Seçimler ve Ece’nin melankolisi
Türkiye’de bir dönem kapandı. Bunu dışarıdan bakanlar daha iyi görüyor sanki. Xavier Solana ve Jack Straw’un makalelerini okursanız, nasıl bir Türkiye analizi yaptıklarını görürsünüz. Türkiye’deki değişim ve dinamizm sadece Türkiye’yi değil, Avrupa ve Ortadoğu’yu biçimlendirmeye aday hale geldi. Avrupa, kolonyalizmin köhne temsilcileri Sarkozy ve Merkel gibilerini Türkiye üzerinden eleştirmeye başladı. Türkiye’de son dokuz yıldır yaşanan zorlu değişimin bu kadarı bile, Doğu’nun 15. yüzyılda kaybetmeye başladığı ekseni, tekrar kendisine doğru yaklaştırmaya başladı. Arap Baharı’nın geçtiği her paragrafta Türkiye adının da zorunlu olarak telaffuz edilmesi bundan. Doğu’nun “vahşiler ve miskinler” topluluğu olarak ehlileştirilmesi ve bu “hizmetin” bedelinin yine Doğu’dan tahsil edilmesi gerektiği fikri, yani faşizm, Avrupa’da Türkiye sayesinde eleştiriliyor artık.
Üstelik bunu, bizi tanımlamak için değil, kendilerini Türkiye’ye bakarak doğru yere koymak için yapıyorlar. Yani Türkiye, ‘Batı’nın ‘Doğu’yu tanımlama tekelini de kırıyor. Biliyorsunuz, tanımlamak, tahakküm etme gücünü ima eder.
Çokça okudunuz, o yüzden “Seçmen ne mesaj verdi” gibi bir saçmalığa bulaşmayacağım. Seçmen kendince düşündü ve oy verdi, o kadar. Ünlü Türk büyüğü Burak Kut’un dediği gibi, “Yaşandı ve bitti”.
Ben biraz seçimle depreşen travmalara dair yazmaya çalışacağım.
Hemen seçim öncesinde yayımlanan “Oyumu AK Parti’ye vereceğim, çünkü...” yazım sosyal medyada ciddi tartışma yarattı, nedense? Öyle de yaptım ve oyumu AK Parti’ye verdim. Benim gibilerin AK Parti’ye oy vermesi, CHP ve MHP’ye oy verenlerin de işini kolaylaştıracaktı. Bu halk aptal değil. Herşeyi açık seçik görüyor. AK Parti’nin bu seçimden zaferle çıkacağı kesin olmasaydı, bazılarının MHP ve CHP’ye oy verme lüksü olmayacak, işin ucunun gelip kendi yaşamına dayandığını anlayıp rasyonel davranacaklardı. İlk defa bu seçimde taciz edilip, mecbur edilmeden oylarımızı gönlümüzce kullandık.
Bu lüksü AK Parti ve onun kitlesine borçluyuz.
O yazı sonrası övgü kadar çok da saldırı aldım. Özellikle kendini “solcu” zanneden müzelik kesimden geldi bu saldırılar. Daha kötüsü, düşebilecekleri en zelil seviyeye inip, Erdoğan’ın “affedersiniz Rum” sözünü, Muammer Güler’in vekilliğini bana hatırlatarak beni Hrant Dink’in mirasına ihanet etmekle, onun katlini önemsememekle suçladılar. Bunları öfkeyle değil, sadece deşifre olsun diye yazıyorum.
Düşünsenize, vatandaşlık hakkınızı kullandınız diye, bir oy atarak desteklediğiniz partinin tüm günahlarını yüklenmiş oluyorsunuz. Bunun adı faşizmdir. Beni böyle suçlayanlar aslında solcu, muhalif vs. değil, birer kripto faşisttir. BDP’nin desteklediği adaylara oy verenleri, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk “PKK’ye ateşkes çağrısı yap demeyi ahlaki bulmuyoruz” dediler diye kimsenin ahlaksızlıkla suçlamaya hakkı var mı? CHP’ye oy verenler Kılıçdaroğlu “Nerede bu Ergenekon örgütü, gidip üye olacağım” dedi diye Ergenekonculukla suçlanabilir mi?
AK Parti’nin iktidarında ciddi bir imkân görüyorum. Bunu 2002’den beri –2000-2008 arası Agos ve sonra Taraf’taki köşemde- sürekli ve açıkça yazıyor ve hep haklı çıkıyorum. Bu imkân beni tatmin ettiği müddetçe kenarda durmayacak ve bunu destekleyeceğim.
Keşke bu kadar öfkelenmek yerine, AK Parti’nin seçimi neden bu kadar büyük bir farkla kazandığını anlamaya çalışsalardı. Hadi bunu yapamadılar, bari meslektaşım Ece Temelkuran gibi açık yürekli bir melankoliye teslim olsalardı. “Matiz” başlıklı o harika yazısında duygularını o kadar güzel anlatmış ki Ece, inanın hayran oldum. Seçimler sonrası yaşanan o düş kırıklığı bu kadar mı şiirsel anlatılır? “Bir süreliğine dükkânı kapatayım, gideyim” diyor Ece. “Baktım şöyle içime, fena bile değilim aslında. Yüzde elli beni sarsmadı. Zira bu ülke ne idiyse 11 Haziran 2011’de, 13 Haziran 2011’de de o, yeni bir keder eklenmedi kederime. (...) Bana ne gibi geliyor biliyor musunuz? Muhafazakârlık bir insan olsaydı babasının işini sürdüren, uysal genç bir adam olurdu diye düşünürüm. Muhalefet ise herşeye karşı koyup, yumruğunu masaya vurup, kendi serüveninin peşinden giden genç bir kadındır. İki kardeş gibi düşünün bunları. Bizim ailede hep babasının tezgâhının başından ayrılmayan o oğlan çocukları kazanıyor. Ne diyeyim?”
Harika, harika, harika bir obituary. Bir yazar Kemalist sınıfsal hezeyanın tepetaklak ettiği bir algı savrulmasını bu kadar mı şiirsel anlatır. Bir insan, herşeyi yanlış söylerken, bu kadar mı samimi ve inandırıcı olur? Ben Ece’nin gidişini ve melankolisini, eskinin artık yeni olamayacağına dair yaşanan kayıp duygusunun yasına bağladım. Yas başlamışsa, Ece Temelkuran gibilerinin temsil ettiği kendisini sol zanneden Kemalistler için de umut vardır derim ben.
Herkes Ece kadar açık yürekli olsa keşke!
TARAF
YAZIYA YORUM KAT