Sefer Almanya’ya, Selam Avrupa’ya
“Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe” misali karışık bir mevsim yaşıyoruz; kimileyin umudu büyüten, kimileyin ufku karartan. Bir taraftan bakınca Eylül ayındaki % 22,6’lık artışla Türkiye’nin ihracatını 14.5 milyar dolara çıkardığını ve yıllıklandırılmış haliyle 165.1 milyar dolara ulaşarak tarihi bir rekor kırdığını öğreniyoruz. Diğer taraftan bakıca doğalgaza yapılan zammın konutlarda % 9, sanayide % 18,5 olduğunu görüyoruz. Son üç ayda yapılan zamlarla konuttaki doğalgaza %29,5, sanayide ise % 54 artış oldu. Elektrik piyasasına bakınca yaklaşık olarak aynı zam oranının (konutta % 8 ve sanayide % 18) orada da geçerli olduğunu görüyoruz.
Enteresandır ihracatta kırılan rekor haberi AA kanalıyla hemen tüm medya kanallarına servis edilirken elektrik ve doğalgaz zammını ne hikmetse Reuters ve Bloomberg geçti abonelerine. Oysa ne saklanacak ne de tevil edilecek bir durum var ortada. Zaten mümkün de değil. O zamlı faturalar herkesin eline, evine ulaşacak, canını sıkacak haber olarak medyada yer almasa bile. Gerçeklerle inatlaşmanın faydası yok, zararı çokken haber akışı üzerinde bu tür tasarrufların toplumsal dayanışmayı pekiştirmeye değil dinamitlemeye sebep olduğunu sadece hatırlatıp geçelim.
Sırtını mı Yüzünü mü Dönecek?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York’taki BM Zirvesi’nden Berlin ve Köln’e geçerek Almanya ile son dönemde yaşanan gerilimli ilişkileri sağlıklı bir zemine kavuşturmak üzere gerçekleştirdiği ziyaret çok boyutlu ve sağduyulu bir değerlendirmeyi hak ediyor. Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’le yapılan görüşmeler ilişkilerin daha çok protokol ve sembolik düzeydeki gidişatını resmediyordu. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya Başbakanı Merkel’le yaptığı görüşmeler iktisadi ve siyasi açıdan Türkiye-Almanya ilişkileri kadar özellikle Suriye bağlamında ortaya çıkan yeni gelişmelere dair ortak hareket tarzının nasıl inşa edilebileceğini merkeze alıyordu. Ziyaretin “pozitif bir gündem” üzerine kurulu olduğu tekraren vurgulandı bu sebeple.
Ucu açık kahvaltı programında Erdoğan ve Merkel’in ekonomi, savunma sanayii, ileri teknoloji, sağlık araç-gereçleri yatırımı ve raylı sistemler yatırımı kadar FETÖ ve PKK gibi terör örgütlerinin Almanya’daki faaliyetleri üzerine müzakere ettikleri basın toplantısına da yansıdı. İdlib’ten başlamak üzere Suriye meselesinin çözümü için Almanya ve Türkiye’nin Fransa ve Rusya’nın da dâhil olacağı İstanbul Zirvesi’nin Ekim ayında gerçekleştirmek üzere bir çalışma takvimi oluşturduklarını bir kez daha teyid ettiler mesela. Bu bağlamda Türkiye’nin iktisadi ve siyasi açıdan Avrupa Birliği’ne olan ihtiyacının iyiden iyiye belirginleştiği bir vasatta Avrupa Birliği de Trump yönetimindeki Amerika’nın ileri düzeyde rahatsızlık yaratan dayatmacı politikalarına karşı Türkiye’yle ilişkilerini hızla yakın ve yapıcı bir pozisyona çevirmeye bakıyor.
Avrupa Birliği’nin lokomotif ülkesi Almanya’daki yoğun temasla Türkiye’yle ilişkileri düzeltmek, düzenlemek ve geliştirmek kadar yakın vadede acil birkaç bölgesel ve küresel sorun karşısında etkin bir politika üretebilecek pozisyon alma gayretini de ihtiva etmektedir. Birincisi; Amerika tarafından İran’a uygulanan ambargo 4 Kasım 2018 itibariyle Türkiye ve Avrupa Birliği ülkeleri için daha ağır kayıplara yol açacak. Ambargo doğalgaz dışında İran’la yapılan tüm ticari ilişkilerin kesilesini öngörüyor.
