Savaşan Değil, Konuşan Kazanacak
Çözüm sürecinden çatışma dönemine geçilmesiyle birlikte, “toplumun ruh sağlığındaki bozulma” da, başka bir boyuta sıçramış durumda. Derinleşen gerilimin, köklü sosyolojik nedenleri olduğu gibi, güncel nedenleri de bulunuyor.
Bazı çevreler var… Siz hangi niyetle konuşursanız konuşun, yazarsanız yazın; eğer onlarla örtüşmüyorsanız, öfkeli tepkileriyle karşılaşıyorsunuz.
Kürt sorunu, köklü bir demokrasi sorunu olarak, uzun dönemli bir sorun. Demokrasi içinde çözemezseniz, kangren haline gelir.
Bölgedeki insanlar için, "Devletin ya da örgütün baskısından uzak, özgür, hak ve hukukun tanındığı bir hayat kurmalarını arzu ediyorum." ifadesini kullanıyorum.
Buradan, “devletin bölgede yaptıklarını göz ardı etmek” gibi bir sonuç çıkmaz… Meselenin "terör boyutu"na indirgenerek, bir "temizlik" siyasetiyle hareket edilmesi, normalleştirilemez…
Silahların patladığı oranda, her şeyin daha da çığrından çıktığını, kirlendiğini görüyoruz.
DEVLET VE ÖRGÜT
Bir sosyal kesimde, şöyle de bir kalıp var: “Devlete karşı olan haklıdır ve devlete karşı olanın yaptıklarını söylemek, eleştirmek, ayıptır, günahtır.”
Geçmiş yıllardaki alışkanlıkları hatırlasak… “Örgütün yaptıklarını eleştirmemek” gibi bir anlayış vardı... “Solun günahları”nın, “kol kırılır yen içinde kalır” biçiminde saklanması gerekirdi. Yoksa “devletin oyununa gelinmiş” olurdu.
Bugünkü örneğe bakarsak: HDP yöneticileri, Temmuz 2015’te çatışmalar başladığında, PKK'ya "ama'sız silahları sustur" demediler mi? Hendeklerin yanlış olduğunu, Ahmet Türk açıklamamış mıydı? ("Hendek kazmanın da, sindirmenin de para etmeyeceğini elbet herkes anlayacak. Tek yöntem karşılıklı güven veren yöntemlere uygun adım atılmasıdır.”27 Kasım 2015) Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ, benzer görüşleri dile getirmişlerdi.
Sonra bu konuda, daha değişik bir dile döndüler. Bunun nedenleri üzerinde farklı yönlerden değerlendirmeler yapabiliriz. Bu açıdan, devletin yaptıklarının, “işi iyice içinden çıkılmaz hale getirdiğini” de söyleyebiliriz. Tersini de düşünmek mümkün: “PKK'nın şiddeti yaymak ve belli hedefleri gerçekleştirmek için bilinçli olarak çatışmaları tırmandırdığı” yönünde bir analiz de yapılabilir…
SORUNU ŞİDDETTEN ARINDIRMAK
İşin sonunda gelip dayandığı soru şu: Bu meseleler, parlamenter bir zemine çekilemez mi, barışçı mücadele yöntemleriyle ele alınamaz mı? Milletvekilleri konuyu Meclise getirip, siyaset zeminine oturtamaz mı?
Diyelim ki, “devlete egemen” zihniyet, savaşın tırmanmasını istiyor… Verilecek karşılık, onlarla aynı zemine oturmak mıdır?
ŞİDDET TERCİHİ, MÜZAKERE TERCİHİ
Şu net bir gerçek: Devlet içinde de, PKK/HDP içinde de, farklı kutuplar var. “Meselenin silahlarla ve şiddetle çözüleceği” düşüncesini savunanlar, her iki tarafta da, güçlü birer kutup oluşturuyor.
Şiddetin, silahın, "temizlik" yapmanın, bu meseleyi çözmeyeceği de, çözemeyeceği de bilindiği halde... Şiddet yoluyla, bir korku duvarı yaratıyorlar.
Silahın yarattığı egemenlik, ciddi bir egemenliktir. Bu egemenliği kullananlarla konuşabilmek, onları eleştirebilmek ve makulu savunmak; o kadar kolay değildir… Zaten, artık, yalnızca Kürt meselesi değil, toplumda tartışılan her konu, şiddet dilinin unsuru haline dönüşebiliyor… Irkçılık, tehdit dili, farklı olanı susturan ortam, herkesin tepesine biniyor.
Bu psikolojik ortamın; ülkenin demokratikleşmesini, normalleşmesini, meselelerin siyaset zeminine çekilmesini imkansızlaştırdığını, hepimiz hissedebiliyoruz... Ne yapacağız? Ne yapabiliriz? Bu psikolojiyi kabullenecek miyiz?
Şunları yapabileceğimizi düşünüyorum: Konunun silahtan arındırılması, siyasi zemine çekilmesi için, önce hükümeti göreve çağırmak…
Öfke ve intikam güdülerinin yerine, sükunet ve anlama çabasını koymaya çalışmak… Devlet güçlerinin kanunlara, insan haklarına uygun bir şekilde hareket etmesini istemek… Tutarlı ve akılcı konuşmak, tutarlı ve akılcı davranmak… Şeffaf ve açık olmak… Kaos yaratmaya değil, çözüm üretmeye yönelik stratejiler geliştirmek…
“Meselenin barışçı zemine çekilmesi” konusundaki ısrarı sürdürmek…
Çözümü siyaset alanında aramak…
RADİKAL
YAZIYA YORUM KAT