“Seçimden Sonra Kimlerle Birlikte Sevinmek İstersiniz?”
Yazısında “Türkiye, son 250 yıldır kendisine giydirilmeye çalışılan ulus-devlet giysisini son on altı yılda yırtmış bir devlettir” diyen Ömer Lekesiz Özbekistan seyahatinde karşılaştığı Müslümanların Türkiye’ye bakışı üzerinden seçimleri değerlendiriyor.
Ömer Lekesiz’in Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde yayınlanan konuyla alakalı bugünkü (08 Haziran 2018) yazısı şöyle:
“Türkiye’de Hallar Nasıl”
Geçtiğimiz ayın ikinci haftasıydı.
Uluğ Bey’in 1421 yılında Semerkand’da yaptırdığı, kendi adıyla anılan rasathaneyi gezdikten sonra, heykel yönünden rasathaneye çıkan merdivenlerin bitiminde dinlenen beş Özbek ihtiyarla karşılaştım.
Özbekistan’da selam, “selamı yayınız” emrine itaatin bir nişanı gibi; İslam adına belki birçok şey unutturulmuş ama selam baki kalmış; kadın, erkek, çocuk, ihtiyar... herkes birbirine selam veriyor. Haliyle ben de onlara selam verdim. Hemen mukabele ettiler. Önlerinden geçmek üzereyken biri kolumdan tutup, “Türkiye’den mi?” diye sordu. “Evet” cevabımı alınca, “Türkiye’de hallar nasıl” diye soruverdi.
Gözlerine baktım, cevap beklemiyordu, çünkü sorusu iyilik temennisinin surete bürünmesinden başka bir şey değildi. Ben bunun böyle olduğunu, 17/25 Aralık’taki seçim ayarlı darbe teşebbüsünü yaşadığımız günlerde, Tiran’da bir ihtiyardan öğrenmiştim.
Tiran’ın merkezindeki Edhem Bey Camii’nden çıkmış, fotoğraf makinamın dış çekim ayarlarını yaparken, arkamdan sağ omuzuma konan elin sahibini görmek için geriye döndüğümde, seksen yaşlarında bir Arnavut ihtiyar, zikrettiğim sıcak gündemin de etkisiyle yekten şöyle söylemişti:
“Türkiye’de haller iyi mi? Bak, Hacı efendi, bizim ekmeğimiz, aşımız var hamdolsun. Biz sizlerden maddi yardım beklemiyoruz. Ama sizlerin moral yardımına muhtacız. Sizler iyi olursanız, bizler burada başımız dik geziyoruz; sizde problem olursa burada bizim yüzlerimiz kararıyor; çünkü düşmanın sizin problemlerinize sevinmesi bizim gönlümüzü yıkıyor.”
Semerkand’daki kardeşimin sorusu da bu temenniyi ihtiva eden bir soruydu sonuçta. Benim, “Hamdolsun, iyidir; inşallah daha da iyi olacak” deyişime eklenen “inşallah, inşallah” nidaları, zikrettiğim temennin söze dökülmesine ihtiyaç bırakmadı bu yüzden.
Bu örneklere Marakeş’te, Bakü’de, Tiflis’te, Kudüs’te, Kahire’de, Hartum’da, Amman’da, Prizren’de... yaşadığım benzer durumları da ekleyebilirim ama asıl meramımı anlatmaya yerim kalmaz.
Asıl meramım şudur: Türkiye, son 250 yıldır kendisine giydirilmeye çalışılan ulus devlet giysisini son on altı yılda yırtmış bir devlettir; Türkiye artık Osmanlı bakiyesi ulus devletlerin, inanç bağıyla kardeş kavimlerin umududur.
Türkiye içindeyken bunu görmek pek mümkün olmamaktadır. Ancak ülke sınırlarının dışına çıktığımızda, oradaki yüreklerde, gönüllerde taşınan Türkiye’yi keşfettiğimizde, bu aynı zamanda bizlerin sorumluluklarını artıran biricik bir hakikat olarak, (kaçınsak bile) yamacımıza dikilmektedir.
Sıcak gündemden yani seçim ortamından baktığımızda ise, yıkım koalisyonunun duyarsızlığı, duygusuzluğu, hoyratlığı, cahilliği ve iktidar kuduzluğu nedeniyle mezkur hakikat bir yansılsamaya dönüşmektedir.
Yıkım koalisyonun elebaşılarından Temel Karamollaoğlu’nun hakikati örten konuşmaları, kadın adayının şirretlik tarafından mahkum edilmiş bir muhalif diliyle dışa vuran mahalle dedikoduları, CHP adayının bir sünnet çocuğunun sevindirik halleriyle, kırk yıllık Kani’yi olur ki Yani’ye tebdil etmeye çalışan sahne gösterileri... Türkiye’nin bir umut oluşuyla çelişmesi bir yana, Türkiye’yi küçülten, kompleks ve güvensizlik esaslı bir ihanet tablosu olarak belirginleşmektedir.
Elbette Türkiye, Batı’nın kendisine layık gördüğü oranda demokratik bir ülkedir ve dolayısıyla seçim gibi şeyleri de geçmişte olduğu gibi yine olacaktır.
Burada mesele seçim karşıtlığı ya da yanlılığı değildir. Mesele, Türkiye’nin yeni seçiminin, sadece Türkiye’nin seçiminden ibaret olmadığının idrakinde olunup olunmamasıdır. İşte yıkım koalisyonunun hem bilmemeyi, hem de halka bildirmemeyi istediği şey bu idraktir.
Birkaç gün önceki yazımda “Seçimden sonra kimlerle birlikte sevinmek istersiniz?” diye sormuştum. İşlediğim konu bağlamında bu ibareyi şimdi şöyle değiştirebilirim:
Seçimden sonra (Allah muhafaza buyursun) olası bir olumsuz tablo karşısında üzülecek olanların ağır vebalini, kırılan umudunu, gönül yükünü taşıyabileceğinize inanıyorsanız, armudun sapı üzümün çöpü diyerek yıkım koalisyonuna katılabilirseniz.
Kendi adıma ben söz konusu vicdani yükü taşıyamam ve bu nedenle yıkım koalisyonunun sevinmesine bir oyla da olsa destekçi olamam. Buna ne kimliğim, ne ümmet bilincim, ne büyük Türkiye hayalim, ne de içinde yaşadığım coğrafya izin vermez.
O halde yıkım koalisyonundakilerden birini değil, son on altı yıldır coğrafyamın bağrı yanık insanlarına umut olan Recep Tayyip Erdoğan’ı yeni dönem için de lider olarak seçmem, her şeyden önce yaşadığım şu vaktin benim üzerimdeki hakkıdır.
Vaktinin hakkını veremeyenler ise her konuda hüsrandadır.
HABERE YORUM KAT