Samimiyet ve teslimiyet
"Aile, çevre, okul, akraba ve arkadaş, okuduğu kitaplar, dinledikleri, izledikleri şeyler, hepsi o kişiyi şekillendirecek ve yeni, farklı bir kişilik oluşturacaktır. Çocuklarımız bu birikimle tercihlerini yapar hale geleceklerdir."
Samimiyet ve teslimiyet (…ist’lere ve …tik’lere bir manifesto)
Fatıma Neşe Tuna
Bugün bazı şeyleri yazma ihtiyacı hissettim. Neden mi?
Son dönemde, daha önce Müslüman olup sonrasında değişenleri, bizim tabirimizle bozulanları, bozulması yetmiyormuş gibi çıkıp işine bakması gerekirken geldiği yere lâf atanları, bozulmasına mazeret bulmak için güya İslam’ın eksikliklerini, hatalarını, yanlışlarını bulduğunu, bu yüzden ateist, deist, agnostik olduğunu söyleyenleri görüyoruz. Onlara cevap verenler oluyor. Olabilir.
Biz ise onları umursamıyoruz. Umursandıkça amaçlarına ulaşıyorlar. Tabi umursamadıkça da kimse karşılarında konuşamıyor, cevap veremiyor sanıyorlar.
Biz “bunlar niye böyle oldu” diye üzülmüyoruz.
Bunları dinleyip, “işte bu!” diyerek kendilerini ifade etmeye güç yetiremeyip, içinde saklı tutanlar da açığa çıkıyor böylece. Bunlara da üzülmüyoruz. Herkesin kendi tercihi.
Kocaman olmuş insanların onu bunu suçlayarak, eleştirerek aklını ve iradesini kullanamaması, ancak onların kendi acizliğindendir.
Böylelerini görünce herkes kendinden, çoluk çocuğunun geleceğinden korkuyor. Bilmemiz gerekir ki isteyene Allah nasıl hidayet kapılarını açıyorsa, istemeyene de kapatıyor, lâyık olmayandan da çekip alıyor. Öncelikle “hidayetin” Allah’tan olduğunu iyice bilmemiz gerekiyor. Bize düşen ise hidayete lâyık olabilmek için daima gayret etmemiz gerektiğini unutmamamızdır.
Bizler anne babalar olarak, başta zihnimizi doğru bilgilerle donatmalıyız. Şeksiz şüphesiz bir iman ile salih amellerimiz, selim bir kalbe sahip olmamızı sağlar. Bilgisi, kalbi, imanı ve amelleri sağlam olup duaya da devam eden bir kimseyi Allah koruyacaktır ve onlar için korkulacak bir şey yoktur.
Güzel bir örneklikle, yetiştirmekle sorumlu olduğumuz çocuklarımız için de aynı çabayı göstermeliyiz.
Aile, çevre, okul, akraba ve arkadaş, okuduğu kitaplar, dinledikleri, izledikleri şeyler, hepsi o kişiyi şekillendirecek ve yeni, farklı bir kişilik oluşturacaktır. Çocuklarımız bu birikimle tercihlerini yapar hale geleceklerdir.
Belli bir yaştan sonra bizim yapabileceğimiz ancak samimi dualarla onların doğru istikamette gitmelerini istemek olabilir.
Dinimizin kuralları bellidir ve teslimiyet gerektirir. Bizlere düşen anlatmaktır. Asla tartışmak değil.
Allah’a iman ederiz, Allah’ın peygamberine ve ona indirdiği Kur’an’a da ve ona uyup uymadığımızdan hesaba çekileceğimize de. Bunlara iman etmeyenlerin bizim dinimiz hakkında konuşmaya hakları yoktur.
Sahabe, “Bize önce iman, sonra Kur’an verildi ve Kur’an’la imanımız arttı” diyor.
Allah’a iman etmeden Kur’an’ı okumak, herkeste aynı sonucu vermez.
Araştıran, samimi olarak arayış içinde olan biriyse, iman etmesi umulur.
Ama önyargılı olarak Kur’an’ı ve Peygamberimizin hadislerini okuyorsa; anlayamadığı her şeyi, kendince bir eksik bir kusur veya bir yanlış gibi görebilir. Üstelik, bizim salih amellerimize hiçbir katkısı olmayan, imanımızı etkilemeyen, herhangi bir emir veya hüküm bildirmeyen zayıf veya uydurma rivayetleri, yeni bir şey bulmuş gibi önümüze getirir.
Senelerce Kur’an eğitimi almış, kökten yetişmiş fakat sonradan ona sırt dönmüş kimselerin; nefsi isteklerine yenildiği, sınırsız bir hayatı tercih ettiği, fakat bunu dile getiremediği için, aklî ve fikrî olarak sanki kafasına uymayan şeyler varmış gibi ortaya atılmasından daha abes bir şey var mıdır?
Sen önce ne olduğuna karar vermelisin:
Allah’a inanıyor ve O’na karşı gelmekten korkuyorsan, gayba inanıyor, namaz kılıyor, Allah’ın sana verdiği rızıktan başkalarına da veriyorsan, Hz. Muhammed (a.s.) ve ondan önceki peygamberlere ve onlara indirilene inanıyorsan, mü’minsin.
Bu gerçeklerle uyarılıp uyarılmaman senin için hiç fark etmiyorsa ve bunlara inanmıyorsan, kâfirsin.
İnananların yanında inanıyor gibi, başka din mensuplarının veya dinsizlerin yanında onlardanmış gibi davranıyorsan, münafıksın.
Allah’a inanıyor, peygambere ve onun örnekliğine inanmıyorsan, başta nefsin olmak üzere başka ilahlara uyuyorsan, müşriksin.
Bilmene rağmen Allah’ın sınırlarını aşıyor, O’na isyan ediyorsan fâsık bir mü’min veya fâsık bir kâfirsin.
Ateist, deist, agnostik gibi süslü, modern nitelendirmelerle; bu terimleri yumuşatarak daha cazip hale getirmenin bir anlamı yok.
Mü’min değilsen hâlâ Müslümanlarla niçin uğraşıyorsun? Daha iyi bir hayat tarzı bulduysan, git yaşa.
Yoksa, “sabah iman edelim akşam cayalım da mü’minlerin kalbinde şüphe uyandıralım” diyen Yahudilere mi özendin?
Biz iman ederiz ve teslim oluruz. Anlamadığımızı araştırır ve anlamaya çalışırız. Kur’an ayetleri bizim imanımızı artırır.
Ayetler ancak fâsıkların inkârını artırır.
Seni muhatap almamız için önce ne olduğuna karar vermelisin.
Hepsine bizim değil, Allah’ın cevabı Kitabımızda mevcuttur, hiç şüphen olmasın.
Başkalarının yanlışlığı, eksikliği (!) üzerinden din veya ideoloji anlatılmaz.
Biz daima dinimizi, onun yüceliğini ve evrensel güzel değerlerimizi anlatırız.
Siz de böyle yapın. Varsa elle tutulabilecek bir değeriniz.
HABERE YORUM KAT