'Sahipsiz toplum' olmaktan çıkmak
Birçoğunuzun benim gibi Ece Turhan'ın sağlığına ilişkin iyi haberleri beklediğine eminim.
Ece Turhan, İstiklal Caddesi'nde bir sinema salonunun önünde arkadaşları ile buluştuğunda, binanın 6. katından düşen 7.5 metrekare camın altında kalmıştı. Ağır yaralı olarak kaldırıldığı hastanede ikinci kez ameliyat geçirdi.
Peki bu “görünür kaza”dan kim-kimler sorumlu tutulacak? Bu yöndeki haberlere bakacak olursak, 6. katta söz konusu cam levhayı yerleştirmeye çalışan 5 işçi poliste ve mahkemede ifadeleri alındıktan sonra tutuksuz olarak yargılanmak üzere bırakılmış.
Bu durum karşısında “görünür kaza”ya ilişkin bütün sorumluluğu-sorumsuzluğu işçilerin üzerine yıkarak bu salıverilmeye karşı hiddetleneceğimi sanmayın. Sanmayın, çünkü benim asıl merak ettiğim, bu olayda (da) kurulması-oluşturulması gereken “sorumluluk zinciri”nden neden hiç kimsenin söz etmediği. Yoksa bu olayda oluşan suç da, pek çok benzer olayda olduğu gibi, sadece zincirin son halkasını oluşturan işçilerin üzerine mi yıkılacak? Oysa böyle bir olayla medeni bir ülkede karşılaşılsa, işçilerin hangi şirket, şirketin hangi işyeri sahibi karşısında sorumlu olduğuna bakılıp bu zincir üzerinde yer alan kişi ve kuruluşlar büyük ceza ve maddi tazminat davalarının sanığı olarak hiç de rahat bir ruh hali içinde olamazlardı. 7.5 metrekarelik bir cam bloğu caddenin en yoğun olduğu bir saatte yerine takmaya çalışırken ellerinden kaçıran vasıfsız işçiler kimin elemanları; bu vasıfsız işçilerle iş yapan bu firma-şirkete bu işi emanet eden işyeri sahibi kim? Ve de hatta, o saatte hiçbir önlem aldırmaksızın bu cam değiştirme işlemine izin veren ya da bu ve benzer işlerin izinsiz yapılmasına göz yuman belediyenin yetkilileri kimler?
Hadi hep beraber mahkeme salonuna...
Anlatın bakalım nasıl oldu bu iş. Akşam vakti İstiklal Caddesi'nde dolaşan insanlar sizin gözünüzde de “sahipsiz toplum”un üyeleri mi?
Söz “sahipsiz toplum”dan açılmışken, önümdeki gazetenin (Radikal) çok yerinde bir haber başlığıyla duyurduğu bir “sahipsizlik” örneğinden de söz etmek isterim. Gazete “Kot taşlama atölyeleri buharlaştı!” diyor.
Zorunlu olarak “silikozis” adı verilen akciğer hastalığına yakalanan kot taşlama işçileri şikayetlerini ve taleplerini dile getirmek için TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'na dilekçe vermişler. Komisyon Başkanı da, bu çerçevede, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'ndan bilgi istemiş.
Bakanlık, Komisyon'a gönderdiği yazıda “silikozis”in Türkiye'de rastlanan meslek hastalıkları içinde birinci sırayı aldığını belirttikten sonra başlamış bu konuda yapılan denetimlerin ve alınan önlemlerin dökümünü vermeye.
Bakanlık, “kot taşlama” işleminin yapıldığı “merdiven altı işyerleri”nin tespiti amacıyla bu işyerlerine hammadde imal eden iki büyük fabrikanın denetimini yaparak bunlardan birisini kapatmış. “Kot taşlaması”nın yapıldığı 71 işyerinde teftiş yapılmış. Bunlardan 11'i zaten kapalıymış. Geri kalan 60 işyerinden birisi kapatılmış. Ve sonuç olarak Bakanlık şu sonuca varmış:
“Araştırmada karşılaşılan en önemli kısıtlılık kot kumlama yapan bazı işyerlerinin kayıtsız ve izinsiz çalışmaları nedeniyle adres tespitinin zor olması ve tespit edilenlerde ise işçilere ulaşılmamasıdır.”
İşte size bir “sahipsiz toplum” örneği daha.
“Beyazlatılmış” kot taşıyan insanlarla dolu bir ülkede, bu işlemin nerelerde kimler tarafından yapıldığı bilgisine ulaşabilmek imkansız!
İsterseniz konuya yabancı olanları düşünerek “silikozis” hakkında bir iki cümle bilgi aktarayım:
“Kumlama (Kuvars ozu püskürtme) (...) son zamanlarda kot kumlama, diş teknisyenliği yapanlarda dikkat çekici şekilde sık görülmekte ve birkaç yıl gibi kısa sürelerle ciddi maluliyetler ortaya çıkarmaktadır. (...) Bilinen maskeler yetersizdir. Astronot kıyafetlerine benzer dışarıdan havalandırılan ya da hava tüpleri kullanılan tüm vücudu örten özel giysiler giyilmelidir.”
Oysa bakın bir kot taşlama işçisi çalışma koşullarını nasıl tasvir ediyor: “Biz kimiz? Bizler kot işçileriyiz. Göz gözü görmeyen merdiven altı atölyelerde bir mesaide 2 bin kot kumlayanlarız.”
Bakanlığın tespit edemediği “sahipsiz atölyeler” (!) ve buralarda 1-2 yılda ömürlerini tüketen “sahipsiz işçiler”.
Gazete haberinden sonra konuyu biraz araştırınca, maalesef benim de bugüne kadar haberdar olmadığım örgütlü bir toplumsal hareket ile karşılaştım. Hareketin “kottaşlaMA” adlı , sorunun üzerine giden bir internet sitesi var. Konu-sorun her yönünle incelendiği gibi çareler de aranıyor. Şu hoş “sokak yazısı”na da sitede rastladım: “Kot Taşlama Levis Taşla”. Sitede “boykot” çağrıları yer alıyor.
Bu “boykot” çağrıları bana şunları düşündürttü:
Görüyorsunuz; toplum olarak yapacağımız tek bir tercih -yani “taşlanmış” kot giymeme tercihi- Bakanlık'ın bir türlü ulaşamadığı bu son derece tehlikeli “iş kolu”nun sonunu ne kadar kolaylıkla getirir.
Görüyorsunuz; ünlü markaların ellerini kirletmeden başkalarına havale ederek üretip iç ve dış piyasalara sürdükleri “beyazlatılmış” kot ürünlerinin beraberinde getirdiği bir ağır meslek hastalığını önleyebilmek ne kadar kolay.
Böylesini satın almayacaksın, “taşlanmamış”ını giyeceksin, hepsi bu kadar.
Hadi bakalım öyle ise.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT