Seçimler Arifesinde Nasihatleşme…
Seçimlerle ilgili özellikle Diriliş Postası’nda da yayınlanan “Tarafımız belli olsun!..” yazımın bu sitede altına yazılan bazı yorumlarda, vahim bilgi eksiklikleri ve ön kabullere dayandığı anlaşılan kanaatler şaşkınlık uyandırıcı. Nâkız ve cedelci bir diyalogu sürdürmemek, ahlaki âdabı içinde nasihatleşmek niyetiyle bu yorumlarla değinilen konular üzerinde bir-iki söz etmek istedim.
Bir yorumcu “bu toprakların bağrından” çıkmamış bir proje olarak gördüğü İttihad-ı İslam’ın kaybettiğini, ıslah öncülerinin ve hareketinin kaybetmediğini yazıyor. AK Parti’yi de ima ederek bu tür “devşirme ve ısmarlama projelerin” kaybedeceğini vurguluyor.
İttihad-ı İslam tezi; ümmet savunusu, vahdet ve İslami uyanış amaçlarıyla 1871'den önce (Yani Namık Kemallerden önce) Cemalettin Afgani ve Urvetu’l Vuska teşkilatı tarafından tâ Hindistan'dan, Mısır'dan bu yana gündeme getirilen bir bahistir.
Yani İttahad-ı İslam; Abduh'a, Mevlana Ebu’l Kelam Azada, Bin Badis'e, İbn Aşur'a, Şii usûli ulemaya kadar uzanan ümmeti savunma stratejisidir. Tabii ki bu söylemden Osmanlı Devleti’ni korumak için yararlanmak isteyenler de oldu.
Ama bu strateji ümmeti yeteri kadar uyandırmaya yetmediği için başarılı olamadı. Ama aynı ekip ümmeti uyandırmak için ıslah çabalarına devam etti. O çabalar, daha sonraki İslami hareketlerin varlık gücü olmuş ve sonraki uyanışlara temellik etmiştir.
Bir yorumcu AK Parti’nin kazanması için bizim AK Parti teşkilatından daha çok çaba sarf ettiğimizi söylüyor, seçimler konusuna fazla abandığımızı belirterek sitemde bulunuyor. “AK Parti çalışmaları” yaptığımızı bildiriyor.
Şu bilinmeli ki AK Parti’nin kazanmasını istememiz, bir partinin desteklenmesi değil, ümmetin kazanımlarının ve imkânlarının savunulmasıdır. Tabii ki Suriye İslami mücadelesinin, Gazze intifadasının, Mısır direnişinin veya Arakan’ın tek sesi ve ümidi haline gelen bir yönetimin yaşamasını ve kaybetmemesini istemek, İslami davayı yüreğinde hissedenlerin işi olabilir.
Bir yorumcu da ümmetin ana eğilimini ve zorunlu ihtiyaçlarını göremeyenleri “mağaralara çekilen”ler olarak vasıflandırmamızı içtihadımızı “millete dayamak” olarak nitelendirmiş. Bir kere yorum insanlara dayatılır, millete/din ve şeriata dayatılamaz. Dar hizbi, mezhepçi, rivayetçi yaklaşımlarla bu tartışmaların içine bazı ezberlenmiş kelime ve cümleler veya vaaz hitap cümleleriyle düşenlere, eğer dikkate alacak olurlarsa şu hatırlatmayı yapmak isterim:
Yaşadığımız sorunlara oy vermeyerek müdahil olmamak veya kirlenmemek söylemini taşıyan arkadaşlara bir yorumcunun 18.-19. yy’dan beri devam eden ve sisteme entegre olmamak için elektrik bile kullanmayan Mormonları -yani fundemantalizmi- hatırlatması, kişilerin söylemiyle eyleminin tutarlılığını test etmeleri için önemli bir uyarıdır.
Seçimlere İslami hareketin stratejik hedefleri bağlamında yaklaşan bizleri taassubi denebilecek demagojik ifadelerle yıpratmaya çalışan bazı yorumculara da şu bilgileri hatırlatayım:
Haksöz Dergisi de Özgür-Der rehberliği de hayatın içinde vahiyle fıkhetmek konusunda Türkiye Müslümanlarının geçmişten bugüne sınavlardan geçerek gelen öncü ve hikmetli çizgisini ifade etmektedirler. Sistem içi araçları vahyi çerçevede Resulullah'ın ve tüm resullerin hayatlarından çıkarttıkları ilkelerle kullanmanın yolunu şimdi gündeme getirmiyorlar. Haksöz Okulu'nda var. Açıp ilk sayıdan itibaren okunursa ve yazıda referans verilen derginin daha 6. sayısında seçimlerle ilgili yazıma bir kez daha soğukkanlılıkla bakılırsa, bu gerçeği hemen kavramak mümkündür.
AK Parti bir kitle partisi. İçinde birçok eğilim var. Bizim istediğimiz bu kurum içinde Müslümanların ümmetin sesine kulak vermesi, Müslimlere düşmanlık yapmayacak politikalar kurmalarıdır. AK Parti’de mücadele vermeyi seçen Müslümanları, imkân olursa bağımsız İslami kimlik ve duruşun önemini anlatır, ideal olanı göstermeye çalışırız; ama kişi yerinde sabit kalmayı önceliyorsa ve İslami duyarlılıktan da kopmamışsa, “O zaman hiç değilse Türkiye’de ve ümmet coğrafyasında Müslümanların önünü açacak siyaset üretin” deriz. Ki, önemli olan şu soruya mücadele alanlarımızın bilenlerin adil olarak yaklaşmaları: AK Parti yönetimi içeride ve dışarıda da 3-4 seneden bu yana İslami oluşum ve hareketlerin hayal bile edemeyecekleri iyileştirmeleri ve gereğinde risk alarak tavırları sergiliyor mu sergilemiyor mu?
Bir yorumcu her şeyi komplolara bağlamış. “Sisteme entegre olan imam hatip”lilerden “sistemi rahatsız etmeyen” başörtüsü olayına kadar kazanımların bir mücadelenin ürünü olduğuna değil, bir nevi bizi cahili sistemin içine çekmek için bir tezgâhın sonucu olduğuna imada bulunuyor.
Türkiye ve ümmet coğrafyasında demokrasi veya diktatörlük rejimleri var. Hepsi cahilidir. Ama reel politika yürütenler veya sistem içi araçları kullananlar için onların sahnesinde ve gözetiminde faaliyet göstermek kaçınılmaz oluyor. Hicret edeceğimiz veya pasaportsuz gideceğimiz şaibeli IŞİD’in elinin altında bulunan bölge dışında -ki oraya da kaçak gidilebilirse- bir diyar da yok. Ayrıca Türkiye bir NATO ülkesi. Önemli olan sistemin sahnesinde yer alanlar, İslami tebliğe, yapılanmaya veya hak ve özgürlüklere alan açabiliyorlar mı açamıyorlar mı diye değerlendirmektir.
Bizim için demokrasi, diktatörlüğe nispetle daha az kötü olandır. Bizim yönetimle ilgili idealimiz efsaneleştirilen ve vakıası da bulunmayan sultanlık gibi bir Halifelik değil, ehil olan ulema ve muslihunun oluşturduğu “şura yönetimi”dir. Yönetim biçimi içtihadidir, buna karar verecek olan ümmetin yeniden inşası ile güç kazanacak olan şura mekanizmamız olacaktır. Bu konu en önemli ibâdi ve usûli hedeflerimizdendir.
Ancak bu hedefe varıncaya kadar tutsağı olduğumuz cahili sistemler içinde tanıklık yapan; ayrıca sistem içi araçları vahyi ölçüler içinde kullanan Resul-u Ekrem’in ve diğer Resullerin örnekliğini Kur’an bütünlüğünden ve Mütevatir Sünnet’ten kavrayarak çıkarttığımız ilkelerle bir açılım yapmaya çalışıyoruz. Bu açılımımızı Türkiye Müslümanlarına en azından basın alanında mevsuk olarak 1988’den beri anlatmaya, yardımcı olmaya ve tanıklık etmeye çalışıyoruz.
Mevsukiyeti açısından belirtiyorum. Kamuoyunda görünür olan ve çizgimizi temsil eden Yöneliş, Dünya ve İslam, Haksöz, Ekin yayın kuruluşlarında başından itibaren oy verip vermemek kimlik belirleyici bir unsur olmamıştır. Oy verse de vermese de kişinin Kur’an akaidine sahip olup olmadığı ile, ameliyle yani şahidliği ile ilgilenilmiştir. Arap diktatörlük rejimlerinin atmosferinde yazılan ve nassları aşırı abartılı şekilde tevil eden metodik kitaplardaki yorumların aksine, konuyu akîdevi bağlamda ele almadık.
Bir yorumcu ve farklı mahfillerde diğerleri içtihadını veya içtihadlarınızı dayatıyorsunuz diyor ya? O zaman soralım:
AK Parti konusunu şer’i olarak 60/8-9 bağlamında ele almamızdan, hatta tüzel kişilik bağlamında Rum Sûresi’ni hatırlatmamızdan rahatsız olanlar yorumumuza mı kızıyorlar, yoksa Rabbimizin bildirimlerine mi?
Sorumuz yanlış anlaşılmasın; bazı selefi ve rivayetçi tipler tarihte de bazı kere günümüzde de zanni rivayetlerle veya yorumlarıyla Kur’an’ın ayetlerini bile nesh edebilme cahilliğini, bazen de üslup olarak küstahlığını göstermeleri nedeniyle bu soruyu bu şekilde soruyorum. Bu sorum, sadece bir yorumcuya değil; bu tarzda eleştiri sunarken durdukları yerden yaklaşımımızı “eklemlenme” olarak niteleme bühtanında bulunanlara da yönelik.
AK Parti kurulduğundan beri İslami bir parti değil, zaten anayasa gereği buna imkân da yok. Yine de ön yargısı gözlerini perdeleyen bazı arkadaşlar AK Parti’yi İslamiliği üzerinden değerlendiriyorlar.
AK Parti tüzel kişiliğine ancak Müslimlere düşmanlık yapıp yapmadığı bağlamında yaklaşalım diyoruz. 1 Mart Tezkeresi’nde karşı çıkmıştık; ama Ortadoğu Devrimler sürecinden beri ümmete ve ümmet coğrafyasına yönelik kendisi için risk taşıyan yaklaşımlarını takdir etmeliyiz diyoruz.
Aykırı yorumlar yapan arkadaşlara diyeceğim şu: “Tekfirci IŞİD çizgisindekiler hariç tüm ümmet coğrafyasındaki ezilenler ve kanaat önderlerimiz Tayyip Erdoğan çizgisini takdir ediyor. O zaman tüm ümmet coğrafyasındaki İslami oluşumlar yanlış yapıyor, sadece klavyeye tıklayan sizin elleriniz mi doğruyu yazıyor?”
Bu tür yorumcuların nasıl bir perspektif taşıdıklarını da tabii ki bütünsel olarak bilmiyoruz
Bu süreçte AK Parti'ye oy vermeği ümmetin geleceği için faydalı gören yazı ve tavırlarımız için yorum yazanların biyografilerini ve gerçek kimliklerini de bilmiyoruz.
Acaba kendi perspektifince uyaran; ama bazen de karalayıcı ve itham edici spekülatif yorumlar yazan arkadaşlar hangi çizgiden veya ekoldendir?
Esed dostu SP'den mi?
Gezici taifeye eklemlenen Anti-Kapitalistlerden veya "Müslüman Sol"dan mı?
Selefi tekfircilerden mi?
Neo-conların maşası haline gelen Fethullahçı taifeden mi?
Politika ile siyaseti karıştırıp tüm çözümlere tevhidilik adına karşı çıkan mutasavvıflardan mı?
Hizbu't-Tahrir gibi kendisi dernek, dergi, iş kurma gibi sistem içi araçları kullandığında, hatta kendi liderleri veya ekibi demokratik seçimlere katıldığında iyi, kendi dışındakiler kötü diyerek ideolojilerini doktrinleştirmiş keskin inançlılar mı?
Şahitlik ya da adalet duygusunu yitirmiş ve havanda su döven kelamcılardan/”tevhidilerden” mi?
Yoksa Müslümanlığını tarihselcilikle veya anarşistlikle tanımlamaya çalışan kimliği bulanıklar mı?
Dolayısıyla yorumcuların kimliğini ve şahidlik açısından da biyografilerini bilmediğimiz için kişilerin ad, isim veya nicklerini belirterek açıklamalarda bulunmak istemedim.
Rabbimiz istikamet üzerinde olmak kaygısını taşıyan tüm müminlerin çabalarını zail etmesin, doğrularını kabul etsin, yanlışlarını bağışlasın. Rabbimiz hepimizin basiretini ve ufkunu açsın; nasihatleşmek için kullandığımız sözümüzü ve eylemimizi hikmetli kılsın.
YAZIYA YORUM KAT