1. HABERLER

  2. İSLAM DÜNYASI

  3. SURİYE

  4. Şam Sahasındaki Son Gelişmelerle İlgili Bazı Tahliller
Şam Sahasındaki Son Gelişmelerle İlgili Bazı Tahliller

Şam Sahasındaki Son Gelişmelerle İlgili Bazı Tahliller

Suriye ve diğer cihad bölgelerinde düşmanın genel stratejisi, mücahidleri ümmetten koparmak, izole etmek ve kendi halklarına yabancılaştırmaktır.

20 Nisan 2017 Perşembe 23:00A+A-

Muhammed Atta’nın tahlilleri:

Son dönemler HTŞ’nin içerisinde ve dışında, ‘HTŞ eski menhecini değiştiriyor mu?’ sorusu çokça gündem olmaya başladı. Bilhassa referandum açıklamasından sonra bu konu cihad camiasının gündemine daha fazla girdi.

Bu konuya geçmeden önce Suriye sahasında son dönemlerde gerçekleşen gelişmelere biraz daha dikkatli bakmamız gerekmektedir.

Amerika’nın desteğiyle Pkk Daiş’in Suriye’de bulunan bölgelerinin büyük bir kısmını ele geçirmiş bulunmaktadır. Yakın bir zamanda Daiş’in toparlanıp yeni stratejiler geliştirerek atağa geçmesi yönünde hiçbir emare bulunmamaktadır. Bununla yanında sahip olduğu bölgeleri de gerek Irak’ta gerek Suriye’de olsun her geçen gün kaybetmektedir. Fırat nehrinden sandallarla geçişin dışında Rakka muhasarada sayılır. Aynı şekilde Tabka’da tam muhasarada. Geriye elde tutulur tek yerleri Deyrezor kalmış bulunmakta. Ellerinde bulunan diğer tüm bölgeler ise çöl.

Halep’in düşmesiyle muhaliflerin ellerinde kalan en büyük yerleşik yer İdlip. İdlib’in dışındaki yerler genelde taşralardan oluşmakta. Son Hama operasyonundaki amaç, güneye bir koridor açılarak bölgenin genişletilmesi ve Halep’in çok daha büyük bir açıyla muhasara altına alınmasıydı. Ancak tehlikenin boyutunu fark eden Rusya ve Suriye rejiminin yoğun baskıları sonucunda bu amaca ulaşılamadı. Bölgede neredeyse başlanılan yere geri gelindi. Sonuç olarak, muhaliflerin elinde İdlip ve kırsalı haricinde pek bir bölge bulunmamaktadır.

Sahada yapacağı hamleleri oldukça daralan Fethuş-Şam’ın son girişimiyle kurulan Heyet Tahriruş-Şam bölgede bulunan mücahidler için yeni bir ümit oluşturdu. Hakikatte bu, daha önceki cihad önderlerinin bahsettiği, cemaat ve örgütlerin cihadından, ümmetin cihadına geçiş aşamalarından birisiydi.

Şunu bilmeliyiz ki, ümmetin cihadı cemaatlerin ve seçkinlerin cihadı gibi değildir. Ümmetin cihadında ihlaslı mücahidlerin yanında fasık kimseler de bulunur. Resulullah (s.a.v.)’in bazı ordularında olduğu gibi münafıklar bile ümmet cihadına katılabilir. Ama maalesef bazıları bu merhaleye geçmiş olan HTŞ’den çok büyük beklentilere girmekte.

Bugün mücahidler Şam sahasında diğer sahalarda olmadığı şekilde halkla karışmış bulunmaktadır. Uluslararası güçler Şam cihadını sonlandırmak için defalarca planlar hazırlayıp girişimlerde bulundularsa da bu girişimlerin hepsi hüsranla sonuçlanmıştır. Kanaatimce bu hüsranlarda mücahidlerin payları da çok azdır. Olaylar, hiç kimsenin planladığı şekilde gelişmeyip sırf Allahu Teâlâ’nın düzenlemesi ile gelişmektedir.

Suriye ve diğer cihad bölgelerinde düşmanın genel stratejisi, mücahidleri ümmetten koparmak, izole etmek ve kendi halklarına yabancılaştırmaktır. Büyük cihad önderlerinin açıklamalarını incelediğimizde, hemen hepsinin ümmetle birleşmenin gerekliliğine vurgu yaptıklarını gözlemleriz. Allahu Teâlâ bizlere, düşmanlarımızın bize karşı toplu halde savaştıkları gibi, bizim de onlara karşı toplu halde ümmet olarak savaşmamızı emretmektedir. Ümmetiyle birlikte cihad eden bir hareketin başarısı neredeyse kesindir. Ümmetinden kopuk bir hareketin ise neredeyse başarısızlığı kesindir. Esnafıyla, öğrencisiyle, âlimiyle, doktoruyla, aydınıyla bütün bir ümmetin anca kaldırabileceği bir yükü tek bir gruba yüklemeye kalkmak hiçbir şekilde sunnetullah ile uyuşmamaktadır. Bundan daha kötü olanı ise, bazılarının kendi başlarına böyle bir yükün altına girmeye namzet olmalarıdır.

Şunu çok iyi anlamalıyız ki, geçmiş geçmişte kalmıştır. Bir metot bir dönemde çok uygunken başka dönemlere uymayabilir. Şartlar ve koşullar bulunduğunuz merhaleyi atlamanızı gerektiriyorsa, hala o merhalede kalamazsınız. Bir gerilla hareketinde açık cephe savaşına yani halk direnişine geçildikten sonra geri dönüş yoktur.

Şu anda Şam cihadı örgütlerin cihadından çıkıp Müslüman halkların cihadına dönüşmüş bulunmaktadır. Fethuş-Şam’ın Tahriruş-Şam’a geçişi bu merhalenin gerektirdiği bir durumdur ve bu geri dönüşü olmayan bir durumdur.

Bu kadar büyük sorumluluklar altına giren bir yapının belirli siyaset ve maslahatları gözetmesi gerekmektedir. Hitabında büyük kitleleri hesaba katmalı ve kuşatıcı olmalıdır. Şer’i esaslara riayet ederek uluslararası konjonktüre göre bir diplomasi geliştirmeli, atamalarında, uygulamalarında, beyanatlarında ve askeri hamlelerinde sadece belirli sınırlı bir kitleyi değil bütün ümmetin maslahatını gözetmelidir. Bunların hiçbirisini gözetmeyen Daiş’in tecrübesi gözlerimizin önünde hala yaşanmakta. Bu gün Daiş bölgelerinde bulunan ailelerin İdlib’e geçebilmek için aracılara başvurmakta olduklarını gözlemlemekteyiz.

Şunu iyi bilmeliyiz ki, doğru adımlar atılmadığında kalan bölgenin akıbetinin de Daiş’in bölgelerinin akıbeti gibi olması kaçınılmazdır. Şu an Suriye topraklarında verilen mücadele varlık-yokluk mücadelesidir. Ve Şam, Ehli-Sünnet’in son kalesidir. Böyle zor bir dönemde sahaya sahip çıkmayıp sadece kusurları eleştirmekle yetinirsek, son kalemizin de düşmesi kaçınılmazdır.

