Savaş Karşıtlığı Kılıfına Sarılmış Vicdansızlık
Suriye’deki kan içici Baas rejiminin savunuculuğunu üstlenen çevrelerin yeni argümanı savaş karşıtlığı.
Haksöz-Haber
Suriye’deki kan içici Baas rejiminin savunuculuğunu üstlenen çevrelerin yeni argümanı savaş karşıtlığı. 3 köşe yazarının bugün farklı gazetelerde yayınlanan makaleleri bu cephenin ahlakına ışık tutuyor.
Yeni Şafak’ta Hilal Kaplan söz konusu cephenin manipülasyonlarını maddeler halinde sıralayıp, tutarsızlıklarını gösterirken, Taraf gazetesinde Yıldıray Oğur savaş karşıtlığı altında sürdürülen Esed destekçiliğinin arka planını deşifre etmiş. Star’da Cemil Ertem ise Suriye tezkeresine karşı sokağa çıkan birbirinden çok farklı ideolojik kesimlerin ortak paydasına işaret etmiş.
Miss Turkey: Savaşa Hayır
YILDIRAY OĞUR / TARAF
Sonda söyleyeceğimi, başta söyleyeyim: Eğer bir gün Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul’un, Rize’nin Diyarbakır’ın mahallelerini jetlerle vurmaya başlarsa, her Cuma namazından sonra toplanan protestocu sivil kalabalıkların üzerine polis/ asker tanklarla, toplarla, sniper’larla ateş açarsa, Ankara Kalesi’ne yerleştirilen toplar Ulus’u bombalarsa, İzmir Kadifekale denizden savaş gemileriyle top ateşine tutulursa, yüzbinlerce insan Yunanistan’a, Bulgaristan’a kaçmak zorunda kalırsa, her gün yüzün üzerinde insanın ölümünün artık haber değeri bile kalmazsa lütfen dünya “bu onların iç işidir” demesin, milli egemenliğimizi, milli gururumuzu falan hiç düşünmesin, tuzu kurular savaşa hayır diye sloganlar atmasın ve meşruiyetini yitirmiş Türkiye Cumhuriyeti devletine daha büyük katliamlar yapmadan derhal haddi bildirilsin.
1,5 yıldır bunların hepsini yapmış Esed’in kime isabet diye halkının üzerine fırlattığı bombalardan biri de Akçakale’de Timuçin ailesinin evinin üstüne düştü, 13 yaşındaki Fatma, 16 yaşındaki Ayşegül ve sekiz yaşındaki Zeynep, anneleri ve komşularıyla birlikte hayatını kaybetti, kardeşleri, kuzenleri ağır yaralandı.
Aylardır Arap çocukların katledilmesi karşısında kılını kıpırdatmamışları, Urfalı çocukların öldürülmesi de pek heyecanlandırmadı. Onları bir anda ayağa kaldıran çocukları öldüren topların vurulması ve ardından Meclis’ten “Aman niyetimiz savaş değil” mahcubiyetiyle bir tezkere çıkarılması oldu.
Aylardır “elâlemin çocuğunu” öldüren savaşa bir şey demeyenler, başkalarının çocuklarını öldürecek savaş ajitasyonuna başladılar. (Merak edilmesin. Suriye’ye kimse Muhteşem Yüzyıl’daki gibi sefere çıkmayacak. En fazla Bosna, Kosova, Libya’daki gibi havadan müdahale olur. Herhalde kısa dönem askerliğini jet pilotu olarak yapan da yoktur.)
1,5 yıldır komşuda süren savaşa dönüp bakmamışlar, portakal çiçeğindeki savaş ihtimali için seferber oldu. Buna da kısaca “savaşa hayır” dediler.
Valla bu slogan 2003 1 martından itibaren Irak için, Lübnan için, Gazze için katıldığım onlarca mitingde bağırdığım, 2005’te Suriye işgal edilecek diye otobüsle desteğe gittiğimiz Şam’da elimde tuttuğum pankartta yazan “savaşa hayır” sloganına pek benzemiyor.
Neye benzediğini anlatayım.
Önce ne olur kimse bana memleketin savaş suçlusu adaylarından Osman Pamukoğlu’nun, ABD’nin Afganistan işgaline “Asil Kartallar” diye başlıklar atmış bir numaralı nefret suçu sanığı Yılmaz Özdil’in aynı anda karşı olduğu şeyin savaş olduğunu söylemesin.
Kimse de, Irak’a Bush’la girmeyen hükümeti “Gariban Diplomasisi” diye aşağılayan Ertuğrul Özkök’ün “Araplar için ölmeye değer mi” kıvamındaki savaş karşıtlığından da utanmayıp Irak-Suriye benzetmeleri yapmasın.
Ve ne olur 1998’de sınırlarımıza bir top mermisi bile düşmemişken, ülkeyi Öcalan için Suriye’yle savaşın eşiğine getiren politika için “Suriye'deki rejimin diplomasiden, iyi niyetten anlamadığı, ancak ‘güç’ karşısında hareket eden bir yapıda olduğu dikkate alınırsa, bu politikanın gerekliliği daha iyi anlaşılır” diye yazmış Sedat Ergin’den barışçıl dış politika, Enverizm ve sıfır sorun dersleri vermesin.
Ortada birkaç “savaşa hayır” var ve bunların neredeyse hiçbir savaşa karşı değil.
Birinci “savaşa hayır”, aslında “AKP ne yaparsa ona hayır” demek. Birazcık kazısan altından “Türkiye laiktir, laik kalacak” bile çıkabilir. Bu savaş karşıtları Suriye’de olan bitene Türkiye iç siyaseti şablonlarıyla baktılar.
İyi ki Miloseviç AKP iktidarında Bosna’da katliama girişmemişti. Yoksa emperyalistlerin parçalamaya çalıştığı Yugoslavya perspektifinden Srebrenica katliamını Aliya izzetbegoviç’in yapıp yapmadığını tartışıyorduk hâlâ. Ama galiba Boşnakların beyaz ve Batılı görünmeleri lehlerine olurdu. Kim inanır, bıyıksız, şapkalı Aliya’nın aslında İslamcı bir teorisyen olduğuna.
Suriye için tüm klişeler yerli yerinde. Bir yanda çağdaş karısıyla alevi Esed, karşısında sakallı, çarşaflı dinciler. Neredeyse Suriye’nin Menemen isyanı bu.
İkinci savaş karşıtlığının motivasyonu “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sinizmi. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” Kemalizmin en tutmuş ilkesi. Bu ilkenin yurttaki barıştan kastı için Dersim’e bakmak yeterli. Ama ilkenin ikinci kısmı memleketin kötü Enver Paşa hatıralarını hâlâ canlandırıyor. “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” aslında dünyaya huysuz ve bencil bir teyze gibi bakmak demek. “Şimdi ne lüzumu var, başka işimiz mi kalmadı, bize ne, karışma başın ağrır, aman senin üzerine vazife mi, her koyun kendi bacağından asılır” demek. Urfalı çocuklar ölürken, Nişantaşı Starbucks’tan “Savaşa Hayır” tweet’i atmak demek.
Üçüncü “savaşa hayır” da bunun hısımı. Bir kısım enternasyonalist solcunun, bir kısım ümmetçi İslamcının ve bir kısım dünya vatandaşı liberalin Westphalia düzenine, ulus-devlet sınırlarına sadakatini ortaya koydu bu “savaşa hayır”. Türkiye’de sadece devletin değil, toplumun da içe kapanmacılığını teşhir etti. Enver Paşa’nın emperyalist maceracılığıyla, biraz ötesinde bir diktatörün boğazladığı halka yardım etmek arasında bazı liberaller bile bir fark bulamadı. Sayıklamaya dönen “Bizi Suriye’ye sokmak isteyen” Marduklu emperyalist güçlerin kirli oyunlarına onlar bile gelmedi.
Dördüncü “savaşa hayır”, “bu iş savaşla, müdahaleyle çözülmez ama Esed de gitmeli”cilerin “savaşa hayır”ı. Aralarında en makul görüneni. En sterili. Her gün tepelerinde jetler uçan Suriyelilerin herhalde en sinirlerini bozanı. Bosnalıların, Kosovalıların, Libyalıların bu gerekçeyle geciken müdahaleler yüzünden daha fazla ölmesinin nedeni. Srebrenica’nın esas katili. “O kadar kolay değil, yeterince ölmediniz, haydi biraz daha gayret bak sapanlarla düşürebilirsiniz jetleri” diye dalga geçeni.
Savaş meydanında tam kılıcını çekmişken yüzüne tüküren düşmanı “Onu şimdi öldürürsem nefsim için öldürmüş olurum” diyerek bırakan Hz. Ali gibi Türkiye’nin kendi vatandaşları öldü diye Suriye’ye müdahale etmesinden yana değilim. O bombalar Suriyeli çocukların tepesinde düşerken Libya’da Fransa’nın yaptığını yapıp, uluslararası bir müdahaleye öncülük edebilecek bir ülke olabilseydik keşke. Ama değiliz. Bunu zorlamanın da bir âlemi yok.
