Sakın Rusya Kızmasın, Amerika Asla Memnun Olmasın
Rusya’nın endişeleri ve Esed rejiminin korkuları nedense bu ülkede en çok Kemalist ve sol-sosyalist çevreleri telaşlandırıyor, gerginleştiriyor ve hatta saldırganlaştırıyor. Enteresan bir kıstas, tuhaf bir yol haritası dayatıyorlar Türkiye’ye. Bilmiyorduk, yeni öğrendik: Türkiye-Rusya arasında yaşanacak bir gerilim ve Türkiye-Esed rejimi arasında çıkacak muhtemel bir çatışma en çok Amerika’yı memnun edermiş.
Zinhar, Amerika’nın memnun olacağı bir pozisyona yanaşmamalı, Amerika’nın sevinip fayda devşireceği bir gerilime hiç fırsat tanımamalıymış. Ancak biraz tavsiye ve epeyce tehdit içeren malzemeleri iyice kardıktan sonra uygun bir kıvamda kavurup analiz soslu propagandalar eşliğinde masaya servis eden deneyimli stratejistler güya diplomaside ölçü, denge ve istikrar dersi veriyorlar bize.
Hikâyenin özü ve özeti şöyle: Amerika’yı mutlak ve muazzam bir şeytan olarak tasvir edip Rusya ve İran’ın Esed rejiminin bekası için işlediği yıkım ve katliamları tartışma dışı bırakmak. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun hiçbir kayıt düşme gereği bile duymadan Rusya ve Esed rejimi için “kendi topraklarındaki teröristleri ayıklama” ameliyesi dolayısıyla tebrik ve takdir ederken Türkiye’yi “terör örgütlerini himaye eden ülke” olarak tasvir ederken kınayıp ayıplıyor.
Atatürkçü, Putinci ve Esedçi Yurtseverlik Sentezi
Esed/Baas cuntasının Rusya ve İran ordularıyla giriştiği barbarca yıkım ve saldırıların nihai sonuca ulaşamaması dolayısıyla adeta derin bir bunalıma düşmüş gibi Kılıçdaroğlu şöyle şu soruyu soruyor: “Suriye ve Rusya’nın cihatçı gruplara yönelik saldırılarında neden taraf oluyorsun?” Rusya’nın savaş uçakları hastaneler, pazaryerleri ve okul olarak kullanılan binalar başta olmak üzere bütün sivil yerleşim yerlerini vururken Atatürkçü muhalefetin derdi bundan ibaret.
İnsanlıktan biraz nasipleri olsa Hükümete şu türden bir kaç soru sormayı akıllarına getirebilirlerdi: “Türkiye’nin hava sahası neden Rusya’nın savaş uçaklarına açık tutuluyor? Suriye’de sistematik olarak katliam yapan Rusya’nın TSK’nın askeri varlığına yönelik saldırılara karşılık Türkiye neden ciddi yaptırımlarda bulunmamaktadır?” Ancak bu beklentinin beyhude olduğu en baştan bellidir. Çünkü Rusya ve Esed rejimine karşı gösterdikleri ilgi ve destek içlerinde kalan derin ukdelerin tezahürüdür.
Rusya ve Esed rejimini her derde deva bir ilaç gibi görenlerden biri de Cumhuriyet Gazetesi yazarı Orhan Bursalı. Orhan Bursalı’nın formülü gayet basit, maliyeti pek düşük ve fakat sonuçları çok çok bereketli: “Rusya ve Esed’le işbirliği yapıp İdlib meselesini hızla çözen Türkiye Doğu Akdeniz’de güçlenir.” (23 Şubat 2020) Böylesine kolay kurtuluş reçetelerini bile düşünemeyecek kadar geri kafalı bir toplumun içinde yaşamak zorunda kaldıkları için Orhan bey ve Atatürkçü çevreler kahrolmasınlar da ne yapsınlar?! Kimse ciddi bir biçimde takip etmiyor ancak neredeyse “Suriye kentlerini, topraklarını teröristlerden temizlemekte epey yol aldılar” (20 Şubat 2020) diyerek katillere övgüler düzerken aslında “Türkiye’ye de acilen bir Putin ve Esed ikilisi lazım” demeye getiriyor Orhan bey.
“Moskova, Kürt kartını bir açarsa Türkiye’yi mahveder” frekansındaki yayınların artışı da dikkatlerden hiç kaçmıyor. Al-Monitor’a yazan Fehim Taştekin’e göre Amerika her ne kadar yeni dengeler çerçevesinde PKK-PYD’ye Türkiye’yle çatışmayın demişse de Rusya, Afrin-İdlib hattında Esed rejimiyle PKK-PYD’yi entegre ederek sadece İdlib’te değil Fırat’ın doğusunda da Türkiye’ye karşı yeni cepheler açılabilirmiş. Cumhuriyet yazarı Mehmet Ali Güller de benzer bir görüş dile getiriyor: “Suriye’ye karşı Türk-Kürt ortaklığı dün tutmadı, yarın da tutmayacak.” (24 Şubat 2010)
Rusya’nın Kudreti İdlib’te Çelmelendi
Bu tip yaklaşımlara göre Rusya’yı az da olsa üzmenin bedeli, Amerika’nın az da olsa memnuniyetine sebebiyet vermenin karşılığı Türkiye için çok ama çok ağır olacaktır. “Rusya’nın eli her açıdan çok güçlü, Türkiye’nin eli her yönden çok zayıf ve bu denge hiç değişmeyecek” gibi büyülü bir anlatı yoğun bir propaganda eşliğinde devrede tutuluyor. Amerikan emperyalizmini bu kadar övmek mümkün değildi. Lakin bütün suçlarına rağmen Rusya, İran ve Esed rejimini bu derece övebilenlere, bu devletler hesabına katliamları meşrulaştırıp Türkiye’ye tehditler savurabilenlere, meşru direnişi barbarca karalayıp kirletmeye girişenlere fırsat tanıyanların kabahati de az değildir.
Türkiye sürekli zaman veriyor ancak İdlib’teki yıkım ve katliamların önünü bir türlü alamıyor. Şubat’ın sonu için verilen süre de 5 Mart’a uzamış durumda anlaşılan. Bütün insani değerleri ve mevcut anlaşmaları çiğneyerek İdlib’te barbarca ilerleyen ordu Esed ordusu değil aslında Rusya ve İran ordularıdır. Sivilleri katleden, Türkiye’nin konvoy ve gözlem noktalarını vurup askerlerini katleden Rusya’dır. Türkiye’nin askerlerini katleden devletlerin adını gizlemenin kimseye bir faydası yoktur.
Rusya’nın savaş uçaklarına, İran ve Esed’in kara birliklerine İdlib’i dar edecek direniş unsurlarını Türkiye’nin en güçlü bir biçimde desteklemekten başka bir seçeneği yoktur. İdlib’i ele geçirmeyen Rusya hem askeri kudreti hem de siyasi prestiji açısından büyük bir kayıp yaşayacaktır. Sahaya her türlü askeri yığınağı yapmak önemli ancak kim ne derse desin İdlib’te sahanın asli unsuru bütün boyutlarıyla Heyetü Tahrir-i Şam’dır. BM, Amerika ve Avrupa’nın da siyasi-diplomatik desteği aranmalıdır elbette. Ancak şu gerçeği ifade edelim ki; Türkiye güney sınırındaki Rusya-İran-Esed cephesinin kuşatmasını İslami direnişin önemli bir parçası olan Heyeti Tahrir-i Şam ile en yüksek düzeyde koordinasyon sağladığı oranda kırabilir.
(Yazarın Yeni Akit’teki köşesinde yayınlanan yazısının Haksöz-Haber için genişletilmiş halidir)
YAZIYA YORUM KAT