1. YAZARLAR

  2. Yıldıray Oğur

  3. Saksı değiller
Yıldıray Oğur

Yıldıray Oğur

Yazarın Tüm Yazıları >

Saksı değiller

26 Kasım 2014 Çarşamba 06:30A+A-

Berlin Duvarı’nın çöküşünün üzerinden 25 yıl geçti. Demek ki Türkiye’nin ilk barışı ıskalamasının üzerinden de çeyrek asır geçti.

89’da duvarın çöküşü, ardından 91’de Sovyetlerin çöküşü, bütün dünyayla birlikte Türkiye ve PKK için de yeniden düşünme fırsatı olmuştu. 1991 seçimlerinde şimdi bile teklifi zor olan PKK’yla SHP’nin seçim ittifakı yapmasına giden yol öyle açıldı. Onu izleyen Kürt realitesini tanıyoruz açıklaması, başlayan gizli görüşmeler, 1993’te MGK’dan yine bugün henüz masaya gelmemiş çapta çıkarılan af kararı bütün bunların bir çözüm planının parçaları olduğunu ortaya koyuyor. PKK’nın içine doğduğu büyük ütopyaların çöküşü, devletin Demirel ve İsmet Paşa’nın oğluna emanet değişim iradesi üst üste gelmişti.

İşte tam çözümün masada olduğu o günlerde Almanya’da Bonn’daki bir PKK buluşması. Kalabalığa seslenen Yalçın Küçük;

“Selam olsun Kürdistan dağlarına, selam olsun kardeşime. Dünyanın en büyük başı Kürt başı çünkü başkaldırıyor” diye bağırıyor.

Yine de Öcalan kravat takıp, Talabani’yle Kürt siyasetçilerle ateşkes kararını açıklıyor, Özal vefat ediyor ve tarihî MGK’nın gecesi 33 er katliamıyla kanlı bir iki yıl açılıyor. Devletin rutin dışına çıktığı en karanlık iki yıl.

Sonra Başbakanlığı sırasında Erbakan’ın çözüm girişimleri geliyor. Mektuplar gidiyor, geliyor. Karşılıklı pozitif mesajlar, yeniden yakalanan bir şans…

Bu kez Öcalan’ın da Şam'dan telefonla bağlandığı bir MEDTV yayınında konuşuyor Yalçın Küçük. Öcalan’a soru soruyor. Daha doğrusu engin fikirlerini anlatıyor. Bütün konuşmayı izlemelisiniz.

http://www.youtube.com/watch?v=TIrwQ-xU6QU

Şöyle şeyler söylüyor:

“İki üç yıldır çok memnunum mücadeleci insanların en barışçıl çözümleri önermesinden çok memnunum. Bunlar sevindirici. Ancak siz de söylüyorsunuz…Ben insanı çok seviyorum. Çok yiğitçe eylemler yaptıkları. Kürt kızı kendisini bir daha patlatmaz.

Ama iyimser değilim böyle bir yumuşama, sözlerinize kesinlikle katılıyorum. PKK hareketini de inceliyorum. Sizin gibi sezgisi yüksek bir liderlik biz Türkler için de şans…Ama soruma geliyorum. Eğer bir yumuşama olmazsa. Kürt mücadelesinin yeni alanları nereler olur, Türkiye dağları mı olur, PKK’nin emekçi Türk halkına zarar vermemek için gösterdiği titizlikten çok memnunum. Türkiye dağları mı olur, şehirde başka türlü emekçi halka zarar vermeyecek ama büyük sonuçlar doğuracak eylemler mi olur?..”

Çözümden bahseden silahlı örgütün liderine eylem tavsiyesinde bulunan Türk aydını. Dejavu.

Şimdikiler o kadarını yapmaya utanıyor. "Niye bir şey almadan silahını bırakıyorsun, o senin en büyük kozun” diyen akil profesör en yakını. PKK’ya “bak dünya seni destekliyor artık, ne işin var AKP”yle diye akıl veren iç savaş âşığı profesör ikinci sırada.

Filipinler'de Moro’ya özerklik, Türkiye’de Kürtlere kamu düzeni diye el yükselten canı sıkılan Sartrecılık oynayan abiler ablalar hemen ardından.

Nişantaşı’nda bir araba üzerlerine su sıçratsa polisi arayan abiler ablaların insanların sokak ortasında linç edilmesine karşı ortaya çıkan kamu düzeni lafıyla dalga geçmesinin şımarıklığını geçtik, bunun Kürtlere çözüm için verilen bir taviz değil, bizzat Kürtlerden de gelen çözümün asgari zemini olduğunu da karambole getirme kurnazlıklarını da…

Maalesef “Filipinler’de onu verdiler, burada ne verdiler” at pazarlığından el yükseltme cehaletinin arkasında bir Yalçın Küçükvari gaz vermeden başka bir şey bulamıyor insan.

Kolombiya’da FARC da topraksız köylülere toprak istiyor. O da mı verilsin? Güney Afrika’da De Klerk Devlet Başkanlığı’nı verdi, aşağısına barış falan olmaz.

Bu durumda PKK’nın ne istediğinin, Öcalan’ın ne dediğinin ne önemi var. Yine de hatırlatalım. Sızan İmralı Zabıtları’nda, Öcalan'ın “Peki biz ileride ne yapacağız. Kürtler kendilerini özgürce ifade edecek ve yönetecektir. Şu anda yasa dayatırsak büyük alerji oluşturur. İleride olabilir. Mesela AB yerel yönetim özerklik şartı ki buna şerhi kaldırırlarsa bu mesele önemli ölçüde çözülür” demişliği var.

Bu arada Cumhurbaşkanı eyalet sistemini tartışmaya açmış, Başbakan daha geçenlerde Büyükşehir yasasını çözüm sürecine bağlamıştı. Bunlar TV’lerde oldu. Kapalı kapılar ardında Oslo sızıntılarında eğitim yerel yönetimlere bırakılacak tabii, diyen MİT müsteşar yardımcısının sesini duymuşluğumuz var.

Ama çözüm süreci hem hükümet hem de Öcalan tarafından Türkiye’nin demokratikleştirilmesi perspektifiyle başlatıldı.

Buna silahlı devlet ve silahlı örgüt razıyken Filipinler’de öyle burada böyle diye el yükseltip, masada oturanları zor durumda bırakmak azmi tuhaf. Her ülkenin başka bir tarihi, çözüm için masada olan başka talepler var. Filipinlerin teklifi iyiyse PKK gidip onunla anlaşabilir. Türkiye de kendine bir tane FARC bulur o zaman anlaşacak.

Çözümde ne var masada diye merak etmek iyi de, bütün bunları televizyonda iki tarafın da deklare etmesini beklemek, etmeyince de “bak işte bu zihniyetle olmaz” edebiyatlarına, Kürt tribünlerine oynama hareketlerine girişmek, çevreye negatiflik salgılamak da tuhaflıktan biraz daha fazlası…

Kürt milliyetçileri PKK’yı devlete teslim olmakla, Kürdistan idealinden vazgeçmekle, Türk milliyetçileri ve cemaat AKP’yi ülkeyi satmakla, güneydoğuyu PKK’ya vermekle suçluyor biliyoruz da.

Peki Kürt milliyetçisi bu Türk entelektüellerin derdi ne?

Tamam, ihtida edenler herkesten daha sofi olur, diasporalar anavatandakilerden milliyetçidir. Türk milliyetçiliğinin temellerini Rusya’dan gelen Tatarlar atmıştır. Onlardan biri olan ve cumhuriyet kurulunca heyecanla Türkiye'ye koşan hukuk, tarih profesörü Sadri Maksudi’nin Türklüğünü ve Türkçesini bir gece radyodan yerin dibine sokma işi ise yıllarca adı "A." yazılan ama Atatürk soyadının bile fikir babası Agop Dilaçar’a düşer. Kamalizm’in kitabını yazıp, "Türk’ün amentüsü"nü yazan da Orta Asya’dan dün atıyla gelmiş gibi duran Tekinalp adını alan Serezli bir hahamın oğlu Moiz Kohen’e nasip olacaktır. Hitler Avusturyalı, Türkeş Kıbrıslıdır. İttihatçıların çoğu Balkan kökenlidir.

Yok sanki bu kez cevap daha basit. Neyse, belki de sadece can sıkıntısıdır.

Beş yıl sonra kırmızı kaşkollarla televizyonlarda masaları yumruklamasınlar da gerisi mühim değil.

Hazır Youtube’a girdiniz, bari bir de Erol Büyükburç’un o videosunu da bulup izleyin.

http://www.youtube.com/watch?v=x9fxjKzCpME

TÜRKİYE

YAZIYA YORUM KAT