Şam’dan Ankara’ya uzanan mayın tarlası
Mayın tarlasına dönmüş bir coğrafyada yaşıyoruz. Özellikle Suriye'de 5 yıldır süren savaş bölgeyi her gün biraz daha istikrarsızlaştırırken, savaşın en çok etkilediği ülkelerden biri olan Türkiye'ye etkisi de doğal olarak artıyor. Arap Baharı'nın başlamasının ardından Suriyeli çocukların Deraa'da bir okulun duvarına yazdığı “Sıra sana geldi doktor” cümleleriyle başlayan devrim form değiştirerek önce bir iç çatışmaya, ardından bölgesel bir meseleye ve en nihayetinde de ABD ve Rusya gibi iki süper gücün savaş uçaklarının semalarında uçtuğu küresel bir soruna dönüşmüş durumda. Sokak olaylarının başlamasıyla Esad rejimi ile doğrudan diyalog kurup reform yapmaya davet eden Türkiye, sivil katliamların devam etmesiyle önce ambargo uygulayarak ardından da Suriyeli muhalifleri destekleyen “Suriye'nin dostları” adlı ülkeler grubuna katılarak bu savaşta tarafını belli etti. İki milyon civarında mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye, 2013 yılında yaşanan Reyhanlı saldırısından beri Suriye'den kaynaklanan saldırıların hedefinde. Gezi olaylarından tutun, Ak Parti-Gülen örgütü arasında yaşanan kavgadan 17-25 Aralık'a pek çok gelişmede, Ak Parti hükümeti ve muhalifleri arasında Suriye meselesinde yaşanan görüş ayrılıklarının izleri var.
PKK'nın da bu savaşta seçtiği bir taraf var. Suriyeli Kürtlerin önemli bir kısmı, devrimin başında muhaliflere destek vermişti. Bu oldukça normaldi, Baas rejiminin en çok hor gördüğü etnik gruplarından biri de Kürtlerdi. Devrimin yanında duranların önde gelenlerinden Kürt aktivist Mişel Temo'nun Ekim 2011'de Kamışlo'daki evinde uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetmesinin ardında el-Muhaberat'ın olduğu fikri hakimdi. Temo suikastının, Kürtlerin Suriye'de yaşanacak gelişmelerde nasıl bir rolü olacağına dair belirleyici olacağı belliydi, ancak Cemil Bayık'ın suikasttan birkaç saat önce Fırat Haber Ajansı'nda yayınlanan “Türkiye Suriye'ye saldırırsa Kürtler Türkiye'ye karşı savaşır,” şeklinde özetlenebilecek açıklaması dikkatlerden kaçmıştı. Temo suikastı gibi, Haziran 2013'te rejim adına hareket eden PYD'nin baskılarına ve tutuklamalarına karşı gelen Kürt muhaliflere ağır silahlarla ateş açılan Amude katliamı da PYD ve rejim arasındaki ilan edilmemiş işbirliğinin bir göstergesiydi. Suriye'nin kuzeyinde bu işbirliği ve yaşanan çatışmalar neticesinde can güvenliğini tehdit altında hisseden yüzbinlerce Kürt, Kuzey Irak'a göç etti. 2011-2013 döneminde tüm bunlar yaşanırken daha ortada IŞİD adındaki vahşi örgüt yoktu.
2014'te IŞİD'in Kobani saldırısı, Irak'ın ikinci en büyük kenti Musul'un ele geçirilmesinden bile daha çok ses getirdi. PYD, ve paralelinde PKK, uluslararası toplum gözünde, “IŞİD'e karşı savaşan seküler Kürtler” propagandasıyla popülerlik kazandı. ABD'nin 2013 yılında değişen Suriye politikası sonucu, PYD Batı'dan silah desteği almaya başlayınca bu popülarite meşruiyete dönüştü. Gülenci örgütün “Türkiye IŞİD'i destekliyor” yalan haberlerini, Türkiye'deki Kürtleri kışkırtmak için bol bol kullanan örgüt, 6-7 Ekim'le şehre inecek terörün ilk provasını yapacaktı. PYD'ye Suriye'de IŞİD'le savaşması için Batı tarafından gönderilen silahlardan önce Esad rejiminin halihazırda sağladığı cephane, Türkiye'ye çoktan taşınmaya ve PKK için stoklanmaya başlanmıştı bile.
