Şaşırdınız mı?
Ne komik değil mi? Sayın Baykal, 'Gelin 12 Eylül darbecilerini yargılayalım' diyormuş. Niye yargılamak istiyorlar darbecileri? Demokrasiye ara verip, askerî rejim ile ülkeyi yönettiler diye, değil mi? Ancak esas mesele bu mu yoksa daha fenası olan, 12 Eylül Rejimi'nin kendinden sonraki dönemleri bile bağlayan, felç eden anti-demokratik uygulamalar ve kanunlar değil mi?
Kenan Paşa, "Beni yargılamayı halka sorsunlar, halk kabul ederse yargılanmayı beklemez, intihar ederim." demiş. "İdam kararlarını imzalarken hiç vicdanım sızlamadı." diyen birinin intihar edebileceğine de inanacağım için Paşa'ya inanıyorum.
Ancak bu ülkenin üzerinden darbe lekesini silmenin en az darbecileri yargılamak kadar, darbe döneminin uygulama izlerini silmekten de geçtiğine inanıyorum. Yani Sayın Baykal eğer 'Darbe Rejimi' ile uğraşacaksa Kenan Paşa'yı yargılamak kadar 12 Eylül kalıntısı Anayasa ile de mücadele etmeli, değiştirmeye çabalamalı. Zaten işin 'samimiyet' kısmı da buradan belli olur. Yoksa tribünlere oynamak en kolayı. Ve komik oluyor yani.
Ayrıca sorun sadece 12 Eylül de değil kanaatimce. 1960'ı var, 71'i var, 28 Şubat'ı var, bilmem kaç nisanı var, var oğlu var yani. Kendinizi demokrat göstermek için sadece bunlardan birini cımbızlayıp 'yargılayalım' demekle olmuyor bu iş. Bu millet, samimiyetinize inanmalı bence. Darbe darbedir ve kötüdür. İyisi, hoşu, mayhoşu olmaz.
Son Andıç meselesi dolayısıyla CHP'nin girdiği tavra bakmak da bu partinin cuntaya bakış açısı hakkında fikir sahibi olmak için yeterli. Ortada sahte ya da gerçek bir evrak var. Gerçekse gerçekliği, sahteyse sahteliği üzerine gitmek lazım. Hem de sonuna kadar. Askerî savcılık -doğru ya da yanlış- bir karar verdi diye bu meselenin üzerini örtmek demokratlık mı olacak yani?
Kaldı ki geçen akşam izlediğim bir akademisyen, bu ülkenin içler acısı hali hakkında şahane bir örnekti. Ekranda izliyordum. Değil bilim adamı, değil hukukçu, Engizisyon rahipleri bile sanırım daha özgürlükçü olurlardı. Üstelik özel bir üniversitede hocaymış, hukuk doçenti ya da profesörü, bilmiyorum. Hukukun bu zihniyetin eline geçmesi halinde ülkenin başına gelebilecekleri düşündükçe insanın uykuları kaçıyor.
Zira, darbe ile ilgili birkaç mevzuattan, kanun ve nizamnameden bahsettikten sonra alenen şunu diyebiliyor hukukçu: "Kaldı ki TSK'nın kanunlardan aldığı yetki ile irticayla mücadele görevi ve yetkisi vardır..."
Zaten belgeyi hazırlayan zihniyet de böyle bir şey sanırım. Hani suç işlemen, kanuna uyup uymaman önemli değil. Gerekli şartları oluşturdukları zaman suç işleyeceğinden öylesine eminler hatta. Bu insan bir öğretim üyesi ve evrensel hukuk normlarını anlatacak öğrencilerine ha! Acırım o üniversiteye, o hukuk fakültesine inanın. Herhalde Engizisyon mahkemelerinde görev yapanlar bile bu kadar tek yönlü bir vicdan ve akıl körelmesi yaşamamışlardı.
Geçtiğimiz gün bir arkadaşımla sohbet ederken, söz geldi yine bu belgeye dayandı. Arkadaşım "Kesinlikle gerçek" dedi. Ben de, "Bu kadar kesin konuşma, nasıl emin olabiliyorsun?" diye sorduğumda aynen şunu söyledi: "İddia ettikleri gibi düzmece bir şey olsaydı Andıç medyası şimdiye kadar yeri göğü inletmişti." Aynı arkadaşla Askerî Savcılığı'nın yaptığı açıklama sonrasında da konuşma imkanım oldu, "Ne haber, bak dediğin gibi çıkmadı." dedim. "Sen öyle zannet" dedi. Sonra ekledi: "Hem 'böyle bir belge yok' diye kanaate varacaksın hem de 'belgeyi sızdıranlar hakkında soruşturma yapmak sivil yargının işi' diyeceksin."
Şaştım kaldım. Şaşırmak kolay bu ülkede ve rutin... Ahmet Altan, geçtiğimiz gün bir yazı kaleme aldı. Şöyle diyordu: "Böyle medyayı bulduktan sonra değil kırk senede dört darbe, ben paşa olsam her ay bir darbe yapardım."
Ben tamamlayayım isterseniz; böyle hukukçuların, siyasîlerin olduğu bir ülkede 10 yılda bir değil 10 ayda bir bile olsa şaşmamak lazım.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT