Sen kimsin
Bülent Arınç’ın sözlerinde, Fehmi Koru’nun yazısında, Yasemin Çongar’ın bugün sütununda hatırlattıklarında hep İtalya örneği var.
Yaşadıklarımız İtalya’nın yakın dönemde yaşadıklarına çok benziyor çünkü.
Orada da devlet içinde “halkın iradesine” düşman bir yapılanma ortaya çıkarılmıştı.
İçinde askerler, gazeteciler, politikacılar, işadamları, istihbaratçılar, akademisyenler, bankacılar bulunuyordu.
Kızıl Tugaylar gibi “solcu” örgütlerin de bu “derin” yapıyla işbirliği yaptığı, bazı sabotajları ve cinayetleri o “yapı” adına gerçekleştirdiği anlaşılmıştı.
İtalyan devletinin içi “fare yuvası” gibi delik deşik labirentlerle doluydu.
Bugün bizde de durum aynı gözüküyor ve o “yapı” yavaş yavaş deşifre oluyor.
“Ergenekon” denen örgüt bu “yapının” önemli bir parçasıydı.
Şimdi anlaşılan bu “yapının” askeriye içindeki uzantılarına ulaşılıyor.
Ankara’da üç günden beri Seferberlik Tetkik Kurulu adını taşıyan “kontrgerilla” teşkilatının Ankara bölge müdürlüğünde sürdürülen aramalar, bu “yapının” yeni bir bacağının ortaya çıkması nedeniyle yapılıyor.
Bu son “aramalar”, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın evinin civarında, ceplerinde Arınç’ın adresiyle dolaşan iki subayın yakalanmasıyla başladı.
Ergenekon davasını küçümsemeye çalışanlar bu son gelişmeyi de küçümsemeye çalıştılar ama gelişmeler bu son olayın pek küçümsenebilecek gibi bir olay olmadığını ortaya koyuyor.
Bu “suikast” olayında karşılaştığımız “şeyin” ne olduğunu en çarpıcı biçimde açıklayan satırları Hürriyet gazetesinde Şükrü Küçükşahin yazdı:
“Epeydir izlendiklerini düşündüğüm iki subayın istihbaratı da aşan, daha özel bir birimin elemanları olduğu, o nedenle görevlendirilmelerinin çok üst düzeyden yapıldığı bilgisi veriliyor.”
Bu kısacık paragraf sorularla dolu.
“Özel birim” ne?
O birimin görevi ve amacı ne?
Onlara nasıl bir görev verildi?
Onlara o görevi veren “çok üst düzey” general kim?
Seferberlik Tetkik Kurulu’nun doğrudan Genelkurmay İkinci Başkanı’na bağlı olduğunu belirten açıklamaları ve o iki subayın yakalanmasından sonra Genelkurmay Başkanı ile Kara Kuvvetleri Komutanı’nın Başbakan’ı birlikte ziyaret ettiklerini düşününce, ister istemez insanın aklına Genelkurmay’ın 2 numarası geliyor.
Genelkurmay İkinci Başkanı mı verdi o subaylara görevi?
Yakalanan iki subaya verilen görevi Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ biliyor muydu?
Biliyorsa, o iki subayın yakalanmasından sonra Genelkurmay o saçma sapan açıklamayı niye yaptı?
Bilmiyorsa, Genelkurmay Başkanı’nı aşabilen güçler mi var ordunun içinde?
Yargıçlarla savcıların Seferberlik Tetkik Kurulu’na girip, “kozmik” odalardaki belgeleri izlemeleri herhalde yakın tarihimizin dönüm noktalarından biri olarak geçecek kayıtlara.
CHP Başkanı Deniz Baykal bu tarihî olay karşısında, “ordu başbakan yardımcısına suikast planlıyorsa, orası lafın bittiği yerdir” diyor.
Kerem Altan’ın bizim yazıişleri toplantısında söylediği gibi, “orası lafın bittiği değil, başladığı yer” aslında.
Ama o “lafı” söyleyecek biri yok CHP’nin içinde.
O yüzden de orası, Markar Eseyan’ın Kerem’e ilaveten söylediği gibi “CHP’nin bittiği” yer oluyor.
Türkiye çok büyük bir dönüşümden geçiyor, devletin karanlıkları aydınlanıyor.
Bu aşamada herkesin duruşu ve tavrını netleştirmesi gerekiyor.
Bulunduğumuz yer, “ama”lara, kıvırmalara, kıvranmalara, bahanelere, mazeretlere yer vermeyen keskin bir viraj, “devletin içindeki suçu” desteklemekle, o “suça karşı olmak” arasında bir seçim yapmak zorunda herkes.
Bu noktada, ırk, din, mezhep hiç fark etmez, bugün bu ülkedeki herkesi belirleyecek “kimlik” tarifi, “ırkın, dinin, mezhebin” dışında bir yerde beliriyor, “alçakça cinayetlerden ve suçlardan yana mısın, karşı mısın”, senin kimliğin bu soruya vereceğin cevapla ve bu cevaba uygun davranışınla ortaya çıkacak.
Her ırktan, her dinden, her mezhepten aşağılık “işbirlikçiler” çıkabileceği gibi, her ırktan, her dinden, her mezhepten yiğit direnişçiler de çıkacaktır.
Kimliklerimizi ve ortaklıklarımızı, tarihin bu noktasında, alacağımız tavır berraklaştıracak.
Suça ve cinayete karşı olmak, bu ülkede yaşayan bütün insanlardan yana olmaktır.
Bugün bu ülkede herkes kendine sormak zorundadır “ben kimim” diye.
“Ben ırkdaşlarını, dindaşlarını, mezhepdaşlarını” satan bir “işbirlikçi” miyim yoksa ben “insanların yaşamları için mücadele veren” biri miyim?
Baykal’ın “lafının bittiği”, cesur ve dürüst insanların “lafının başladığı” yerde kim olduğumuza karar vereceğiz.
Ve çocuklarımız bizi bu kimliğimizle tanıyacak.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT