Şemdin Sakık kimlikten söz etmiyor
Kürt meselesi ne meselesi? Paşalarımız da itiraf ettiler ki, kimlik meselesi...
Acaba gerçekten öyle mi?
Gençler dağa kimlik diye yanıp kavruldukları için çıkıyorlar.
Acaba öyle mi?
Kürtler'in büyük çoğunluğu kimlik sorunu ile yanıp tutuşuyor.
Acaba öyle mi?
Türkler, yaman bir kimlik duygusu ile Kürtler'e karşı aşağılayıcı davranıyorlar. (Ahmet İnsel'in görüşüne göre Sünni Türkler, Kürtler'i ve Aleviler'i küçük görüyorlar. Bkz. Neşe Düzel ile mülakat-Taraf.)
Acaba öyle mi?
Gelin, şu Şemdin Sakık'ın sözlerini okuyalım.
Mardin'in Bilge köyünde, 44 kişinin öldürüldüğü katliamı araştıran Hayat Boyu Eğitim Gelişim Derneği, Diyarbakır Cezaevi'nde bulunan Şemdin Sakık ile de "şiddet olgusu" üzerine bir görüşme yapıyor.
Terör örgütünün elebaşılarından biriyken Kuzey Irak'ta yakalanıp Türkiye'ye getirilip müebbet hapse çarptırılan Şemdin Sakık, çoğu Doğulu çocuk gibi şiddet görerek büyüdüğünü anlatıyor. Sakık, dağa çıkış sebeplerinin gerekçelerini anlatırken babasına ve üvey kardeşi DTP Milletvekili Sırrı Sakık'a öfke kusuyor. Sakık'ın sözleri şöyle:
"Beni, annemi ve kardeşlerimi yoksulluğa ama daha önemlisi yoksunluğa düşüren babamdı. Babam Muş'un o zamanki zenginlerinden olduğu halde ikinci eşi olan annemi, beni ve kardeşlerimi dışladı, ortada bıraktı. Birinci ve üçüncü eşi ve onlardan olan üvey kardeşlerim bolluk, refah içinde yaşarken biz karnımızı doyurma, kışı donmadan geçirebilme mücadelesi veriyorduk. Böyle bir durumda kendi acılarından çok annenin, öz kardeşlerinin sefaletine öfke duyuyor insan.
"Üvey kardeşlerimin, özellikle Sırrı Sakık'ın günlük hovardaca harcamaları bizim terk edilmiş aile olarak aylık geçim bütçemizden fazla idi. O altında 300-400 bin liralık pahalı ciplerle gününü gün ederken biz karnımızı doyurmak için ekmek bulamıyorduk. O günlerin bilinçaltı öfkesidir ki Sırrı Sakık ile ilgili ne zaman bir TV programına rastlasam bindiği uçağın parçalanmasını ve onun da yok olmasını hayal ederim.
"İşte çocukluğumda bütün hücrelerimin şiddet dolu hale gelmesine sebep olan tablo. Tablonun gerisini zihninizde fiziksel, sözel, duygusal, sosyal şiddet figürleriyle dopdolu hale getirin işte. Burada esas kahredici olan yoksulluk değil, haklarının insanın elinden alınmış olması, yani yoksunluktur.
"Muş'un zenginleri arasındaki babam ile üvey kardeşlerim bu şekilde yaşarken ben çöplüklerde, annem ise köylünün kapısında yiyecek bulmaya çalıştı. Bize yapılan adaletsizliğin, insafsızlığın doruğuydu. İnsanoğlunun kendi türüne, hem de kardeşine, evladına karşı ne kadar insafsızlaşabileceğinin açık bir örneğiydi.
"Bana 'ilk kurşunu babasına sıkan adam' diyorlar. Doğrusu hak etmişti ama ben yapmadım. Her konuda olduğu gibi, bu konuda da yalan söylediler. Ben ilk kurşunu babasına sıkan adam değil, mahkeme tutanaklarında da görüldüğü gibi ilk kurşunu üvey kardeşlerimden yiyen adamım.
"Ben 18 yıl dağda kaldım. Örgüte katılan herkesten, önce geniş bir öz geçmiş alıyordum. Güçlü bir aşiretten, zengin bir aileden, mutlu bir ortamdan gelip örgüte katılan hiç kimseye rastlamadım. Örgüte katılanlar, benim gibi dışlanmış, ailesinden, çevreden şiddet görmüş insanlardı.
"Üvey anne dayağı, baba, amca, ağabey, komşu şiddetiyle büyüyor bölge çocukları. Çok kalabalık aile ortamlarında ihtiyaçları olan sevgiden, ilgiden yoksun kalıyorlar. Bu da onları,
öfkeye, öç almaya itiyor. Büyüyüp bir genç olunca devlette iş bulanlar bir şekilde kendini güçlü hissediyor, kurtulmuş sayıyor. Ama ortada kalanlar ki bunlar büyük çoğunluğu teşkil ediyor, ister istemez bir kurtuluş arayışına giriyor. İşte dağa çıkanlar bu grup içinde kalanlardır."
Evet, Şemdin Sakık böyle söylüyor:
-Zengin Kürt babam, üç karı aldı, ikisine iyi davrandı, ortanca karısını ve çocuklarını yokluğa mahkum etti. Üvey biraderler zevki safa içinde yaşadı, biz kuru ekmeğe mahkum olduk ve dağa çıktık...
Özeti bu.
Şemdin Sakık dağda Kürt davasını yürüttü, Sırrı Sakık şehirde...
Nasıl bir Kürtlük davası bu?
Şemdin Sakık, "dağa çıkış"ı tahlil ederken, çok objektif bir toplum tahlili yapıyor.
Evet, "kimlik savaşı" veren bir siyasi Kürtçülük var.
Sağolsun, bizim devletimiz de, Osmanlı'nın parçalanış seyrinden kaygıya kapılıp, son Türk devletinde, döve döve Türk kimliği ve Kürt kimliği oluşturmuş bulunuyor.
Ama bu, geniş anlamda Türk ve Kürt halkına ne kadar mal oldu derseniz, bana göre çok sınırlı. "Müslüman-Türk-Kürt" gibi tanımlamaları alt alta sıralayıp, sorun şimdi Türk ve Kürt halklarına, "Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?" diye...
Şu anda "Kürt sorunu", bütünüyle etnik alana ve kimlik işine odaklandırılmış durumda.
Bu yaklaşım, Doğu-Güneydoğu'ya yapılan yol, su, sağlık hizmetleri, GAP yatırımları vs. bütün bunları "Canım bunlar da mesele mi?" noktasına getirmiş bulunuyor.
Bu, AK Parti'ye ait özgün bir tez miydi?
Ne diyelim? AK Parti'mize hayırlı uğurlu olsun.
BUGÜN
YAZIYA YORUM KAT