‘Şeb-i Yeldâ' sadece bir gece değildir; hele de Müslümanların tarihinde...
Okuyucularla Hasbihal,
Pazar günleri, okuyucuların görüş, eleştiri ve talepleri etrafındaki bir Hasbihal'e daha, hayırlı günler dileği ve selamlarımızla başlıyoruz..
Evvelki gece, yani 21 Aralık gecesi , 365 günlük Güneş Yılı'na göre, yılın 'en uzun gece'si idi.. 21 Haziran gecesi de Güneş Yılı'nın en kısa gecesi..
'Yeldâ', Süryanice'de 'en uzun' mânasında bir kelimedir.
Amerika'dan Prof. Necatî Engeç kardeşimiz hatırlatmış oldu, 'Şeb-i Yeldâ'yı.. 'Yılda bir olur, 'şeb-i yeldâ', velî (amma), ey subh-ruh, / Âlem-i Hicr'în inen çoktur 'şeb-i yeldâ'ları.. (Evet, şeb-i yeldâ, yılda bir kere olur.. Ama, ey ruh âleminin sabahı; Hicran âleminden 'şeb-i yeldâ'lar, iner-durur.)
*
Edebiyatta 'en uzun gece' için çok şiirler ve ilginç tavsifler geliştirilmiştir.. En başta da,'Şeb-i Yeldâ' deyimi olmak üzere..
'Şeb-i Yeldâ'yı müneccimle muvakkit ne bilir , / Mübtelâ-y'ı gam'a sor ki, geceler kaç saat?' (Şeb-i Yeldâ'yı, yıldızlarla uğraşanlar veya vakit ölçenler ne bilir, / Gecelerin kaç saat olduğunu gam derdine düşenlere sor..)
Evet, en büyük bir derde düşenler, gecenin karanlığının bir an önce bitmesini, isterler .
Bu açıdan bakıldığında, Müslüman tarihinin nice 'şeb-i yeldâ'ları vardır.. En başta, kendi içlerinde henüz Asr-ı Saadet'in hemen devamında meydana gelen ihtilafların, Kerbelâ Faciası ile zirve yapması ve onun meydana getirdiği duygu kırılmalarının 14 asırdır tedavi edilememiş olması da bir 'şeb-i yeldâ'dır.. Keza, bütün Müslüman coğrafyalarını ezip geçen ve İran, Anadolu, Suriye ve Irak'ı mahveden ve sonunda, Hılafet merkezi de olan Bağdat'ı da yerle bir eden ve Selçuklu Devleti'nin yok eden parçalanmasına yol açan Moğol İstilâsı, açıktır ki Müslüman âleminin bir diğer korkunç 'şeb-i yeldâ'sıdır. (Evet, o korkunç Moğol İstilası İslam Milleti'ne büyük yıkımlar getirmiştir ama, Müslümanlar küllerinden yeniden ayağa kalkmayı da başarmıştır, Allah'ın lûtfuyla...)
Selçukluların dağılması üzerinden yarım asır geçmekteyken, 1356'da Çanakkale Boğazı'ndan geçip Avrupa kıtasına adım atan ve 1389'da Niğbolu'ya varan Osmanlı-Müslüman orduları'nın Balkanlar'da Avrupa içlerine doğru ilerlediği bir sırada, Semerkand taraflarından kalkıp taa Ankara'ya gelen ve sırf bir 'güç gösterisinden daha ileri bir hedefi olmadığı' söylenebilecek olan 'Timur'un 'Yıldırım Bayezid'i ve ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattığı 1402- Ankara Savaşı'ndan sonra fiilen dağılan Osmanlı Devleti'nin yaşadığı o dönem de bir 'şeb-i yeldâ' idi. Ama, dağılan parçaları yeniden bir araya getiren Çelebi Mehmed'in duruma hâkim olup, Müslüman güçlerinin yeniden ayağa kalkması ve o yenilgiden sadece 50 sene sonra, dünyanın en stratejik noktalarından olan İstanbul'un Müslüman ordularınca fethi ve Doğu Roma İmparatorluğu /Bizans'ın tarihin dehlizlerine gönderilmesi, Müslüman toplumların hayatiyet gücünü de yansıtır..
*
Amma, İstanbul'un fethinden 40 sene geçmekteyken, İber Yarımadası'nda /İspanya'da 800 yıla yakın bir süredir hâkimiyet ve de bir medeniyet kuran Endülüs hikâyemiz de, 1492'de tarihe karışmış, bir başka 'şeb-i yeldâ'mız daha başlamıştır..
*
Ve daha bir başka 'şeb-i yeldâ'mız ise, son 100 yılı aşkın zamandır yaşadığımız facialar yumağıdır.
Ama, emperyalist güçlerin ve içimizdeki yerli kuklalarının İslam'la mücadelelerine rağmen, dünya Müslümanları dünya çapında, her yerde, yeni direnişlerim, yeni kıpırdanışların odak noktası ve ümit menşei olarak, şeytanî güçlerin korku kaynağı olmaya devam etmektedir. (Bu durumu lekelemek için dün Almanya'nın Magdeburg şehrinde, bir Suûdî vatandaşının bir Pazar yerindeki insanların üzerine kamyonunu sürüp, 5 ölü ve 200 kadar yaralıya mal olan cinayeti de Müslümanlar üzerine yıkılmak üzereyken, bu kişinin Siyonist İsrail rejimi ve PKK taraftarı olan ateist bir doktor olduğu, telefonundaki mesajlarından anlaşılmış ve emperyalist- şeytanî güçlerin entrikalarının bitmeyeceğinin son bir örneği olmuştur.)
*Hamdi Öngören isimli okuyucu diyor ki: 'İnşaallah, Suriye'deki son gelişmeler, emperyalistlerin oyunlarına rağmen hayırlı gelişmelerden birisi olacaktır.. Suriye'nin fiilen yeni lideri durumunda olan Ahmed eş-Şerâ, söz ve tavırlarıyla bu hususta ümitler vermektedir..
Geçenlerde, İran'ın da Suriye'de yüzlerce asker kaybettiğini yazmıştınız. Ama, İran'ın bir m.vekili, geçen hafta, 'Suriye'de 13 sene içinde, 6 bin kayıp verdiklerini, milyarlarca dolar harcadıklarını ve bunların hepsinin boşa gittiğini' ifade ediyordu. İran'ın Suriye'de asıl kaybettiği, sadece o askerler de değil, tuhaf bir mezhebçilik siyaseti izlediği intibaı yüzünden dünya Müslümanlarının büyük ekseriyeti nezdinde kaybettiği itibardır. Ne dersiniz?'
-Teşekkür ederim.. Doğru.. O rakamlara gelince, çok net rakam bilmediğim için-, 'Yüzlerce..' diye yazmıştım. Resmî bir kişi 6 bin kayıptan söz ettiğine göre asıl kabul edilmesi gerek, o rakamdır.. Diğer tespitinizde de haklısınız.. Ama, İran medyası,, üstelik de 57 yıllık Şahlık rejimini devirmiş bir halkın sesi olmak iddiasına rağmen; Suriye'deki 54 yıllık Baas Partisi ve Esed Hanedanı diktatörlüğüne karşı Müslüman halkın kıyâmını hâlâ anlamamakta direniyor ve Tayyib Erdoğan'ı taşlamakla meşgul.. Yazık..
*İzmir'den Gülgûn Beyzâde isimli okuyucu da, diyor ki: 'Geçen hafta Suriye'deki son gelişmeler üzerine yazdığınız makalede, Suriyeli merhûm şair Nizar Qabbanî'nin halklarına karşı diktatör kesilen emperyalist kuklalarını anlattığı 'Horoz isimli' şiirinden bir özetleme sunmuştunuz.. Sahiden de ne güzelmiş.. Hele de şu son bölüm:'
'Nasıl gelecek bize bereketli yağmur?
Nasıl yetişecek buğday?
'Hayır' nasıl inecek üzerimize
ve bereket nasıl örtecek bizi?
Allah'ın hükmüyle yönetilmeyen,
'Horoz'ların hükmettiği bir memlekette?'
*
-Ayrı bir konuya da değineyim:
Dün, Birlik Vakfı'nın Çemberlitaş'taki merkezinde eski Genelkurmay Başkanlarından ve hâlen de Meclis'de M.Savunma Komisyon Başkanı olan Hulûsî Akar Bey'in 2,5 saati aşan uzuuun bir konferansı vardı.. Milletin kendi dinine, inancına, özkültürüne, İslam ahlâkına uygun nesiller yetiştirilmesi ve Türkiye'nin dış siyaseti konuları başta olmak üzere, çeşitli konularda genel hatlarıyla güzel bir sunumu vardı, şahsen faydalandım ve beğendim..
Hulûsî Bey'in konuşmalarını dinlerken laik cenahın yazarlarından birinin, 2 ay kadar öncelerdeki bir yazısında onu ağır şekilde eleştirmeye çalışırken, 'Meğer, 50 yıl boyunca 'taqiyye' yapmış, taa ordunun başına kadar gelebilmiş..' gibi bir cümle yazdığını hatırladım ve 'Belki de öyledir, yoksa, nasıl taa o mertebelere gelirdi.' demekten kendimi alamadım.
Ve kezâ, başka 'taqiyye'leri de hatırladım. Meselâ, daha 1919'da, ileride, Müslüman bir milletin bütün inanç değer ve sembollerine karşı savaş açacağını, sonra da bunları 'millî bir sır' olarak uzun zaman gizlediğini yakın arkadaşlarına söyleyenlerin yaptıkları 'taqiyye'lerini hatırladım.
*Belkıs Kılıçaslan tarafından gönderilen bir video ilginçti.. Fransa'nın Büyük Okyanus'taki denizaşırı sömürge topraklarından olan Mayotte'de geçen ay meydana bir tayfunda yerliler hemen her şeylerini yitirmişler, insanlar içme suyu bile bulamaz hale gelmişlerdi.. Geçenlerde, Fransa Başkanı Macron, oraya gidip, şikayetlerini dile getirenlerle görüşürken, yerli halkı sert şekilde azarlamış ve hattâ, 'Mutlu olmalısınız Çünkü burası Fransa toprağı olmasaydı 10 bin kat daha derin bir necaset içinde boğulurdunuz..' diyecek kadar küstahça hakaretler yağdırmış..
Evet, bütün emperyalistlerin ortak özelliği hep böyledir..
*
STAR
YAZIYA YORUM KAT