“Seçim Sonrası Süreç ve Türkiye’nin Yönü”
Özgür-Der’in 2018-2019 aylık paneller serisinin yedincisinde, Rıdvan Kaya, Hamza Türkmen, Yılmaz Çakır ve Musa Üzer’in katılımıyla “Seçim Sonrası Süreç ve Türkiye’nin Yönü’’ konusunu ele alındı.
Panelin yöneticiliğini yapan Musa Üzer “Bu seçim değişen sistemin ilk seçimiydi. Daha ilk seçimde iktidarın zorlandığını görüyoruz. Türkiye toplumsal yapısıyla ilgili yapılan değerlendirmelerin seçime yansıma biçimiyle ilgili ön kabullerin çöktüğünü görüyoruz. 4 benzemez partinin bir araya gelmesi olayı var. Öte yandan Başkanlık sisteminde koalisyonların olmayacağı söylenirken, henüz seçim sürecine girilmeden koalisyonun ismi değiştirilerek ittifak ismiyle koalisyonlar kuruldu. Üstelik MHP gibi bir partiye muhtaç olma görüntüsü var. Bütün bunlar yeni sistem meselesini tartışmalı hale getiriyor. İktidarın tercih ettiği yerli-milli dil ve milliyetçi söylem ve politikalar ise AK Parti iktidarının bugüne kadar yaptıklarıyla çelişen, ülkede meydana getirdiği standartları gerileten bir görüntü vermekte” diyerek sunumunu yapması için sözü Hamza Türkmen’e verdi.
Hamza Türkmen, Ümmet coğrafyasının dağılmış ve ulus-devletlere bölünmüş olduğunu, bu bölünmüşlüğün bir bölümü olan Türkiye’de de bizlerin yaşadığını, Müslümanlar olarak iç zaaflarımız yanında, ellerimizin ulusal sınırlarla da birbirinden kopartılmış olduğunu belirterek sözlerine başladı. Ardından Türkmen, “Tebliğ sorumluluğumuz açısından merakımız şu: Hak veya Batıl bağlamında, bu yerel seçimlerin yönü ne tarafa yöneldi? Türkiye, 31 Mart seçimleriyle, gönül coğrafyamız denilen tarihi süreçte üyesi olduğu İslam alemine mi daha çok yakınlaşmış, halkıyla beraber kapitalist yaşam tarzına ve kuşatmasına karşı daha fazla bir özne olmak konusunda yol almıştır; yoksa ilerlemeci anlayışa sahip liberalleri, sosyalistleri ve cinsi sapık örgütlenmeyi sevindirerek seküler, Aydınlanmacı ve Batı modernitesi istikametinde mi özne olmak konusunda yol almıştır? Bizler, yani Türkiye’de 1970’li yılların 2. yarısından itibaren biriken nitelik ve tecrübemizle tevhidi uyanış sürecini taşıyan; nitelik kazanmaya yönelmiş ve zor geçitlerin, akabelerin imtihanlarından gelen ayakta kalmış Müslümanlar; bizler açık kimlikli ve sünnetullaha tutunan bir iradeyle mücadelemizi, tebliğimizi, ‘emr-i bil maruf nehy-i anil münker’ görevimizi sürdürmeye çalışıyoruz. Verili siyasetin, reel siyasetin sahnesinde politika yapan dostlarımıza da gücümüz yettiği oranda fahşadan uzaklaştırıcı ikazlarda bulunup, gerçeklerden ve ümmet maslahatından yana davranış ve açılımlarını da destekliyoruz.” dedikten sonra sözlerini şu şekilde sürdürdü:
Karşıt güçler adeta bu seçimleri 18 yıllık AK Parti yönetimiyle ilgili bir “güven oylaması”na çevirdiler. Ülkenin nüfus ağırlıklı ve bazı stratejik bölgelerinde karşımıza açık ve örtülü 4’lü ittifak çıktı. CHP + İYİ Parti + HDP + SP. AK Parti ise Başkanlık sistemi nedeniyle mecbur kaldığı bölünmüş MHP ile ittifak kurdu. Karşı İttifakın belediye seçimlerini AK Parti’ye ve Erdoğan’a karşı güven oylamasına dönüştürmelerinin nedeni; ülkede 18 yıldan beri halledilemeyen her türden yolsuzluklar, dar kesimlerdeki yoksulluklar, Atatürk’ün eleştirilemezliği yasasından, anadilde eğitim konusuna kadar kimliksel boyutuyla halledilemeyen ve son dönemlerde de basın ve medyada eleştirilemez alanında görülen yasaklar, 15 Temmuz 2016 FETÖ Darbe Teşebbüsünden sonra paranoyak bir tutum haline gelen yargıdaki adaletsizlikler...”
Hamza Türkmen, her şeyin de kötü olmadığını belirtip şu sözlerle konuşmasını bitirdi: Sağlık sektöründen, ülkenin ağaçlandırılıp yeşillendirilmesine, kara ve hava ulaşımından harp sanayinde emperyalist devletlere bağımlılığımızı %40’ların altına düşürmemize, öğrencilere sağlanan imkanlara kadar; ayrıca 4 milyona yakın Müslüman muhacir kardeşimizin barındırılmasından dünya halklarına ve Müslümanlara yapılan yardımlarda dünya birincisi seviyesine çıkmamıza kadar iyiliklerin ve sorumluluğun yerine getirildiği önemli alanlar var. Ama “Dünya 5’ten büyük” demenin altını dolduramamanın, Uluslararası İstanbul Formu düzenleyip adil bir dünya arayışına start verildiği halde sürekliliğini sağlayamamanın, Anadolu’nun 1400 yıllık tarihinden bahsederken 2.200 yıllık M.Ö. pagan ve tamamen kurgulanmış Türk devlet geleneğine Beştepe’de sembolleriyle sahip çıkmanın; Kürdistan’dan bahsedip sonra bu söylemi Kuzey Irak’a sürmenin, Hukuk devletinden bahsedip sonra sosyal tabana/altı ibadet olarak ilan edilen Gülen cemaati ile irtibatlı herkesi ihbar etmeye davet etmenin, “her tür milliyetçilik ayağımın altındadır” deyip sonra MHP ile birlikte her tür milliyetçi şarkılar söylemenin zihinlerde açtığı yara, AK Parti’ye destek vermiş koskoca bir kitlede ve genç dimağlarda yaralı bilinçler ve sisteme asimile mi oluyoruz tarzında sorular oluşturmuştur. Özellikle yolsuzluklar, yasaklar, yoksulluklar ve adaletten kopuş şeklindeki çürümeler üzerinde bu duyarlı ve bilinçli insanlar izah bekler olmuşlardır. Bu seçimlerde AK Parti’ye oy atarak ya da atmadan galibiyet bekleyenler için keskin bir zafer de keskin bir mağlubiyet de yok. Ama memnuniyetsizlik de yönetim mekanizmalarına güvensizlik de çok. Seçim öncesi anketlere yansıyan %17-18 kararsız seçmen büyük ölçüde konsolide edildi. Ama iklim de şartlar da sıcak olmasına rağmen genel katılımda 24 Haziran 2018 seçimlerine göre %2, 2,5’luk katılımda azalma var. Yıldıray Oğur’un halk seçimlerde AK Parti’ye “Kırmızı Kart gösterdi” yaklaşımı çok abartılı olsa da AK Parti 10 büyük şehirde kaybetti veya büyük oy kayıpları yaşadı. Gönül Belediyeciliği tanıtımlarının içine, nereye oturduğu ve tanımı yapılmayan paradigmal veya siyasi konumla ya da askeri stratejiyle ilgili beka meselesinin sokulmasının hamaseti MHP’ye yaradı ve İç Anadolu’da 9 ilin belediyesi AK Parti’den MHP’ye geçti. Seçimlerde HDP zayıflayarak çıktı. İyi Parti bunalım anaforuna girdi. CHP ve MHP daha kazançlı çıktı. AK Parti İstanbul ve Ankara’da oy kaybetse de İl Meclislerinde kazandı.
Ardından sözü alan Rıdvan Kaya, Çinli bir bilgenin hikayesinden bahsedip meseleleri abartmadan, tevekkülle karşılamamız gerektiğini vurguladı. Kaya seçim sonuçları hakkında camiamızda genel bir moral bozukluğu olduğunu söyleyerek konuşmasını şu sözlerle sürdürdü:
Bu anlaşılabilir bir durumdur. Fakat geçmişe baktığımızda bizler çok daha ağır darbeler aldık. Moral bozukluğunun olması normaldir çünkü ümmet bilinci ile bakıyoruz fakat durumu fazla abartmamalıyız. Bu seçim sonuçlarının bir kırmızı kart gösterilmesinden çok sarı kart olduğu açıktır. Ortada bir hezimet yoktur fakat ciddi bir gösterge var. 25 yıl sonra büyük bir kayıp söz konusu. AK Parti’nin oylarında gözlenir bir düşüş var. İktidar ne yapmalıdan önce ne yapmamalıdırı konuşmak istiyorum. İlk olarak yaşanan hadiseler trol mantığı ile değerlendirilemez. Fakat görüyoruz ki aynı mantık devam ediyor, iktidara yakın bir gazetede bir yazar şöyle diyor: “31 Mart seçimlerine İstanbul darbesi yapılmış, Türkiye’ye darbe yapılmış. Seçimler üzerinden, sandıklar üzerinden darbe yapılmıştır. Gezi öfkesini, 17-25 Aralık komplosunu, 15 Temmuz’un arkasındaki aklı burada net olarak görüyoruz. Çokuluslu akıl, 31 Mart seçimlerine müdahale etmiş. AK Parti’nin İstanbul’u kaybetmesi için, İstanbul’u düşürmek için içeridekiler ve dışarıdakiler birlikte çalışmış, Türkiye’nin büyük mücadelesine 31 Mart için cephe kuranlar bununla kalmamış. Seçim gecesine ilişkin de planları varmış ve uygulanmış. Çokuluslu müdahalenin bir ayağı sandıklar üzerinden gerçekleşmiş.” Bu yazılanlara bakıp mantıktan, izandan bahsetmek mümkün müdür? Aslında bu trol yaklaşımı siyaset biliminin değil psikolojinin konusu olabilecek bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımlarla doğru tespit, analiz yapılamaz; haliyle de doğru çözümlere ulaşılamaz. Mesela Anadolu Ajansı'nın seçim akşamı yaptığı rezaletin izahı olabilir mi? Yaklaşık bir hafta geçti hala o akşam ne olduğuna dair kimse açıklama yapmıyor. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz açıklamasında "Gerçekten demokrasi tarihimizin en büyük şaibelerinden biridir bu seçim dersem herhalde fazla abartmış olmam " diyor. Siz 16 yıldır iktidardasınız… Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! Seçim çalışmasına, propagandaya baktığımızda büyük yanlışlıkların yapıldığı ortadadır. Seçim sürecinde devlet ile yarışan bir CHP çizildi. Bu halk devletle yarışanın yanında yer alır. CHP adeta mağdur durumuna sokuldu. Aslında baktığımızda CHP seçim sürecinde hiçbir şey yapmadı. AK Parti’nin saldırgan dili insanları itti. 2 tip gazeteci ortaya çıktı: İlki ana muhalefet partisi başkanının karşısında kikirdeyen, adeta onu alaya alan tip. İkincisi Erdoğan karşısında soru sorarken titreyen, lafa yüksek perdeden 'saygı' ifadeleri ile giren tip. 20 kanalda 24 saat tek kale maç yapıldı. Bu adaletsizlik ters teper. Bu sonuçların çok ağır bir hezimet olarak algılanmasında ‘beka’ kavramının etkisi var. HDP’nin gerilemesini biz isteriz ama o kadar da gerilemedi. Tartışma zemini kaybediliyor. Hiç kimse rahatsızlıkları konuşmuyor. Mağduriyetler konuşulmuyor. Mesela başkanlık sistemi hiç tartışılmadı, bir oldu bittiye getirildi ve AK Parti MHP’ye mahkûm edildi. Aslında 2017 referandumunda İstanbul ve Ankara kaybedilmişti. İktidar icraatına yönelik eleştiriler kimilerince düşmanlık olarak yorumlanıyor, karşı tarafa koz verme olarak görülüyor. Bu doğru bir yaklaşım değil. Biz yanlışlar sürmesin diye eleştirmek durumundayız. Düzeltmenin, ıslah etmenin de zaten başka yolu yok. Kaldı ki, eleştiriler imkan çerçevesinde olan icraatlara ilişkindir. Olmayacak şeyler istemiyoruz, yapmaya güç yetiremeyecekleri şeyleri talep etmiyoruz. Örneğin neden ekonomik kriz aşılamıyor demiyoruz ama neden illa da Berat Albayrak ismi üzerinde ısrar ediliyor diye sormak hakkımızdır. Aynı şekilde Esed rejimini neden deviremediniz diye eleştirecek halimiz yok elbette ama Tahriruş Şam’ı terör listesine alan Bakanlar Kurulu kararını da görmezden gelebilir miyiz? Uluslararası baskı gerekçe gösteriliyor, iyi de sizin 40 yıldır savaştığınız örgütü ABD’si, Rusya’sı müttefik, dost görürken, siz neden onların düşmanını terör örgütü ilan etmek zorunda kalıyorsunuz? Bu kararınızın bedelini birçok mazlum ödüyor, saçma sapan yargılamalar neticesinde ağır cezalara çarptırılıyorlar.
İlk oturumun son konuşmasına, bardağın hangi tarafına odaklanmak gerektiğini sorarak başlayan Yılmaz Çakır, bardağın dolu tarafına odaklanan biri olduğunu, bir Müslüman olarak içinde bulunduğumuz sosyal, siyasal süreci, olayları, durumları değerlendirirken geçmişte yaşadığımız olaylardan bağımsız değerlendiremediğini ve son seçimlere de bu zaviyeden baktığını belirttikten sonra konuşmasına şu şekilde devam etti:
Sandıkların başındayken CHP’lilerin tavırlarını gördüm ve onlar her yerde kendilerini hissettiriyorlardı. Yakın tarih içerisinde seçmen idaresine müdahale oluyor. O 1946’daki ‘açık oy kapalı tasnif’ garabetinden sonra seçim ve sandık güvenirliliği yüksek bir seyir izliyor. Ayrıca sandığın güvenli oluşuna dair siyasilerden birçok güzelleme duymak mümkün. Fakat yine tarihi seyre baktığımızda bu kadar güvenle yapılan seçimlerin sonucuna yani halkın iradesine saygı duyulup duyulmadığına bakılıyor mu? Halkın iradesi sağlıklı yansıyor ama o irade sağlıklı bir şekilde iktidar olabiliyor muydu? İktidar olduklarında onlara göz açtırıldı mı? Ben liberallerden genel olarak çok istifade ediyorum. Hatta Turgay Güler gibi adını ağzıma almaktan sıkıldığım kişinin yanında Yıldıray Oğur gibi insanlardan çok faydalanıyorum. Lakin çoğunlukla çok iyi ve zeki analizler yapan liberaller bazen yanlış davranabiliyorlar. Bazı detayları pas geçebiliyorlar. Yirmi dokuz bin oy farkından on sekiz binlere indi ve on beş bin farkla biteceği söyleniyor. Bu seçime gölge düşerse? Bu fark az bir fark mı? Tabi onlarında belli zihin evreninde baktıkları için belli alana sınırlanıyorlar ve bazen zihinleri kilitlenebiliyor. Bu basit ama neticeye tesir edebilecek olay atlanmamalı. Tabi biz bütüncül ve hizipçi olmadan bakmalıyız. Kurulu olduğu makamdan indirildikten hemen bir gün sonra aşırı muhalif olan gibi bir omurgasızlığından ve partinin içinde olduğu için aşırı partici bağnaz kişilerden de ayrışmalıyız. Biz meselelerde maslahat formülüyle, içtihat ile tercihlerde bulunuyoruz. Bir tarafgirlik, tutucu fanatiklikten ve topyekûn karşıtlıktan uzak durmalıyız.
İlk oturumun sona ermesinden sonra sözü alan Musa Üzer, siyasal gelişmeyi doğru değerlendirme yerine haksızlık, hukuksuzluklara, yanlışlıklara dikkat çekenlere karşı seviyesiz bir şekilde ‘bakın işte memnun oldunuz mu, istediğiniz oldu’ gibi yaklaşımlar sergilenmesi var olan problemin devam ettiğini gösteriyor. Oysa Müslüman şahsiyet hak bildiğini, doğru bildiğini eğip bükmeden söylemekle mükellef. Yanlış, çarpıtılmış şeyler söyleyemez. Belki bir müddet susabilir ama doğru olmayan şeyler söyleyemez. Bu seçimde MHP hiçbir şey yapmayarak en kârlı çıkan partidir. AK Parti’ye sağladığı katkı çok az. Görüldüğü üzere ‘yerli ve milli’ söylemi, politikası en çok milliyetçilere yarıyor. Ayrıca şunun açık bir şekilde görülmesi gerekiyor: Halk damada, geline, kardeşe karşıdır. Mahşeri vicdan Berat Albayrak’ın bakan olmasını istemiyor. Fakat medyada Berat Albayrak’ı bakanlıktan alın diyen bir yazı çıkmıyor baskılardan dolayı. Ayrı bir mesele olarak Süleyman Soylu gibi hak, hukukla problemi olan ve üslup sorunu olan birine güvenliğin teslim edilmesi birçok insanda tedirginlik oluşturmaktadır” dedi.
Panel, soru-cevap kısmından oluşan ikinci oturumun gerçekleştirilmesiyle sona erdi.
Haber: Ömer Faruk Şeker
Foto: Fatih Demir
HABERE YORUM KAT