Şehir’in Kırşehir’e Benzeyen Kapatılma Hikayesi ve Umudu Kaybetmemek
Şehir Üniversitesi’nin kapatılmasını değerlendiren Yıldıray Oğur, Türkiye’nin tarihinin, siyasi atmosfer değiştikçe, değişebileceğini ve umudu kaybetmemek gerektiğini vurguluyor.
KARAR / Yıldıray Oğur
Belki Şehir’e bir film gelir..
Ve beklenen oldu, Şehir Üniversitesi kapatıldı.
Gece yarısı yayınlanan bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, iktidarın çıktığı camianın en parlak vakfının 40 yıllık emeği tuzla buz edildi, pek çoğu bu üniversite için yurtdışından dönmüş yüzlerce akademisyen işsiz kaldı, yüksek puanlarla, özellikle bu üniversiteyi seçmiş gençler, daha yolun başında bu ülkede devletin vatandaşlarını ne kadar kolay harcayabildiğiyle ilgili okullarda asla öğretilmeyen temel bir hayat bilgisini edindiler.
800 yıl önce Moğolların girdikleri Bağdat’ta hangi ruh haliyle medreseleri ve kütüphaneleri yakıp yıktığını, bundan 450 yıl önce Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi’ye uyan III. Murat’ın zamanının en önemli bilim merkezlerinden Takiyüddin Rasathanesi’ni hangi motivasyonla topa tutturduğunu anlamayanlara, bu coğrafyada siyasi kavgaların şiddeti, iktidarların hoyratlığı üzerine 2020 yılında çekilmiş öğretici bir kamu spotu oldu bu karar.
Herhalde bundan sonra artık “bizim kadim medeniyetimiz” diye başlanan cümlelerin başında bir es verilir, 2020 yılında dindar bir iktidarın, dindar bir vakfın kurduğu üniversiteyi nasıl boğduğu gerçeği hatırlanıp, frene basılır.
Yine içinde bolca hikmet, marifet, ahlak, erdem geçen cümleler kurmayı sevenlerin, tarihte yaşamış İslam alimlerinin devrin iktidarları karşısında nasıl mücadeleler verdiğiyle ilgili kıssalar anlatanların kendi fani hayatlarına denk gelen bir hikmet, marifet, ahlak, erdem sınavında, yaptıkları/yapamadıkları, sesleri/sessizlikleri, süslü ciltli kitaplarda yazmayan büyük bir ahlak, hikmet, marifet ve erdem ders olmuştur.
Bundan sonra kimsenin boş yere, “neden geri kaldık”, “üniversitelerimiz neden ilerleyemedi”, “neden bizden mucitler, Nobel ödüllü bilim insanları, dünyaca ünlü filozoflar çıkmadı” sorularına cevap için arşivleri karıştırmasına gerek kalmadı.
Bu soruların cevabı bir Google mesafede artık.
Her devir sert siyasi kavgalar ve tasfiyelerle kendi birikimini acımasızca budamış, düşünen insanlarını ya hapse atmış, ya sürgüne göndermiş ya da susturmuş ülkenin hafıza arşivine, bu gece yarısı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi bir tarihi vesika olarak eklendi.
1940’lı yılların ırkçı rüzgarlarına karşı çıktığı için komünistlikle suçlanıp, tutuklanan sosyal psikolojinin kurucularından Muzaffer Şerif, hapisten ancak ABD’den hocaların desteğiyle çıkabilmiş, Ankara’dan kalkan bir Amerikan askeri uçağına binip, bir daha dönmeyeceği, çocuklarıyla Türkçe konuşmayacak kadar küseceği ülkesinden ayrılmak zorunda kalmıştı.
Son çalıştıkları kurum Şehir Üniversitesi olan Şerif Mardin, Kemal Karpat’ın da akademik hayatlarının önemli bir kısmını yurtdışında geçirmelerinin arkasında Türkiye’de siyasi nedenlerle barınamamaları vardı. Şimdi Şehir Üniversitesi kütüphanesine bağışladıkları arşivleri bile kendileriyle aynı kaderi paylaşmış oldu.
Şehir Üniversitesi’nin kapatıldığı güne denk gelen ölüm yıldönümünde rahmetle anılan Prof. Fuat Sezgin, 27 Mayıs darbesinin ardından tutuklanıp Yassıada’da yargılanan DP milletvekili kardeşi yüzünden 147’lerle birlikte üniversiteden atılmış ve Almanya’ya gitmek zorunda kalmıştı. Türkiye’den ayrılmadan önceki son gecesinde yaşadıklarını şöyle yazmıştı:
“Gazetedeki 'zararlı profesörler' listesini ve ismimin bu listede olduğunu görünce, ülkeden gitmemin, artık benim iradem dışında olduğunu anladım... Türkiye'yi, İstanbul'u terk edeceğim akşam, Galata köprüsünün Karaköy tarafına gittim. Oradan 15-20 dakika kadar Üsküdar'a baktım. Güzel bir geceydi, artık vakit de gecikiyordu. Döndüğümde, gözlerimin yaşını silmek zorunda kaldım. İşte son hislerim buydu. Kızmadım da, o zaman tabi üzülmüştüm.”
Yıllar sonra adına ödüller konuldu, merkezler açıldı, cenazesi devlet töreniyle kaldırıldı ama iş işten geçmişti.
Bugün de başka bir siyasi gerekçeyle işsiz bırakılan yüzlerce akademisyenin, özellikle bu hoyratlığa sesini çıkarmışlarına siyasi nedenlerle Türkiye’deki üniversitelerin kapıları kapatılacak ve onlar da çareyi yurtdışına gitmekte bulacak.
Büyük ümitlerle girdikleri üniversitelerini kaybeden öğrencilerin benzer bir ruh hali içinde olduğunu tahmin etmek güç değil.
Dün son kez gittikleri üniversitelerinin girişinde silahlı çevik kuvvetle karşılan Şehir Üniversitesi öğrencileri, üniversite girişindeki çimenlikte yaptıkları protestoda okullarına veda ettiler.
Çoğu gözünü AK Parti iktidarında açmış, muhafazakar ailelerden gelen binlerce parlak genç, herhalde ömürleri boyunca siyasi bir intikam için iyi bir üniversitenin üzerlerine nasıl yıkıldığını hiçbir zaman unutmayacak, bu kararın tarihini ileride onlar yazacak.
Üniversitelerine veda etmeye gelmiş öğrenciler arasında, kararın çıktığı gece tez hocasının, mağdur olmasın diye, sabaha kadar tez okuyacak acil bir jüri kurup, onu geçirmek için nasıl uğraştığını anlatan yüksek lisans öğrencileri, tesisatçılık yaparken, tesadüfen girdiği üniversitenin atmosferine kapılıp nasıl Türk edebiyatı masterı yapacak hale geldiğini anlatanlar vardı.
Ama herhalde bu kararı bile meşrulaştırabilecek kadar kutlu davasına inananların, üniversitenin adını vermek istemeyen öğrencisinin şu anlattıklarından çıkaracağı dersler olmalı:
“28 şubat döneminde İmam hatip kapılarında başörtülü olarak okula girmek için lisede mücadele ettik. AK Parti’nin iktidar olmasıyla liseden başımızı açmadan mezun olabildik. Sonrasında bir yıl dershaneye gittim. Başörtülü olarak üniversite sınavına büyük kavgalar ve mücadele sonrasında başımı açmadan girebildim. Sınavın sonuna kadar kaldım ve soruları herkes gibi çözdüm. ‘Sınav sonuçları açıklandı’ diye haberlerde duyduktan sonra hemen bir internet kafede TC kimlik numaramla sınav sonucu sorgulaması yaptığımda “böyle bir kayıt bulunamamıştır” yazısıyla karşılaştım. Anladım ki sınav sonrasında gözetmen “bu kişi sınava girmemiştir” kutucuğunu ben sınıftan çıktıktan sonra işaretlemiş. Bu travmadan sonra üniversite hayalime küstüm ve başörtülü olarak yapabileceğim resmi kurumlardan uzak bir meslek edinmeye çalıştım. AK Parti’nin iktidar olduktan sonra sabırla başörtü yasağını kaldıracakları günü, onları yargılamadan, siyasi ortamın olgunlaşmasını bekledik. 10 yıl sonra AK Parti hükümeti başörtüsü yasağını ortadan kaldırması ile birlikte tekrar sınava girme cesaretine sahip oldum. Benim gibi başörtülülerin rahatça eğitim alabileceği artık o psikolojik mücadeleyi vermeme gerek kalmayacak bir ortama sahip olan Şehir Üniversitesi’ni tercih ettim. Burada gerek yabancı dilimi geliştirerek ve gerekse yurtdışı tecrübelerimle kaybettiğim 10 yılın telafisini yapabildiğim akademik bir seviyeye geldim. İngiltere ve Almanya’daki en saygın üniversitelerde araştırma yapma fırsatı buldum. Başörtüme karşı önyargıları yıkma mücadelesi vermekle zaman kaybetmediğim Şehir Üniversitesi’nde tamamen kendi çalışmalarıma ve yurtdışında ülkemin başarılı bir temsilcisi olmaya odaklanabildim. Şimdi yıllar sonra yine bir okul kapısında haksızlıklara karşı direnmek zorunda bırakılıyorum ve üstelik yıllar önce bu hakkı elimden alan zihniyetle mücadele etmiş kişiler tarafından...”
Hikaye çok karamsar ama dün bu karar üzerine konuşan ilk lider daha ümitvardı.
1980’lerde Boğaziçi Üniversitesi mezunu birkaç arkadaşıyla temellerini attığı Bilim ve Sanat Vakfı’nın kurduğu Şehir Üniversitesi’nin kapatılması üzerine zaman zaman hüzünlenerek konuşan Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu örneğin şöyle dedi:
“80’li yıllarda eşimin başörtüsü için 12 Eylül rejimiyle, 90’lı yıllarda imam hatipte okuyan büyük kızım için 28 Şubat rejiminin baskılarıyla, 2000’li yılların ortalarında üniversitede okuyan başörtülü kızım için zamanın vesayetçi YÖK anlayışıyla mücadele etmiştim. Kaderde dün gece yarısı siyasi mücadelesine destek için parti kapatma kararı sonrası siyasete girdiğim ve başarısı için her türlü fedakarlığı göze aldığım cumhurbaşkanının yayınladığı gece yarısı kararnamesiyle bütün gece derin bir ıstırap çeken Şehir öğrencisi en küçük kızımı teselli etmeye çalışmak da varmış. Kimsenin şüphesi olmasın. Şehir Üniversitesi yeniden ayağa kalkacak ve ihya edilecektir. Şehir Üniversitesi’ni kuran 40 yıllık zihni serüvenin bir ferdi olarak taş taşımak da dahil, her türlü bedeni ve zihni emeğimle bu ihya sürecinin neferi olacağım.”
Ülkenin iyi bir üniversitesinin yok edilmesini yüzlerce akademisyenin, binlerce öğrencinin mağduriyetini umursamadan Şehir Üniversitesi meselesine başından beri “yesinler birbirini”, “oh olsun”, “haydan gelen huya gider” diye bakan seküler-sol camia kendisini pek tutmasa da CHP lideri Kılıçdaroğlu, yine yüksek bir empati duygusu yaratan dünkü konuşmasında geniş bir biçimde bahsettiği Şehir Üniversitesi’nden bahsetti ve şöyle dedi:
"Pırıl pırıl öğrenciler, dinamik, her görüşten akademik kadrosu ile göz kamaştıran üniversite durumundaydı, genç, çalışkan bir üniversiteydi. Ama intikam almak için üniversiteyi kapattılar. Kimden? Sayın Ahmet Davutoğlu'ndan. Niçin ayrıldın, niçin demokrasi, hak, hukuk, adalet, üniversite diyorsun? Bu nedenle kapatıldı. Kini, öfkeyi, intikam alma duygusunu öne taşırsanız, devlet kurumunu yıpratırsınız. Devlet yönetiminde, adalet, hak, hukuk, bilgi, deneyim olması lazım. Siz 'bu benim rakibim, benim partimden ayrıldı, üniversite kurdu, üstelik bir de kurucusu. O zaman ben buna dersini vereyim'. Siz bugüne kadar pek çok üniversiteye birçok yardım yaptınız. Yardım yapılan hiçbir üniversiteye CHP olarak neden yardım yaptınız demedik. Bilime, teknolojiye, insana yatırım yapıyorsanız, biz buna karşı çıkmadık. Dolayısıyla mevcut mal varlığı ile eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdüremeyeceği gerekçesiyle Şehir Üniversitesi kapatıldı ama gün gelir devran döner, bu üniversite de yeniden faaliyete başlar. Biz bütün gençlerimizin, çocuklarımızın iyi bir üniversitede okumalarını isteriz. "
İlk bakışta bunlar teselli edici, moral verici sözler olarak geliyor ama Türkiye’de tarih sürekli kendi kendisini tekzip ederek ilerliyor.
Herhalde bu konudaki en iyi örnek de Şehir Üniversitesi’nin kapatılmasının siyaseten en çok benzediği, 1954’de DP’nin seçim sonuçlarına kızıp ilçe yaptığı Kırşehir’in başına gelenler.
Olay malum ama hikayenin bir de devamı var.
Kırşehir, üç yıl sonra ülke seçime doğru giderken, DP iktidarı tarafından yeniden il yapılmıştı.
Daha doğrusu, üç yıl önce öfkeyle alınan karardan iktidar dönmek zorunda kalmıştı.
Hatta bu üç yılda pek çok Kırşehirli, doğan çocuklarını Nevşehir nüfusuna kaydettirmeyi reddedip ümitle kararın geri dönmesini beklemişlerdi. Haklı da çıktılar.
Türkiye’nin tarihi, siyasi atmosfer değiştikçe, her şeyin nasıl tepetaklak değiştiğinin de tarihidir.
Bu tecrübe, Şehir’in Kırşehir’e benzeyen kapatılma hikayesinin sonunun da Kırşehir’e benzeyeceğini söylüyor.
O yüzden Şehirli arkadaşlar, üzülmeyin, gülümseyin. Belki Şehir’e bir film gelir, iklim değişir, Akdeniz olur....
.
HABERE YORUM KAT