Seçimler ve partiler olmasın, bölünmeyelim!
Bir ülkede seçimlerin ardından siyaset durulmaz mı biraz? Bizde durulmuyor, durulmayacak da... Referandumda kaybeden blok yüzde 42'nin 58'den nasıl daha büyük olduğunu hesaplamaya çalışıyor, 'yeni durum'u analiz edeceklerine eski ezberlerine sarılmaya devam ediyorlar.
Bu böyle devam edecek; siyasi tansiyon da düşmeyecek. İyimser bir saflıkla Kemalist-ulusalcı blokun 'makul' bir noktada 'uzlaşı' arayacağını beklemek beyhude. Onların istediği, azınlık hegemonyasının devamı. Ama 'çoğunlukçu' bir karar alma mekanizmasına dayanan demokrasilerde böyle bir pozisyonun muhafaza edilmesi imkânsız. Demokratikleşme süreci kaçınılmaz şekilde bu 'azınlık'ın gücünü zayıflatıyor. Anayasa referandumu da bu ülkenin CHP ile sivil-asker bürokrasinin 'veto'su olmadan kendi anayasasını yapabileceğini kanıtladı.
Tepki buna; 1960 sonrası oturdukları kilit mevkii demokratikleşme sürecinde kaybediyorlar. Çünkü demokratikleşme, kuralları, kurumları ve aktörleriyle iktidarı bürokratik elitler ve onun sosyal uzantılarından alıp halk çoğunluğuna veriyor. Bu duruma Kemalist-ulusalcı blokun tepkisi ise çok bildik: halk aldatıldı, bilmiyordu veya satıldı...
Anlaşılmaz bir tepki değil bu. Mesele şudur; Kemalist-ulusalcı blok demokrasiye uyumlu değil, demokrasi de onlara... Demokrasinin değerleri, kuralları ve kurumları ile Kemalist-ulusalcıların temel değerleri ve ilkeleri derin bir çelişki içinde. Ne onlar demokrasiye uyumlaştırabiliyorlar kendilerini ne de demokrasi Kemalist-ulusalcılara iktidar kapısı aralıyor. Bu çelişki yapısal ve kalıcı.
Çelişki, çelişkinin yarattığı tansiyon, hırçınlık, hazımsızlık sonuna kadar sürecek. Kemalist-ulusalcı blok, başta CHP, yüksek yargı ve sivil uzantıları olmak üzere, 'oyunun kuralları' üzerinde uzlaşmaya yanaşmayacak. Bırakın oyunun kurallarını, oyuna bile razı değiller; istedikleri, birileri çalsın düdüğü ve eski bir genelkurmay başkanının deyimiyle 'iktidarı altın tepside' sunsun kendilerine... En kontrol altındaki oyunda, yani en kısıtlı demokraside bile kaybettiklerini düşünüyorlar çünkü.
O yüzden şimdilerde eski bir nakarat yeniden tekrarlanıyor; 'karpuz gibi ikiye bölündük'. Öncelikle durum 'fifty-fifty' değil; bir taraf tam altı milyon kişi daha fazla!
İkincisi, 'aman bölündük, kutuplaştık' sözlerinin arkasında acayip bir 'siyaset' düşmanlığı yapılıyor. Yani demek istedikleri; 'siyaset bizi bölüyor, kutuplaştırıyor. Siyaset yapmasak, siyasal partiler olmasa bölünmeyeceğiz, kutuplaşmayacağız'. 'Sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış bir toplum' özlemi çekiyorlar hâlâ; yani, tek parti veya hiç parti dönemleri...
Bu ülkenin ilk serbest seçimleri 1950 yılında yapıldığında ilk defa karpuz gibi ikiye bölünmüştük işte. Bayar-Menderes ikilisi halkın yüzde 55 oyunu, İnönü'nün CHP'si de yüzde 40'ını almıştı (referandum sonuçlarını ne kadar da andırıyor değil mi?). Açın bakın çoğunluk sisteminin yapıldığı o seçimlerde çıkan sonuçlara. Yine ikiye bölünmüş bir Türkiye haritası... Bu defa CHP'nin seçim kazandığı yerler hep Doğu'daki iller (ve Hatay ile Sinop). Toplamda da 10 il... Yine çok benziyor değil mi son zamanların seçim sonuçlarına?
İşte bundan tam elli sene önce meşru iktidarı deviren ve Menderes ve arkadaşlarını katleden cunta da bu ülkenin böyle 'karpuz gibi ikiye bölünmüşlüğüne' son vermek istemişti! O zamanki geyiği de söyleyeyim size; 'kahvehaneler bile bölündü Demokratların ve Halkçıların olarak'!
Kısaca, memlekette seçimlerden hazzetmeyen, milli iradeyi aşağılayan ve de hep yenilen kesimler her seçimin sonunda haritayı gözümüze sokup, 'işte bölündük, kutuplaştık' çığlıkları attılar. Onlara göre bölünmemenin yolu siyaseti, rekabeti, demokrasiyi askıya almak. Bu ülke insanlarını korkutarak yönetmeye çalıştılar; İslam, komünizm, AB, Kürtler, gayrimüslimler, misyonerlik faaliyetleri vs... Şimdi de demokrasiyle korkutuyorlar.
Demokrasi bölmüyor; iktidarı meşru sahiplerine, yani halka taşıyor. Doğrusu bu süreç de sessiz sedasız olmuyor. Çıkan gürültü, yüz yıllık bir 'seçkinler iktidarının' yıkımından geliyor.... [email protected]
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT