Sekter milliyetçilik
Son yüzyılda Ortadoğu’da milliyetçiliklerin yükselişi ile Osmanlı’nın dağılması birbirine paralel gelişse de bu eksik bir tespit. Osmanlı’da ilk milliyetçi akımlar gayrimüslim unsurlar arasında yükseldi. Ve olaya “doğu sorunu” çerçevesinde bakan Avrupalıların desteği ile koptular ya da koparıldılar.
Gayrimüslim azınlıklardan sonra Müslüman unsurlar arasında gelişen milliyetçilik belki de en son Türkler arasında etkin oldıu.. Bunun anlamı şudur; Batı’da imparatorluklarda milliyetçilik ilk önce asli/hakim unsur arasında gelişti ve sonra azınlıklara sirayet etti. Bizde ise tam tersi süreç söz konusu; önce gayrimüslimler, sonra Müslüman unsurlar en son da hakim unsur addedilen Türkler arasında gelişti. Zaten Türklere de sirayet ettiğinde Osmanlı dağılma sürecine girmişti. Arnavut, Arap milliyetçilikleri modern anlamda bir milliyetçiliğin ipuçlarını görülse de birleştirici aidiyet hala İslam’dı. Mesela Birinci Dünya Savaşı gailesi olmasaydı kopuş bu denli dramatik olur muydu bu tartışılır.
Bu süreç Osmanlı sonrası dönemde de farklı biçim aldı. Arap milliyetçiliği Soğuk Savaş sonrası sosyalizmi de yedeğine alarak yükselişe geçti, iktidar oldu. Türk ve Fars milliyetçilikleri daha çok Batı tarzı akımların altında gelişti. Cumhuriyet dönemi Türk modernleşmesi bu anlamda Batı’nın model uygulama alanı olarak görülebilir.
Batı’daki milliyetçilik ile Osmanlı ve sonrası Ortadoğu’da yansımalarının farklılaşmasını sosyolojik ve tarihsel bağlamını farklılaştıran asıl faktör dinle bu toplumların kurduğu ilişki anlaşılmadan izah edilemez.
Batı yani, özellikle Avrupa farklı dinlere mensup bir uluslar topluluğudur. Üst kimlik olarak Avrupalılık artık daha öne çıkıyor. Ulus düzeyinde de önce Alman sonra buna bağlı Protestan Katoliklik akla geliyor. Sekülerleşmeyle birlikte kültürel olarak arka planda din aidiyet ve etkisini hissettirse bile ulus/culuk öne çıkacaktır. Bugün Avrupalılar bir ulus kimliği altında değişik dinlere daha doğrusu mezheplere aittirler. Burada bizim mezhep olarak gördüğümüz Katolik, Protestan, Ortodoksluk Batılı terminolojide din (religion) olarak tanımlanır.
Bütün bilinç kaymalarına, modernleşme projelerine karşın Ortadoğu hala kendini önce Müslüman sonra etnik kimliği ile tanımlar. Bu tavır resmi olarak ulus devlet düzeyinde seküler ve Batılı bir tarzda algılanıyor olsa da geniş kesimlerde din temel kimlik, aidiyet olarak varlığını hissettirir. İslam hala bu coğrafyanın en temel ortak değeridir.
Arap milliyetçiliği sosyalizmi birleştirici unsur olarak ortaya çıkardı. Soğuk Savaş döneminin Arap milliyetcisi rejimler önce Arap ve sosyalist ve din olarak da İslam kimliğiyle kendini ifade etmeye çalıştı. Ne Arap milliyetçiliği ne de sosyalizm hülyası Arapları birleştirmeye yetmedi. Bilakis liderlik kavgaları daha çok parçalanmaya neden oldu. Zaten sosyalizmin ne tarihi ne kültürel ne de sosyolojik hiç bir karşılığı olmadığından modern tiranlığın ideolojik aygıtları olarak tarihe karıştı.
Türk milliyetçiliği Batılı anlamda bir sekülerizmi dayattı. Türkiye’de toplumu seküler dönüştürücü bir ideoloji olarak İslam dünyasından koparmayı esas aldı. Zira Türk seçkinleri bu yönelimi bir medeniyet değişimi olarak algıladı.. Kendi medeniyetimizi var ve mümkün kılan değerlerden toplumsal ve siyasal olarak koparacak bir toplum mühendisliği uygulandı. Bu anlamda Batıda geliştirilen “modernleşme teorisi”nin pilot ülkesi Türkiye denilse yeridir. Adeta modernleşme teorisinin siyasal toplumsal laboratuarı işlevi gördü. Benzer Fars milliyetçiliği belki daha az başarılı ama ayrıştırıcışıl anlamında başarılı bir projeydi.
Yenilerde yükselmekte olan Kürt milliyetçiliği biraz geç kalmış milliyetçilik türü olarak hayli enteresan süreç izliyor.
Farklı bölgelerdeki Kürt kimliğinin uyanışı bölgenin genel sosyo-politik ortamından etkilenerek şekilleniyor. Irak’taki Kürt hareketi daha geleneksel olarak temelli ama başlangıçta Sovyet destekli bir harekettir. Bugün geldiği nokta daha Batı’ya entegre, Türkiye’deki Kürtçü harekete kıyasla daha geleneksel dokuyu koruyan bir çizgi izliyor.
Türkiye’deki Kürtçülük gecikmiş bir Ortadoğu milliyetçiliği hareketinin birçok özelliğini barındırdı. Marksist ideolojiye sahip katı bir örgütlenme ve buna paralel olarak adeta din dışı bir laik modelle hareket başladı. Soğuk Savaş sonrasında kitleselleştikçe dini motifleri sosyokültürel etken olarak dikkate alan daha doğrusu yedekte tutan Batıcı bir milliyetçiliğe dönüştü. Silahlı bir hareketten siyasal- toplumsal harekete dönüşürken katı bir seküler toplum ideali başat duruma geçti. Etnik kimliği öne çıkaran ama dini de kültürel motif olarak bir kenarda tutan bir sekülerleşme modernleşme modeline evrildi.
Arap milliyetçilikleri sonuçta iflas etti ve toplumun değer yargılarıyla barışık bir siyasal toplumsal model tartışmaları epeydir sürüyor. Arap Baharı denilen süreçte ortaya çıkan dinamikler bu coğrafya için dinin ne denli asli, vazgeçilmez olduğunu ortaya çıkardı.
Türk milliyetçiliği Kemalist rengini çoktan kaybetse de dini aidiyet toplumun temel değerlerini belirlemeye farklı tarz ve üslupta kendini belirlemeye devam ediyor. Kürt, Türk, Arap milliyetçilikleri, resmi ideoloji desteği ile toplumu sekülerleştirmeye zorlarken buna karşı geniş kitleler etnik ve dil farkına rağmen İslami kimliklerini daha belirleyici buluyor. Siyasal yapılanmaların milliyetçi reflekslerine rağmen Ortadoğu’daki dini aidiyet daha derin ve belirleyiciliğini sürdürüyor.
Son dönemde ortaya çıkarılan mezhep eksenli ayrışma milliyetçilik ayrışmasının yüzyıldır gerçekleştiremediğini asli değerleri üzerinde oynayarak gerçekleştirmek isteyen kanlı bir oyundur. Hem inancı hem de canları kana bulayan bir süreç...
Yıllardır milliyetçiliğin bayraktarlığını yapanların parçalayamadığı dini aidiyetin önüne çıkarılan iki unsur var: sekter ayrımcılık, seküler ulusçuluk.
Arap, Türk, Kürt, Fars milliyetçilikleri sekülerleşmenin bir unsuru idi yeterince başarılı olamadılar. Ama din adına sekter mezhepçi parçalanmanın sonuçları en az onlar kadar kanlı ve yıkıcı olmaya namzet. Bunun adı sekter milliyetciliktir; din adına dini tahrip etmektedir.
Yeni Şafak
YAZIYA YORUM KAT