Savaş, barış ve dürüstlük...
14 Temmuz kırılmasından sonra beklenen Abdullah Öcalan açıklaması geldi. Elimde Fırat Haber Ajansı’na düşen bölümü var. Dikkatle okudum. Bu metnin ne kadarının Öcalan’ın tüm söylediklerini kapsadığını bilemiyorum. Ancak bu haliyle de önemli mesajlar içeriyor.
14 Temmuz saldırısının barışı hedef aldığı aşikâr. Bir diğer hedefin de Öcalan’ın barış görüşmelerindeki muhataplığı olduğunu söylemiştim. En azından fiili sonucu bu...
Öcalan Silvan saldırısı için şöyle diyor: “Şu anda mevcut durumda ortamı sakinleştirmek, yumuşatmak gerekir. Sayın Başbakan ‘Silah bıraksınlar, yoksa bir şey olmaz’ diyor. Ya ne söylediğini bilmiyor ya da farkında değil. Çok açık ve net söylüyorum. Biz yıllardır silah bırakmaktan söz ediyoruz. Ben daha önce de Sayın Erbakan döneminde de Özal zamanında da silahların bırakılabileceğini, bıraktırabileceğimi belirtmiştim. 1993’te dışarıdaydım. O zamanlar öyle İmralı’da da değildim. Yani içerde veya dışarıda olmam fark etmiyor.”
Başbakan’ın ima ettiğinin barışın sağlanabilmesi için saldırıların durdurulması olduğunu anlamamış olamaz Öcalan. Yani çoğumuzun savunduğu gibi, PKK’nin silahı bırakması ile asker öldürmeyi durdurması, geri çekilmesi aynı şey değil. Hele şüpheli eylemlere girişmesi hiç değil. Tabii bunun simetrisine de TSK’nın süren operasyonlarını ve hükümetin bu konudaki sorumluluğunu yerleştirmek şart.
Öcalan, ucu kendi liderliğine dokunan Silvan saldırısını bertaraf etmek için, “silah bıraktıracak tek kişi benim” argümanını sık sık tekrar etmiş. Pazartesi günü yapılan görüşmenin olumlu geçtiğini, devlet görevlilerinin de onun bu konudaki “biricikliğini” hararetle kabul ettiğini söylemiş. Şiddeti hep durdurmak istediğini, bunu Özal ve Erbakan döneminde, yani örgütün başında olduğunda da istediğini, ama kendisine “el verilmediği” için başarılı olamadığını söylemiş.
Burada bir gizli mesaj bir de itiraf var aslında. Mesaj Kandil’e ve protokollerin anlamsız olduğunu söyleyen Bayık ve onun gibi düşünenlere... “Ben İmralı’dayım ama, kandırıldığımı anlarsam bunu söylerim, sizi yanıltmam, ama görüşmeler iyi gidiyor ve burada önemli bir iş yapıyorum, bozmayın” diyor. İtiraf ise, ister İmralı da, ister örgütün başında olayım, ağzımdan çıkan tek sözle bunu yapamam. Bana yardım edilmeli, oluyor haliyle.
Pratik araçlar talep ediyor Öcalan. Kandil’e bir kırmızı telefon, BDP’lilerle ve diğer organlarla görüşme imkânı olmalı bunlar. Başbakan’a sesleniyor: “Bir çağrı yapabilir; ‘Biz bu işin silahlarla çözülmeyeceğine inanıyoruz. Bu meseleyi demokratik anayasal yöntemlerle çözeceğiz’ derse, bir haftada hallederiz. (...) Hükümet ile BDP arasındaki görüşmeler devam etmeli. Hükümet kuruldu, artık hazırlıklarını yapmışlardır. Benim yazdığım ikişer sayfalık protokoller önemlidir. Bu protokoller, genelde devletle üzerinde mutabık kaldığımız metinlerdir. Bu protokoller çerçevesinde hükümet ile görüşülebilir. Seçim yapılsın dendi bekledik, hükümet yok dendi bekledik, artık hükümet kuruldu. Bir yaklaşım ortaya çıkmak zorunda. Hükümet bu protokollere ilişkin yaklaşımını ortaya koyabilir. Nasıl yaklaşıyorlar, ne yapacaklar? Hükümet korkmamalıdır. Ben bu protokolleri burada devlete sundum. İşte devletin de reddetmediği önerilerdir bunlar. Hükümet hangilerini kabul ediyor, hangileri konusunda çekinceleri var, eksik varsa tamamlanır, fazla varsa çıkarılır, böylece bir uzlaşmaya varılabilir.”
BDP’ye de, CHP gibi, AK Parti ile bir mutabakat metni imzalayıp Meclis’e dönün, anayasa çalışmalarına katılın, demokratik özerklik projesini Türkiye ve yeni anayasa bazında (25 bölgeye ayırmaktan bahsetmiş) düşünün, gerilimi azaltın diyor Öcalan.
Bu sözler akıllıca. Aynısını geçen pazartesi A Haber’de Selin Ongun’un programında Sayın Ertuğrul Kürkçü’ye söylediğimde, nedense küplere bindi. Hâlbuki bu fikirleri onların üretip tıkanan kanalları açması ve çıkan krizleri çözmesi gerekiyor. Sayın Şerafettin Elçi, Altan Tan ve Leyla Zana gibi, tam da bu zor zamanlarda tutulan aklı ve vicdanı onlar onarmalılar. Ama BDP’den bu bütünlüklü hamle gelmiyor bir türlü. 18 yaşındaki Evrimlerin kendini yakabileceği bir öfke ve ümitsizliğin tahkimi üzerinde patinaj yapmayı tercih ediyorlar.
Hükümete gelince, eğer İmralı ile barış görüşmeleri yapılıyorsa, eğer Öcalan’ın açıkladığı gelişmeler yaşanıyorsa, eğer bu iş “bir haftada çözülebilir” noktasına gelmişse, bu atalet, bu çekingenlik nedendir diye sormak hakkımız; çocuklarımız ölüyor çünkü.
Son zamanlarda sık sık söylüyorum. Eğer yaşanan sürecin amacı kalıcı barışı sağlamak değil de, savaşta mola almak ve bu sayede iktidarları tahkim etmek ise, bunu açık açık söyleyin ki, bu sahteliklerle barışa olan inancımız zarar görmesin.
Biz, Türkler, Kürtler, hepimiz, sizi buruşturup bir kenara fırlatır, barışı sağlayacak yeni liderler ve partiler buluruz, merak etmeyin.
Sadece samimi olun.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT