Saldıray Abi
“Artık herkes kendi üstüne düşen görevi yapmak zorunda. Yapmamız lazım. Çünkü yapılanmanın gücünü çökertemedik. Çökertmek zorundayız. Çökerteceğiz. Haa televizyon, atv televizyonunu izlemeyin. Buraya 24 tane kanal koyduk. Bazı kanalları çıkartın, almayın, haa benim eşim seyrediyor. Hayır, ama o bunun farkında değil. Mücadele yalnız bir cephede değil. Her cephede, her cephede yapmak durumundayız. Her şeyi düşünmek zorundayız.”
“Arkadaşlara söyleyeceğim diğer bir konu; şimdi geçen bir birliğe gittik Sabah gazetesi var. Başbakan çıkıyor diyor ki; bu gazeteleri almayın. Ama hiç dikkat etmiyoruz. Ne işi var Zaman gazetesinin, Star gazetesinin? Bunları tezgâhın altına sokarsın. Mücadeleyi mutlaka bir emir alarak yapmamak lazım.”
Bu iki paragraf sanal mütareke basın organlarına düşen bir ses kaydından alınmıştır.
Başbuğ haklı, İstiklal Savaşı’ndaki mütareke basını bile şimdikilerden daha az haindi. Eğer onların da internet siteleri, Macintosh bilgisayarları olsaydı onlar da en az şimdikiler kadar hain olabilirdi.
Öncelikle askerî bir toplantıda yapıldığı anlaşılan bu konuşmayı hatibin rızası dışında kaydedip, üstüne bir de bu yasadışı ses kayıtlarını yayan karanlık şebekeyi lanetliyor, onları yüce Türk adaletinin şefkatli kollarına ve Sedat Ergin’e havale ediyorum.
Çok yanlış ve kabul edilemez şeyler bunlar. Bir gün hepimize hukuk gerekir. Bir gün hepimiz ordu komutanı olup, bir toplantıda “Karılarınıza söyleyin Kanal D’de Aşk-ı Memnu’yu izlemek ikinci bir emre kadar yasaklanmıştır” türü bir konuşma yapmak zorunda kalabiliriz.
Kevgire dönen devletimizin en kozmik askerî sırları ortalıklara saçılmış durumda.
Bu ses kaydı olmazsa askerî birliklere Sabah gazetesi sokulduğunu nereden bilecektik.
Askerlerin güne Haşmet Babaoğlu okuyarak başladığı bir ülkenin ordusunda disiplin, güne Hıncal Uluç’un askerî karakolların feci durumu yazılarıyla başlayan askerde mücadele azmi, Engin Ardıç’la güne başlayanda “Varlığını Türk varlığına armağan etme iradesi” kalır mı?
Ne işi var Zaman’ın, Star’ın garnizonlarda. Parolalarda “Adi” olarak geçen Başbakan’ın “alma” dediği gazetelerin alınması emri ne çabuk unutulmuş.
Basılacak karakolları Şamil Tayyar’dan mı öğrenecek ordumuz? Ahmet Turan Alkan okuyup gülme krizine giren asker nasıl nöbet tutar. Bejan Matur okuyan asker Kürtleri de anlamaya başlamaz mı? İhsan Dağı ancak karşıki karlı dağlardan birinin adı değil midir?
Bunlar böyle giderse bir gün içeriye Taraf gazetesi bile sokarlar. Hatta oturup televizyonda Hasan Cemal ile Cengiz Çandar’ı bile izlerler.
Koskoca ordu komutanı imzasını “Ergenekon” diye atacak kadar mücadelede sınır tanımazken, daha karılarının atv’de ‘Canım Ailem’i, ‘Ezel’i izlemesine engel olamayan subaylarla bu cumhuriyet nasıl korunur?
BRT, Avrasya, Cem Tv, Sky, Halk Tv gibi 24 tane birbirinden renkli, cıvıl cıvıl kanal varken Meliha’nın bilinçaltı şeriatçı mesajlar içeren “Hayırdır inşallah, hayırdır inşallah” seslerine, “Samim seni öldürürüm” tehditlerine kapılmış subay eşleriyle bu rejim nasıl ayakta durur?
“Kardeş, askerin işi değil siyaset, cumhuriyet. Askerin işi dağ başındaki derme çatma karakollara doldurduğu gencecik insanları korumaktır, kardeş” diyen bir Tuncel Kurtiz’in sesi Allah korusun bir subayın da aklını çelmez mi?
Birliklerine Sabah’ın, Star’ın, Zaman’ın girip girmediğinin derdine düşmüş ordu komutanları, kendi sorumluluklarındaki karakollara PKK’lıların girip, yatakhane kapılarını zorlamasına çare olabilir mi?
Subay eşlerinin atv’de hangi diziyi izlediğinden bile haberi olan, istihbarat becerilerini buralarda tüketen bir ordunun, bunca yazılıp çizilmesine rağmen PKK’lıların saldırma ihtimali olan karakollardan haberdar olması mümkün mü?
Cumhuriyet Başsavcıları, emrindeki askerler aylardır içeride yatarken 1 numaralı sanık olduğu davada kendisini ifadeye çağıranların üzerine önce tank, olmadı F-16 gönderen ordu komutanlarına bağlı karakollarda PKK’lılarla mücadele edilecek ağır silah kalmamış olması sürpriz mi?
Suçsuzluğunu kanıtlamak için bile mahkemeye gitmeye tenezzül etmeyen bir ordu komutanının arkasında duran, onu mahkeme aşamasında Ankara’ya çağırıp koruyan bir Genelkurmay zihniyetiyle 30 Ağustos’a kadar bile gidilebilir mi?
Peki, biri bu gazeteyi de tıpkı yasadışı yollardan içeriye sokulan Sabah, Star, Zaman gibi o ordu komutanın masasının üstüne kadar sokabilir mi?
Eğer sokarsa, o komutana bu yazı okutulabilir mi?
Sayın Komutan, dünkü Taraf’ta Yasemin Çongar’ın yazdığı Sarıyayla Karakolu baskın hikâyesini okudunuz mu?
Sayın Komutan, sizin de benim gibi tüyleriniz diken diken oldu mu?
Peki, artık memleketi kurtarmayı bırakıp, canlarını size emanet etmiş gencecik askerleri kurtarma zamanınız gelmedi mi?
TARAF
YAZIYA YORUM KAT