Sahabe döneminde hiçbir kız zorla evlendirilmiş değildir!
Ali Bulaç, küçük yaşta evlendirmeler hakkında yazmaya devam ederken fıkıhtan kopmamak gerektiğini vurguluyor.
Ali Bulaç / alibulaç.net
Velinin izni, ailenin rızası -III-
Geleneksel toplumu yargılayanların çoğu, modern telakkinin derin etkisinde ve tamamen tarihsel bir durumu evrensel ve ebedi doğru kabul ettiklerinin farkında değil. Geleneksel insan, bugün bizim normal kabul ettiğimiz çok şeyi takip ettiği norm kabul etmiyordu. Mesela geleneksel insana göre çocuğun velayetinin devlete ait olmasını çok tuhaf karşılardı. Ama 1789 ihtilalinden sonra sahneye giriş yapan Fransız cumhuriyet düşüncesi yeni bir insan, yeni bir toplum yaratma projesini öne çıkardığında, çocuğun velayetinin anne babasına değil, devlete ait olduğunu savundu ve bu amacı gerçekleştirmek üzere “parasız, laik ve zorunlu eğitim” ilkesini getirdi. Resmi veya özel çocuğun “eğitim hakkı” aslında modern ulus devletin vatandaşlıkla mülkiyetine geçirdiği insanı eğitim denen aygıt marifetiyle kendi egemenliği doğrultusunda işlemden geçirme, eğip-bükme işlemine tabi tutumasının ifadesidir.
Halbuki hak dini insanlara tebliğ etmekle yükümlü Hz. Peygamber (s.a.), çocuğun velayetinin anne babasına ait olduğunu açıkça beyan etti, öyle ki anne babasına çocuğunu şu veya bu (batıl) dine göre yetiştirme, terbiye etme özgürlüğünü tanıdı: “Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu Hıristiyan, Yahudi veya Mecusi yapar.” (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17.)
Kendini aydınlanmış kabul eden bir avuç insan (kadro) düşünün, şu veya bu yolla (ihtilal, darbe, devrim, ittihatçılık, baskın, hile ve desise vs.) yönetimi ele geçirecek, sonra toplumun tamamını, milyonlarca insanı kendi inandığı ve düşündüğü istikamette inanmaya, düşünmeye ve yaşamaya zorlayacak.
Hangisi özgürlükçü imiş? Genel ve amir bir hüküm vaz’edip “dinde zorlama yoktur” (2/Bakara, 256) diyen mi, herkesi şu veya bu doktrine göre devlet marifetiyle zorlayan mı?
Bugün liberal düşüncesinin etkisinde yasalar çocuğun velayetinin ebeveyne ait olduğunu belirtiyorlar, ama Cumhuriyetin temel felsefesine sadık kalarak eğitimi mecburi kılıyorlar. Cumhuriyetin idealleri ve inkılapları adına otoriter yönetim, baskı, istibdat ve totalitarizm meşru kabul edilir.
Liberal düşüncenin etkisinde devletin kaba, doğrudan ve itici baskısı kalkmış görünüyor ama aslında temelde bir değişiklik vuku bulmuş değil, diğer sayısız konuda olduğu gibi evlilik ve aile olgusu da modern karakterini koruyor.
Piyasa kapitalizminin algıları belirlemeye başlamasından sonra erken evliliklere suçlayıcı gözle bakılmaya başlandı. Her şeyi metalaştıran piyasa binlerce senedir ve hemen hemen her beşeri havzada aynı olan (bedeni setreden) giyim kuşam kültürünü dönüştürüp bilhassa kadın bedenini teşhir nesnesi haline getirdi, şimdi artık kimi kadınlar sütyen ve şortla kamusal alanlarda dolaşıyorlar, bunu eleştirmek bireysel hak ve özgürlüklere karşı baskıcı tutum sayılıyor. Eril ve dişil bedenlerin birbirine dönüştürülmesinden sonra “üçüncü cins”e doğru yeni bir beden imal ediliyor, buna uygun “eril-dişil karışımı” yeni bir giysi empoze ediliyor, okul kitaplarında erkeği ve kadını çağrıştıran isimler (Ahmet-Fatma) yerine, her iki cins için ortak isimler seçiliyor (Fikret, suat, deniz vs.); yapay zeka ile üçüncü cins, tasarı/kurgu aşamasından geçip gündelik hayatta yerini almaya başlıyor.
Modern kültür esasında kendisi temel bir bozukluk ve hatta cinsel bir sorun (sapma) olmasına bakmaksızın, kural dahilinde olan küçük yaş evliliklerini neredeyse sapkınlık, pedofili (sübyancılık) türü bir hastalık diye takdim etmektedir. Oysa tarihte hiçbir gelenek, bu son zaman kültürü kadar çıplak beden-cinsel tahrik sapkınlığına düşmedi.
İktisadi faaliyet ve büyümenin ana motivasyon halini aldığı modern zamanda kadının dinlerin çizdiği çerçeve içinde aile kurması, aileyi merkeze alması sistemin tabiatına aykırıdır; sistem her ne olursa olsun kadını evin dışına çıkarmayı hedefliyor. Aptallaştırıcı propaganda bombardımanı, taşıyıcı ve emredici araçların saldırısına maruz kalan kadın, kendini dinin, sahih gelenek ve ailenin sözde denetiminden ‘özgürleştirdiğini’ zannederken, gerçekte her şeyi metalaşırmaktan başka marifeti olmayan kapitalist piyasanın ve kapitalistlerin kollarına teslim ediyor. Sosyalizmin hakim olduğu yerlerde de kadına bakışta farklılık söz konusu değil, o sistemde de devlet kadını iktisadi üretim ve faaliyetin nesnesi olarak görüyor: Sovyetlerin çökmesinden sonra neo-komünisitler ve sosyalistler liberal kapitalizmin ideallerinin ve hedeflerinin havariliğini yapıyorlar.
Konumuz olan küçük yaşta (erken) evliliklere baktığımızda bu hususu zihnimizin gerisinde tutmamız gerekir. Çünkü bu modern olan tarafından inşa edilmiş zihin Hz. Muhammed (s.a.)’in erken yaş evliliği yaptığını iddia etmese de, niye herkes için geç yaş evlilikler yönünde herhangi bir söylemde bulunmadığına ve kızın evlilik yetkisinin tümüyle kendisine ait olduğu yönünde kat’i bir hüküm getirmediğine sitem ediyorlar.
Roma’da babanın, çocukları için iyi ve yararlı bir eş arama hakkı ve görevi vardı, çocuğunu reşit olmadan nişanlayabilirdi, nişanlanma yaşı ise hem erkeklerde hem de kadınlarda 7 olarak belirlenmişti. Bu hemen hemen bütün geleneksel toplumlarda genel bir teamüldü.
Hz. Aişe’ye dayandırılan bir rivayete göre “Velinin izni olmadan yapılan nikah batıldır” (Buhari, Nikah, 36; Müslim, Nikah, 15.)
Küçük yaşta nişan veya nikah modern insana tuhaf gelebilir. Ancak bu evliliklerde büluğ çağı kuralının ihlal edilip edilmediğine bakmamız gerekir. Kaynaklarımızdan hiç biri, herhangi bir sahabinin büluğ çağından önce bir kızla ve üstelik rızası alınmadan evlendiğine dair tek bir olay nakletmemektedir. Sorun kızların babalarının veya ondan sorumlu olanların isteği üzerine evlenip evlenmedikleri konusudur. Belki bunun ön kabullerden bağımsız kritik edilmesi lazım.
Evlilik (zifaf) yaşının büluğ çağına, nikahın da kızın rızasına endekslenmesi iki temel kuraldır. Aşağıda nakledeceğim olay bunun tipik örneğidir:
Hz. Ömer halife seçildikten sonra kendisinden önceki halife ve en yakın dostu Hz. Ebu Bekir’in kızıyla evlenmek istedi. Kızın ablası Hz. Aişe’ye haber gönderdi. Hz. Aişe, bu evliliği uygun gördü ve konuyu kız kardeşine açacağı va’dinde bulundu. Nitekim de öyle yaptı, konuyu ona açtı. Ancak yaşı küçük olan kardeşi, Halife Ömer’le evlenmek istemediğini söyledi. Hz. Aişe ona “Mü’minlerin emirini mi istemiyorsun?” diye sorunca “-Evet istemiyorum, hırçın-haşin bir yapıya sahiptir, kadınlara karşı kabadır” deyince, Hz. Aişe “Karar senindir” dedi.
Hz. Ömer, bu sefer Ümmü Eban binti Utbe Rebia’yı talip oldu. Ona da Halife Ömer’in isteğini ilettiler. Ancak o da reddetti ve aynen şu gerekçeyi öne sürdü: “Ömer kapısını kapatır, hayır yapmaz, asık suratla girer, asık suratla çıkar.” (37). Şimdi insanların hangi sosyo politik şartlarda teamüller geliştirdiğini yeterince hesaba katmadan “Arap örfü” diye aşağıladığı ve neredeyse tarihsel bozulmaların tamamını onlara yüklediği İslam sonrasında iki sahabe kızın bu asil tutumunu bugün kaç kızın sergileyebileceğini soralım. Bu iki kızcağız bir devlet başkanının evlilik teklifini reddediyor ve kendi medeni hayatları üzerindeki özgürlüklerini cesaretle savunuyorlar. Devlet başkanının da reddedilmeyi içine sindirip kendine başka kapı araması ayrıca takdire şayandır.
Bundan biri diğeriyle bağlantılı medeni, siyasi ve hukuki üç önemli sonuç çıkar:
a. Sahabe döneminde hiçbir kız zorla evlendirilmiş değildir
b. Devlet başkanı sıfatıyla Hz. Ömer, hoşuna gitmese de kendini reddeden kızların kararına olumsuz tepki vermemiştir.
c. Bir müçtehid fakih olan Hz. Aişe de, kız kardeşinin kararını onaylamış bulunmaktadır.
