1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Sekülerizme iman etmemiz mi isteniyor?
Sekülerizme iman etmemiz mi isteniyor?

Sekülerizme iman etmemiz mi isteniyor?

Ömer Lekesiz AK Parti'nin konumuna aşırı anlam yüklese de "sekülerleşme" hastalığının boyutlarına dair önemli tespitlerde bulunuyor.

15 Haziran 2023 Perşembe 17:05A+A-

Ömer Lekesiz / Yeni Şafak

Yeni iman: Sekülerleşme

Önceki yazımızı, Abdurrahman Arslan’ın yeni politik kültürün İslam’a ve klasik laikliğe müştereken yöneltilen, İslami vasat yerine yeni politik kültürün vasatını seçmeye sevk edilme (ya da zorlanma) şeklinde özetleyebileceğimiz ve aynı zamanda Müslüman kalma gayretini taşıyanların kalplerini kanatan talep tanımlı bir gerçeği dile getirdiğini söyleyerek bitirmiştik.

Arslan “Nedir bu talepler?” sorusu vesilesiyle Müslümanlar nezdinde acı olan söz konusu gerçeği şöyle ifade ediyor:

“Hem İslâm’ın hem de klasik laikliğin kendisini değiştirmesini talep ediyor. Ama genel olarak bizdeki laiklik anlayışının ufku çok dar olduğundan bu talebi İslâm’a yönlendiriyorlar ve İslâm’dan gelen bir talep ya da tehdit olarak algılıyor. Bu tehdidin kaynağında politik kültür vardır kanaatime göre. Burada Müslümanlar açısından tahlil edilmesi gereken bir problemle karşı karşıyayız. Zira bu politik kültürün dünyasında aslında İslâm’a gelen tehdit birinci dereceden Müslümanlardan gelmektedir. Müslümanlar bu politik kültürün dünyasında İslâm’ın bir bakıma siyasal taleplerini dönüşüme uğratmak istiyorlar. Ve İslâm’ın siyasal taleplerinin bu politik kültürün içerisinde yeniden düzenlenmesini istiyorlar. Bunların da çok sık rastladığımız talepler olduğunu görüyorum.” 

Bu “görüşün” Arslan’dan tamamen bağımsız olarak birkaç örneğini verelim:

Yakın geçmişte AK Parti’de başkan yardımcılığı, bakanlık, başbakanlık gibi önemli görevler üstlenmiş iki kişi, Gelecek ve Deva partilerini tam da Arslan’ın zikrettiği tehdit esasında kurdular. Çünkü onlar partilerini AK Parti’den farklılaştırarak ayıracak başka bir alamete sahip olmadıkları gibi varlıklarını anlamlı kılacak bir siyasi boşluğa sahip değillerdi. Bu nedenle hem içeride taraftar edinme hem de dışarıda AB ülkelerinin “aferinlerini” almalarının sekülerleşmeyi vadetmelerinden başka bir yolları yoktu.

Mezkur partilerin programlarına bir sekülerleşme yemini olarak kazınan laikliğin, anayasal zorunluluklarla yapıldığı ileri sürülse bile, bu partilerin ve onların müttefiki olan CHP’nin sözlüğünü yapan bir mevkutenin, geçmişte Müslüman sofralarına oturmuş yazarları tarafından bunların toplumsal bir zorunlulukmuş gibi dayatılmaları mazeretten varestedir.

Örneğin, onlardan liberallikte karar kılmış biri şunları yazmıştır:

“Aslında siyaset itikat meselesi değildir. Sıffin’de birbirini öldüren 70 bin Müslümana itikadi açıdan hiçbir şey diyemeyiz. Kavga siyasi idi.

Çağımızda siyasi konular modern anayasa hukuku ve demokrasi ile çözüme bağlanabilecek konulardır, itikat meselesi değildir.

İktidara destek vermeyi ‘dini vecibe’ imiş gibi gösterenler, çeşitli vakıflar, dernekler yoluyla maddi destekler alıyorlar; yolsuzluklar ve adaletsizlikler karşısında susuyorlar. Bu asırlar içinden gelen itaat kültürünün tezahüründen başka bir şey değil.”

Onun bir refiki de şunları söylemiştir:

“Normalde birbirimize, ‘Ümmet lideri vs’ diye değil de ya da işin bir ucunu ‘dindarlık sınavı’ haline getirmeyip de, mesela ‘En dürüst, en bilgili, en ahlaklı, adalete en saygılı, insan sevgisi en yüksek, en merhametli, en şefkatli, en dirayetli vs…’ özellikleri kişiliğinde toplayan insan olarak halkın huzuruna çıkılmasını önemsesek…

Sonuçta ülkeyi yönetme sorumluluğu emanet edilecek. ‘Dindar kisve’ eğer yukarda bir kısmını saydığımız insani hasletleri ihtiva ediyorsa önem taşıyor. Değilse, ‘kisve’ iş yapmıyor. Hatta ‘içi boş kisve’ insanları aldatma malzemesine dönüşüyor.”

Onlardan biri de münafıklık tereddütlerini gidermiş olmanın rahatlığıyla şöyle şeyler yazmıştır:

“Üzülerek belirtmek gerekiyor ki dindarlığı sadece belli ibadetleri yerine getirmek gibi dar bir alana hapseden anlayış, Türkiye dahil bütün Müslüman dünyayı insan/kul hakkının gözetilmesine, kadın ve çocuk haklarının, çevrenin korunmasına, ehliyete, liyakate ve şeffaflığa karşı duyarsız hale getirmiştir. Sivil alanı güçlendirmeden, esaslı bir zihniyet değişimini sağlamadan sadece oturduğumuz yerde mırıldanarak bu gidişatı tersine çevirmek ne yazık ki pek mümkün gözükmüyor.”

Bu örneklerde somutlaşan “görüşün”, yeni politik kültürü içselleştirme; laiklik tartışmasını geride bırakıp sekülerleşmeye iman etme ve başkalarını da cebren ya da hileyle iman ettirme azminden başka bir şey değildir.

Yukarıda zikrettiğimiz bir siyasi boşluk üretip edip onu kullanma meselesi tam bu noktada özel bir önem kazanmaktadır.

Çünkü AK Parti, adlarını verdiğimiz yeni partiler dahil mevcut partilerin klasik laiklik planında pozitif ya da negatif anlamda kullanabilecekleri hemen hemen hiçbir siyasi boşluk bırakmamıştır.

Nasipse buradan devam edelim inşallah.

HABERE YORUM KAT