Yani güzellik yarışması jürisi önünde atılanlara benzeyen “savaşa hayır” sloganlarına hiç lüzum yok. Savaş falan çıkamayacak. Kimsenin o kadar umurunda değil komşudan gelen çığlık sesleri. Hem o kadar bağırmadı ki kadın henüz. Kimse bir şey yapmayınca vicdanı el vermeyip gece vakti komşunun zilini çalan, camına bir taş atan hükümetimizin de elini tutmalıyız. Ne gerek var şimdi. Elâlemin derdi bizi niye geriyor. Erkektir döver de sever de. Aile kavgasında araya girilmez. Kendi kendilerine hallederler meselelerini, karışmak bize yakışmaz. Yatın hadi, olmadı yastığınızla kulaklarınızı kapatın. Az sonra nasıl olsa kesilir çığlık sesi.
Esed, sizinle gurur duyuyor
HİLAL KAPLAN / YENİ ŞAFAK
Bazı manipülasyonlara madde madde cevap verelim:
1. Bombalamadan ötürü Esed rejimi nerdeyse özür bile diledi ama hâlâ bunu Suriyeli muhaliflerin Türkiye'yi savaşa kışkırtmak amacıyla yaptığını iddia edenler var. Ki böyle bir yalanın, Suriye devlet televizyonunda dahi yer almadığını belirteyim ki nasıl bir propaganda mücadelesi verildiği daha net anlaşılsın. Muhaliflerin elinde bu bombalamayı gerçekleştirebilecek türden ağır silah olmadığı bilgisi bir yana, gerek Hür Suriye Ordusu gerek Suriye Ulusal Konseyi temsilcileri saldırıyı kınayıp bunun Türkiye'yi savaşa çekmek için yapılmış olan bir hamle olduğunu beyan ettiler. Konsey Başkanı Seyda'dan aynen aktarıyorum: 'Rejim böylelikle Suriye'deki krizi ihraç etmeye çalışıyor. Bu yolla, Esad, çatışmayı bölgesel hâle getirebileceğini düşünüyor.'
2. ABD ve NATO şimdiye kadar Suriye'ye müdahalede bulunmak isteseydi, ellerinde istemedikleri kadar çok bahane vardı. Ancak NATO Genel Sekreteri Rasmussen, herhalde ayda bir 'Suriye meselesi diplomasiyle çözülmeli' yollu açıklamalar yaparken, ABD ise İhvan'ın Suriye'de iktidar olacağı korkusuyla pasif konumunu muhafaza ediyor. O yüzden Suriyeli muhalifleri hâlâ 'Amerikan oyunu' olarak resmedenler, gözünüzün içine baka baka yalan söylüyorlar.
3. Suriye devrimine halk desteğinin yeteri kadar olmadığı da kanıtlanması güç bir iddiadır. Zira öyle olsaydı, 18 aydır silahlı muhaliflerin ülke içerisinde bu kadar hakimiyet elde edebilmesi mümkün olmazdı. Suriye'de yetersiz olan halk desteği değil; silahtır. Muhaliflerin yeterli sayıda uçaksavar, füzesavar, vb. ağır silahları temin etmesine müsaade edilirse, Esed'i ayakta tutan bombaları mı, yoksa halk mı görülür.
Türkiye, Suriye meselesinde doğru yerde durmuştur, durmaya devam edecektir. Ekranlarda '18 ay oldu, ne oldu?'diye ahkâm kesenlere aldırmayınız; 18 ayda devrim olmadığı gibi, devrimin bertaraf da olmadığını; tarihteki devrim süreçlerinin hep sancılı geçtiğini göz ardı etmeyiniz. Suriye'de nihai zafer duvarlara 'Doktor (Esed), sıra sana gelecek' yazdıkları için işkence edilip öldürülen çocukların ve ailelerinin olacaktır.
Belki o zaman 'Savaşa hayır' demekle beraber 'Esed'e de hayır' diyemeyenler, 'Katliama devam' dediklerini de görürler...
Eğlenceli bir savaş karşıtlığı (!)
CEMİL ERTEM / STAR
……….
Geçen hafta, Suriye tezkeresinin geçtiği gün, Taksim’de binlerce kişi, ‘savaşa hayır’ diye yürüdü. İnsanı duygulandıran ve heyecanlandıran görüntüler izledik. Tesadüfen o akşam Taksim’de olan turistlerin de sanıyorum gözleri yaşarmıştır. Bu yürüyenlerin büyük çoğunluğunun, katliamcı Baas rejimlerini desteklediğini, Türkiye’de, darbe ortamı hazırlamak için azınlık dinlerine mensup din adamlarını katleden faşist bir siyaseti başından beri aklamaya çalıştıklarını ne bilsin oradaki turist.
Taksim’de o akşam kimler yoktu ki, hepsini saymayayım ama siz Cumhuriyet mitinglerinin o heyecanlı, sayıları saymakla bitmeyen bileşenlerine, ‘sosyalist sol’un kırmızıdan faşizmin siyahına doğru giden bütün renklerini katın sonra bunlara ‘bu cenahı biz niye geç tanıdık, bunlarda iş varmış’ diyen ve şu sıralar titreyip kendilerine dönen milliyetçi kesimleri ekleyin. Evet, göz yaşartıcı değil mi, savaş karşıtlığının (!) her kesimden, her siyasetten insanı bir araya getirmesi. Ama daha bitmedi, son aylarda iktidardan iyice umudunu kesen, özellikle, AK Parti Kongresi’nde, Hamas lideri Meşal’in konuşmasıyla bardağın taştığını düşünen utangaç laik, (cami ile kışla arasına sıkışmak istemeyen) liberal kesim de, Atatürk Kültür Merkezi’nin otoparkında arabaları içinde, Marmara Oteli’nin kafesinde hatta daha da ileri giderek Emek Sineması’nın sokağında bu savaş karşıtı tarihi gösteriye katıldılar, orada bulunarak tarihe not düştüler.
Militarizmin kötülüğünün bir gecede bu şekilde aniden bu toplumun neredeyse birbirine düşman tüm siyasi taraflarının bilincine çıkması tabii ki tarihi bir durum.
Şimdi izninizle bütün bu kesimleri bir araya getiren temel argümanlara gelmek istiyorum. Herkesin üzerinde birleştiği temel argüman şu: ‘Türkiye’nin dış politikası başımıza bunları getirdi, sıfır sorun dediniz, stratejik derinlik dediniz, herkesi bize düşman yaptınız.’ Bakın bu, şundan temel bir argüman buna, bir Ulusalcı-Kemalist, eskiden bir tek Yunanistan ve Ege’de ‘it dalaşı, Kıbrıs vardı’; şimdi İran’dan Suriye’ye oradan İsrail ve Rusya’ya kadar bütün komşular bize düşman derken, liberal kesim, bunu pekâlâ yeni Osmanlıcılık, yayılmacılık diye eleştirebiliyor. Milliyetçiler ise ‘Kürtleri’n, Araplar’ın sorunlarından biz Türkler’e ne’ dediği zaman bunu bir ‘liberal’ kadar çürütmüş oluyor. Ulusalcı sol ise buna Amerikan emperyalizminin bir oyunu dediği zaman işi bitirmiş oluyor. Bir de bu kesimler, hep birlikte, şu sıralar, mutlaka çok yakında, iktidarın bu yanlış dış politikası yüzünden Ortadoğu’da bir savaşın çıkacağını, Türkiye’nin yeni Osmancılık gibi, başını ABD ile bile belaya sokacak bir politikayı sürdürdüğünü iddia ediyorlar. Ama bunu da ABD’nin tezgâhladığını -gerçekten bu ikisinin aynı anda olduğunu- düşünüyorlar.
Kim kaldırdı bu mantık dersleriniii!!??
‘İktidar, dünya şartlarını hiç gözetmeden çok yanlış bir dış politika yürütüyor, bu politikaya izin vermezler, başta bölgede hâkimiyeti azalacak ABD ve batı izin vermez.’ Bakın bu da bir argüman -eleştiri- ama aynı zamanda bu eleştiri, bir bakıyorsunuz ‘Türkiye, Ortadoğu’da ABD’nin maşası’ eleştirisi ile birleşiyor. Bu argüman-eleştirideki birbiriyle çelişen bu iki durumun, aynı anda olabileceğini düşünmek belki bireyler için kabul edilebilir bir durumdur.
Ama böyle bir sav, bir toplumda bazı kesimler tarafından geniş bir kabul buluyorsa, bunu ancak eğitim sistemindeki bir bozulmayla anlatabiliriz belki. Örneğin orta öğretimde, 12 Eylül’le birlikte mantık derslerinin kaldırılması belki bu durumu açıklar diye düşüyorum.
Sonuçta savaşa karşılar (!) ama aslında, savaşın çıkmasını, AK Parti iktidarını götürecek yegâne fırsat olarak gördükleri için çok istiyorlar. Türkiye’nin İran, İsrail, Rusya tarafından sopa yiyeceği -bunun aynı anda olabilmesi için inanın her şeyi yaparlar ve bu garip durumun bunun için, aynı anda, olabileceğini de düşünüyorlar- bir konjonktürü, tabii savaşı, delicesine arzu ediyorlar.
……
HABERE YORUM KAT