Seçilmiş İnsan
Kendi içinde robotize edilmiş bir yaşam ve kendi dışındakilerle ilgili adeta hisleri alınmış, duyguları eğitim sistemi ve medya yoluyla şırıngalanan algılarla duyarsızlaştırılmış bir toplum.
Bahadır Kurbanoğlu / Haksöz Haber
“Seçilmiş İnsan” filminde geleceğin dünyası ilginç bir biçimde resmedilir. İnsanlar duygularından arındırılmışlardır. Sevgi, nefret, iyilik, kötülük, haset, fedakarlık, cinsellik, savaş nedir bilmemektedirler. Hergün insanlara bir adet iğne vurulmakta; adeta uyuşturulmaktadırlar. Bisikletlere binmekte, üretilmiş yapay bir doğa ortamında yaşamaktadırlar.
Bu toplumda herkesin görevleri bellidir. Görevler küçük yaşta dağıtılır ve ömürleri boyunca birer robot gibi başka bir şeyle ilgilenmezler. Toplumun seçkinleri bu hayatı planlamışlardır. Hisleri alınmış bu toplumu, toplumun kendi iyiliği için bu şekilde bir hayatı sürmeye kodlamışlardır. Çünkü bu hisler insanlık için kötüdür. İyi olanlar bile, sonuç itibariyle insana ızdırap vermektedir. Savaşların, ölümlerin, katliamların, kötülüklerin sebebi sadece kötü hisler değil, aynı zamanda aşk, sevgi, merhamet, duyarlılık, yardımseverlik vb. tüm duygular, hislerdir. Bu hisleri insanda uyandıracak doğal güzellikler ve insani-kültürel olgular da aynı şekilde belleklerden silinmiştir.
Filmde yaşlı bir “Anlatıcı” vardır. Toplumun içinden seçilmiş akıllı ve yetenekli bir gence geçmişe dair unutulanları aktaracaktır. Anlatıcı bu sistemden mustariptir ve zinhar yasak, kırmızı çizgilerle belirlenmiş olmasına rağmen o sınırları delerek gence yavaş yavaş geçmişe dair pek çok duyguyu hissettirir. Genç adam hipnoz halindeyken ona yağmuru, karı, müziği, farklı ten rengindeki insanları, onların kültürlerini, sevinçlerini, hüzünlerini gösterir. Merhameti de, savaşlar gibi trajedileri de günden güne gencin belleğine yerleştirir. Daha doğrusu farkına varmasını sağlar. Tabii çeşitli öğütlerde de bulunur. O iğneyi bir yolunu bulup yaptırmayacak, elitler tarafından sorgulandığında da yalan söyleyecektir. Genç adamın gözünden anlatılan ve siyah beyaz olarak ilerleyen film, o duygularını geri kazanıp insanlaştıkça, yavaş yavaş renklenmekte; yakın çevresini de tüm risklere rağmen bilinçlendirmektedir. Çünkü insanlığın kaybettiklerini geri kazanması gerektiğine inanmaktadır.
Paris saldırılarının yaşandığı bu süreçte, film ister istemez sizi Batı toplumunu sorgulamaya itiyor. Kendi içinde robotize edilmiş bir yaşam ve kendi dışındakilerle ilgili adeta hisleri alınmış, duyguları eğitim sistemi ve medya yoluyla şırıngalanan algılarla duyarsızlaştırılmış bir toplum. Hebdo olayı üzerinden düşündüğümüzde, kendi dar yaşam alanlarına sıkışmış; öğretilmiş ezberlerle hareket eden; propagandalara teşne, ne okuyacağı, ne seyredeceği, neye sevinip neye üzüleceği birileri tarafından belirlenmiş yüzmilyonlara varan kitleler. Kendi dışındaki dünyanın hislerine, duygularına, insanlığına yabancılaşmış, kendi dışındakilerin başına gelenlere ne sevinen ne üzülen, ne gülen ne ağlayan, umarsız bir yaşama adapte olmuş bir kütlesellik. Ne empati, ne sempati. Varlığı ve yokluğu bir. Ha Amazon ormanlarında adı sanı bilinmeyen hayvanlar ve bitkiler; ha Malili, Nijerli, Somalili, Filistinli, Iraklı, Suriyeli koyu tenliler. Onlar için üzülmek ya da sevinmek istemiyor. Ne yaşadıklarını, neye ağlayıp neye güldüklerini, başlarına gelenlerin gerçek sebeplerini bilmenin kendisine vereceği acıların, programlanmış günlük yaşamının rutinlerinin sağladığı hazza zarar vermesine izin vermiyor. Onun kendi iradesiyle bunu gerçekleştirmesini engelleyenler tarafından, yıllar önce bilinçaltına şiringa edilmiş olanlar, sürekli olarak yazılı ve görsel bağlamda yenileniyor. İçindeki “Anlatıcılar”ın da cezalandırıldığı ve tukaka ilan edildiği bir hayatı tüketmekle meşgul.
İşte böylesi bir yaşamı sürdürüp gider ve sahta bir güvenlik ikliminde yaşarken, birden başkalarına yüzyıllardır yaşattığı ama kendisinin unuttuğu duygular, acılar, öfkeler, nefretler birilerince kendilerine hatırlatılıyor. Ölümün geliş seçenekleri onun için sınırlıyken; birden farklı türlerini hatırlamak zorunda kalması; birilerince, sürdüregeldiği hazcı ortama teneffüs zili çaldırılıp acının farklı tonlarıyla tanışmak zorunda kalması, unuttuğu ve asla hatırlamamak için dünyanın neredeyse yarısının kurban verildiği bir ızdırap türüyle yüzleşmek zorunda kalması onun için katlanılır gibi değil.
Ancak acıların, nefretlerin, öfkelerin farklı türlerini tattıkça ve anlatıcılara kulak verdikçe, aslında sevgiyi de, fedakarlığı da, empatiyi de öğrenecek. Dünyanın diğer yarısında yaşayanların da tıpkı onun gibi insanlar olduğunu ve onları tanıması gerektiğini kavrayacak. Ve kendi hikayesiyle birlikte, o insanların hikayelerini de öğrenmek isteyecek. Böylelikle belki de kendi elitlerini ve onların bugüne dek kendisini nasıl aldattıklarını sorgulayabilecek. Çünkü insan olduğunu yavaş yavaş da olsa hatırlamanın yolu buradan geçmekte.
Filmin Fragmanı:
HABERE YORUM KAT