Diyarbakır'daki HDP mitinginde seçimin bir gün öncesinde yaşanan vahim patlama, sadece seçimin sonucuna etki açısından değil, seçimin ardından Türkiye'de yaşanacak olanlar bakımından da önem taşıyordu. Temmuz'da Suruç'ta gerçekleşen bir diğer elim canlı bomba saldırısı ise, PKK'nın bir önceki hafta ateşkesin sona erdiğini açıklamasının ardından başlayacak olan terör olaylarının işaret fişeğini oluşturuyordu. Söz konusu iki saldırıda PKK yandaşları tarafından devlete yöneltilen suçlamalar yine IŞİD'e destek verdiği yönündeydi. Dün Ankara'da yaşanan korkunç terör saldırı sonrası benzer bir suçlamayı görmemiş olmamız ve doğrudan hükümetle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hedef alınmış olması, daha önceki saldırılarda devleti suçlamak için araç olarak kullanılan IŞİD bahanesinin, ABD liderliğindeki IŞİD karşıtı koalisyonla imzalanan anlaşma uyarınca İncirlik Üssü'nün kullanıma açılmasıyla, artık kullanılamaz hale gelmesi nedeniyleydi. Daha ötesi, IŞİD'in, PKK/PYD'nin de desteklediği Esad rejimiyle zımni bir ittifak halinde olduğu çoktan kesinlik kazanmıştı.
Ölü sayısının bu yazının yazıldığı saatlerde 86'ya ulaştığı Ankara'daki korkunç bir saldırı sonrası, 'duayen' gazetecilerden tutun siyasetçilere toplumun önde gelen isimlerinin, sağduyulu olmak yerine patlama gerçekleşir gerçekleşmez faili devlet olarak tespit etmeleri, buna yönelik açıklamalarda bulunup bu yönde sosyal medya paylaşımlarında bulunmaları, nereden baksanız, farklı amaçlara hizmet eder ve suçlanan tarafın 'kimin işine yarıyorsa suçlu odur' tespitleri yapmasına yol açar. Ortaya çıkan kaos haliyse şüphesiz Türkiye'nin ve Türkiye halkının aleyhinedir. Saldırının ardında IŞİD olabilir, PKK olabilir, DHKP/C olabilir, ardında karmakarışık bir noktaya gelmiş bölgesel meselelerde kendine Türkiye'yi sıkıştırarak avantaj sağlamak isteyen herhangi bir ülkenin parmağı olabilir. Demirtaş'ın sorumlu bir siyasetçi olmak yerine, daha olayın üzerinden saatler geçmeden bir müneccim rahatlığıyla “Ankara'daki saldırı devlete karşı değil, devlet tarafından halka karşı yapılmıştır” diyerek halkı kışkırtması ise ardında iyi niyet aranabilir bir durum değildir. Nitekim teröre karşı mücadele eden devleti “Ölümsüzler Taburu”nun metropollerde harekete geçme ihtimaliyle tehdit eden PKK'nın, seçime kadar ateşkes kararı aldığını bu korkunç saldırının hemen ardından açıklaması da insanda bir tiyatro oynanıyormuş hissi oluşturmuyor değil.
Beşar Esad'ın “Asker sıkıntısı yaşıyorum. Çekilmek zorunda kalıyorum,” açıklamalarının ardından İranlı diplomatlar Rusya'yı Suriye'ye müdahale etmeye davet etti. Rusya'nın Suriye'de düzenlediği hava saldırılarının yanı sıra imza attığı bir diğer husus ise Türkiye hava sahasını tekrar tekrar ihlal etmek oldu. Rejimi güçlendirerek sahadaki durumu değiştirip muhalifleri ve destekçilerini masaya en hızlı şekilde oturtmaya çalışan Rusya, yeniden seçim dönemine giren Türkiye'nin üzerindeki baskıyı artırmaya çalışırken NATO da Türkiye'yi Rusya'ya karşı kışkırtıp gerili tırmandırmaya çalışıyor. Türkiye Cumhuriyeti devleti Suriye'deki savaşta bir taraf, PKK ve sırtını PYD'ye, YPG'ye dayayan uzantıları da savaşın öteki tarafında aktif olarak yer alıyor. Ankara'da yaşanan korkunç faciayı değerlendirirken, Patriot'ların ABD ve Almanya tarafından geri çekilmesinden tutun da Özgür Politika yazarı Veysi Sarısözen'in, ordunun AK Parti'ye darbe yapabileceğini öne sürüp HDP'li koalisyon teklif etmesine her türlü değişkenin hesaba katılması gerekirken, telaş içinde devleti fail ilan edenler şüphesiz barışa değil kaosa hizmet ediyor ve aynı zamanda şüphe çekiyor.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT