfyan misali, menfaat eksenli bir biat türünün kişiyi/grubu/kurumu daha mobil kıldığı kesin de, bunun adını 'bağımsızlık' koymak ayıp olmaz mı?
Ne acıdır ki kralcılar yüzünden kral naif duruma düşüyor; Aydın Doğan bağımsızlığın ne anlama geldiğini ya da gelmediğini biliyordur kuşkusuz ama sahibine itaat etmekte aşırı giden gazete sorumluları tarafından tarafsız gazeteler çıkardığına 'inandırılmış' olması, hazin bir hava oluşmasına neden oluyor. Aydın Doğan bir siyasi parti başkanı olmadığını dolayısıyla başbakanın rakibi olmadığını, kendisine cephe alınmış olmasının anlamsızlığını vurguluyor yaptığı açıklamalarda. Bu savunma da anlamlı olabilirdi; siyasi parti olmadığı çok açık olan bir medya grubunun bilhassa amiral gemisini bir parti gibi, bir siyasi hasım gibi konumlandırması söz konusu olmasaydı... Şahsi meseleler ve holding menfaatleri; memleket davası, laikliğin ve cumhuriyetin bekâsı, mahalle baskısı gibi kâh siyasi kâh sosyolojik başlıklarla ambalajlanıp korku, öfke ve hatta 'darbe beklentisi' yaratmak üzere kitlelerin üstüne boca edilmeseydi.
Gelgelelim şöyle mevzular da var. Çalışma Bakanı Çelik'in Tuzla'daki ölümler konusunda Çalışma-ma Bakanı gibi görünmeyi bile göze alarak, çaresizliği 'Tuzla kapatılsın' gibi önerilerle ortaya koymasına alıştık; Ertuğrul Günay'ın Edirne'deki bir etkinliği yeterince iyi takip edemeyen TRT muhabirini 'Siz ne iş yapıyorsunuz?' diye azarlayabilmesine alıştık; Babacan'ın yurtdışındaki toplantılarda bazı realiteleri o pozisyonda olmasına 'rağmen' dile getirebiliyor olmasına alıştık. Velhasılı tüm bu 'iktidar olduk ama muktedir olamadık' sitemkârlığına, devletin kendi kendinden yakınmasına ve seçilmişlerin gücünün sınırlılığına göndermelerde bulunan her türden teşhire alıştık, hatta bazen Türk siyasetinde eşi benzeri görülmemiş bir şeffaflığın izdüşümü saydık. Ama siyasetin dilinin bu kadar keskin ve hasmane bir tonlamaya evrilmesine, restleşmenin filtre görmemiş vechelerine, kamuoyu tarafından çoktandır bilinmekte olan Hilton kızgınlığının neden şimdi uç verdiğine ilişkin sorulara mesela, alışabilir miyiz? 'Türkiye Cumhuriyeti'nin koskoca Başbakanı'nın bir medya imparatoru ile bir araba dolusu iddia ve itham etrafında hizalanmasında 'halkın başbakanı' ön kabulunü de, 'dobra başbakan' yüceltimini de zorlayan bir şey var.
O şey ne derseniz, tanımlayamam. Yok, biatim izin vermediğinden değil, kan şekerim düşüyor, dahası yerim bitti..
Zaman gazetesi
YAZIYA YORUM KAT