İşte bizim referans alacağımız asıl Arap örfü veya İmam Malik’in atıfta bulunduğu “Sünnetü’l Arap” budur. Küçük yaşta evlilikleri belirleyen yukarıda saydığımız sosyo politik ve yöresel faktörler ise, dinin usulünden olmayıp her bir yörenin “adetler”inden birine işaret eder. Mesela Anadolu’da sevdiği kız tarafından reddedilen bazı erkeklerin söylediği şudur: “Ya benimsin, ye kara toprağın!”
Fıkıh kitaplarında “örf” ile “adet” aynı anlamda kullanılmışsa da tarih, sosyoloji ve hem ahlaki norm hem hukuk kuralı açısından ikisi birbirinden ayrıdır; bağlamına göre ikisinden biri kullanılabilir, bir diğerinin yerini almaz. Örf ile adet kategorisine giren teamüller aynı şey değildir. Vahiy tarafından teyid alan ve hukuki meselelerde muhkem olması gereken “adet” değil, “örf”tür. Bir teamülü örf kabul edeceksek, bu bizi bambaşka bir mecraya götürür ki, “Örf ile sabit olan nss ile sabit gibidir” denmiştir ki, bunu esas aldığımızda tamamen harici/dönemsel şartlara ait bir teamülü din adına amir hüküm haline getirebiliriz. Muhtemelen bundan hareketle bugün de küçük çocukların evliliğini savunanlar böyle bir gerekçeye dayanmaktadırlar. Hatta bazı fıkıh kitapları küçüklerin evliliğine cevaz verir, kızların evliliğini neredeyse amir hüküm olarak babalarına bağlar ve gerekirse “daha küçük yaşlarda da olsa ama vücudu buna dayanabiliyorsa evlilik olabilir” diyorlarsa, bunlar örf hükmünde olmayan konjönktürel bir teamülü örf/nass hükmünde kabul etmeleri dolayısıyladır.
Evlilikte velinin izni nikahın şartlarından değildir, örfi güçlü bir teamüldür. Ailenin izni ve rızası olmadan yapılan evliliklerin zaman içinde büyük sorunlara yol açtığı gerçektir. Evlilik birbirini seven iki kişinin harici bütün sosyal faktörleri bir kenara iterek bir araya gelmesinden ibaret olsaydı ailelerin rızasına gelenekte itibar olunmazdı. Lakin evlilik hayat boyu sürecek bir sözleşme olduğundan, tarafların ailelerinin rızası önem kazanır. Ailelerine meydan okuyarak evlenenlerin kahir ekseriyeti sonraları aileleri olmadan mutlu olamadıklarını anlar, dahası bizim gibi toplumlarda aile dayanışması ve koruma işlemleri çocuk evlenip kendisi çocuk sahibi oluncaya, hatta ölünceye kadar sürer. Geleneksel toplumlarda velinin izni koruma amaçlıyken, bugün nispeten koruma yanında dayanışma, yardım ve aile bağlarının devamında önemli rol oynar. Şu halde velinin izni nikahın şartı değilse bile örfi bir teamüldür, veli (anne-baba) bilinen hudutları aşmaya yeltenmedikçe örfi bir rükun kabul edip tatbik etmek lazım.
Büluğ yaşına ermeyen her zifaf gayrımeşrudur; buna cevaz verenlerin ne Kur’a’ndan ne Sünnet’ten ne de sahabe tatbikatından güvenilir delilleri vardır. Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi’nin 7. Maddesi şöyle der: “12 yaşını itmam olmamış olan sağir (küçük ertek) ile 9 yaşını itmam etmemiş olan sağire (küçük kız) hiç kimse tarafından tezvic edilemez (evlendirilemez).”
Mücbir sebep olmadıkça da büluğ, hatta rüşd çağından önce çocuğun değil evlendirilmesi, nişanlandırılması da doğru değildir, çünkü çocuk büluğa erip rüşd vasfını kazandığında belki kendisini nişanladıkları kimse ile evlenmek istemeyecektir. Nikahın esası icap ve kabul olduğuna göre, önceden nişanlandı diye bir kimseyi bir evliliğe mecbur etmek icap ve kabul şartını ihlal eder.
Fetvaların zaman zaman istismara gerekçe olarak kullanıldığı doğrudur. Her yerde, her zaman ve her beşeri toplulukta istismarlar olabilir. Din, mezhep, ideoloji, doktrin, meslek, merhamet vs. her şey istismar edilebilir. İstismarın önlenmesinde başvurulacak iki muameleden biri istismarın kendisi ile istismar eden ve edilen şeyin arasını ayırmak, diğeri istismarın rasyonalitesini, gerekçesini sahih bilgi ve delillerle çürütmektir. Yanlış fıkhi fetvalara fıkhı terk ederek değil, doğru usulle yine fıkıhla mücadele etmelidir.
Notlar
37) Taberi, Tarih, IV, 199-224.)
“Sünnetü’l Arap” ve Arap olmayanların örf ve adetleri
Geçmişte erken yaşta evlilikler hangi sebeplerle gerçekleşiyordu?
HABERE YORUM KAT