NATO, Avrasya Projesi ve AB
Petrolden altına, finanstan otomotive, ticari uçaktan yazılıma hemen bütün ihracat-ithalat ilişkisini engellemeye çalışan ambargo doğal olarak Almanya üzerinden Avrupa Birliği’nin Türkiye’yle yakınlaşıp dayanışmasını zaruri hale getiriyor. İran’a yönelik Amerikan ambargosu Türkiye ve Avrupa Birliği’ni birlikte tehdit ediyor ve doğal olarak bu tehdide karşı yakınlaşma ve dayanışma acil bir zaruret haline geliyor.
Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün’le birlikte Amerika’nın Suriye’yi yeniden şekillendirmek üzere oluşturduğu konsorsiyuma karşı Türkiye ve Almanya, Fransa ve Rusya’yla Dörtlü Zirve oluşturarak bir denge kurmaya çalışıyorlar. Türkiye bu süreçte hem Rusya ve İran’ı birbirinden uzak tutmaya hem de İran’ı Esed rejimi namına işlediği katliamlar dolayısıyla Suriye’nin geleceğine ilişkin planların dışında tutmaya çalışıyor. İlaveten Rusya’nın barbarca saldırılarını engellemek amacıyla Almanya ve Fransa’yı dengeleyici bir unsur olarak yanında tutuyor. Bir taraftan Rusya ve İran’la başta enerji olmak üzere ihtiyaçlarını istikrarlı bir biçimde temin etmenin diğer taraftan da bu iki devletin işgal ve katliamlara dayalı siyasetlerini engellemenin yolunu yordamını üretmek için koşturmak zorunda Türkiye. Madalyonun diğer tarafıysa Türkiye, Avrupa Birliği ülkelerinden gelen dışlayan, yokuşa süren ve yaptırıma dönüşen muameleleri boşa çıkarmak, dayanma gücünü artırmak ve pazarlık imkânını yükseltmek maksadıyla dönemsel olarak Rusya ve İran’a ilişkin aşırı ilgili söylemler ve resimler vermek durumunda kaldı.
Devletlerin esneme ve dayanma kapasitesi ne kadar güçlü olsa da nihayetinde bir sınırı var. Meclis Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşmaya bir de söz konusu esneme ve dayanma kapasitesi çerçevesinde bakmakta fayda var. Cumhurbaşkanı Erdoğan son dönemde Türkiye ve Avrupa Birliği arasında yaşanan sürecin serencamını şöyle özetliyordu: “Her devlet gibi Türkiye'nin de uluslararası ilişkilerinde iniş ve çıkışlar yaşanabilmektedir. Son yıllarda AB ve AB ülkeleriyle gerilimler yaşadık. Kimi Avrupa ülkelerinin Türkiye karşıtlığını iç politika malzemesi yapması sıkıntılara neden oldu. Avrupa ile bu dönemi yavaş yavaş geride bırakıyoruz. Türkiye'nin uğradığı haksızlıklara rağmen taahhütlerini yerine getirmesi elimizi güçlendirdi. En büyük ticaret ortağımız olan böyle bir coğrafyaya sırtımızı dönmemiz söz konusu olamaz.” Bir de yol haritasına dair kurulan şu cümleyi not edelim buraya: “İnşallah yeni dönemde Avrupa ile siyasi, ekonomik ve insani alanlarda gerçekten mesafe kat ettiğimiz bir sürece gireceğiz.”
Evet, sefer çok boyutlu olarak işbirliğini arttırmak amacıyla Almanya’ya yapılmıştı. Ancak derin ve geniş anlamlar içeren stratejik selam Almanya’nın da içinde yer aldığı Avrupa Birliği’ne verilmişti. Bu ziyaretin bir sonucu olarak NATO’ya karşı Avrasya projesi değil, NATO ve Avrasya projesine karşı Avrupa Birliği sürecinin daha makul, daha gerçekçi bulunduğu ve öncelendiği (tekrar) ilan edilmiş oldu aslında.
Yeni Akit
YAZIYA YORUM KAT