HTŞ’nin siyasi sözcüsü Zeyd el-Attar’ın açıklaması hakkında birkaç hususa değinmek istiyorum. Herhangi bir şahsın sözü değerlendirilirken bulunduğu konumu, yaşantısı, geçmişi ve genel tutumlarına bakılır ki buna, hal karinesi denilir. Eğer söylenen söz ihtimalli ise, bu karineler devreye girer. Din de insafta bunu gerektirir. El-Attar’ın açıklamaları dikkatle okunduğunda, demokrasi seçimlerinden razı olunduğunu ifade eden hiçbir ibareye rastlayamazsınız. ‘Müslüman Türk halkı’ ifadesi ise, (Daiş’in liderleri dâhil) birçok şeyhin kullandığı bir ifadedir. Akla gelebilecek bazı zayıf ihtimaller ise, cemaatin şu zamana kadarki tutumu ve çizgisine bakıldığında ortadan kalkacaktır. Şeyh Makdisi’nin bu açıklamayla ilgili yaptığı yoruma baktığınızda, bu ihtimalleri göz önüne alarak net bir şey söylemediğini görürsünüz. Kanımca bu hususta doğru olan tutum, konu dallandırıp budaklandırılmadan net açıklamaların gelmesini beklemek ya da meseleyi ilim ehline havale etmektir.

Sami el-Ureydi ve Ebu Culeybib gibi bazı şahısların Tahrir’i eleştirmeleri hakkında ise şunları belirtmek isterim: Bu ve benzeri kimseler güvenilirlikleri ve samimiyetleriyle birlikte sahada hiçbir iş üzere bulunmamaktadırlar. Bazıları şahsi sorunlarını cemaate yamayarak cemaatle problemler yaşamakta, basit meselelerde bile ciddi hassasiyetler ortaya koymaktadır. Diğer bir kısım ise, sahada bulunan hiçbir gruba karşı kuşatıcı olmadıkları gibi gerçekten bazı konularda ifrat derecesinde sert düşünmektedirler. Eğer onların zihniyetiyle hareket edilecek olsa, uzun zaman önce Ahrar ve diğer yerel gruplarla savaş başlamıştı. Tabii iş sadece savaşın başlamasıyla bitmiyor, düşman ilerlemiş, bölgeler Rafızilere bırakılmıştı. Yardımcımız Allah’tır. Sorumluluk alan ve sorumluluğunu hisseden kimsenin alacağı kararlar, dışarıdan eleştiren kimselerle asla bir olmayacaktır.

El-Kaide’den ayrılma, bey’atin bozulması vb. meseleler ise, bazılarının eleştirilerinin kılıfı haline gelmiştir. Zira bu kimseler bu kararların istişare ile alındığını ve gerekli mercilere danışıldığını bilmektedirler. Yine şeyh Eymen’in ‘isimlerin birleşmenin önünde bir engel oluşturmaması’ minvalindeki açıklamaları da bu kararın doğru bir karar olduğunu göstermektedir.

El-Kaide ismi altında Şam sahasında devam edilmesinin, gidişatı çıkmaza sokacağı kesin olan bir durumdur. Şu anda HTŞ el-Kaide değildir, koşulların farklılaşmasıyla siyasetlerinde de farklılıklar oluşmuştur. Bunun yanında el-Kaide’ye bağlanmaya çağıranların ellerinde ümmeti uyandırma ve cihadı daha ileriye götürme hususunda ciddiye alınacak bir projeleri gözükmemektedir.

Abdurrezzak el-Mehdi’nin açıklamaları HTŞ’yi bağlamaz. Cemaat içerisindeki kanaat önderleri daha ilk katılım dönemlerinde el-Mehdi hakkında, yakında ayrılacağı tahlilinde bulunmuştur ve tahmin edildiği üzere olmuştur. Özellikle son, ‘Menderes’in ezan şehidi olduğu’ açıklaması el-Mehdi’nin vakıadan ve tarihten ne kadar uzak birisi olduğunu ve kendi alanı haricinde muteber olmadığını ortaya koymuştur. Bu bağlamda, bu gibi bariz hataların ehliyet sahibi kimseler tarafından üslubuna uygun bir şekilde uyarılması gerekir. Zira bu tür açıklamalar, bilmeyen kimselerin sapmalarına ve büyük yanlışlara sürüklenmelerine neden olur.

Rabbimden bizleri ihtilaf olunan konularda hakka iletmesini ve dosdoğru olan yolundan ayırmamasını diliyorum.

 

HABERE YORUM KAT

2 Yorum